Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

Garlar, Vapurlar Her Derde Deva 4046 ve 5793 Sayılı Kanunlar

(yorumlar kapalı)

TCDD’den PTT Genel Müdürlüğüne 22.06.2009 tarih 9510 sayılı yazı yazılarak toplam yedi sayfadan listede belirtilen binlerce m2 lik taşınmazdan ihtiyaçlarınız olan varsa bu konudaki her türlü talebinizi gelin görüşelim denilmiştir. İstanbul Belediye Meclisi 17.08.2009 tarihli toplantısında, İDO ve İGDAŞ’ın özelleştirilmesi için Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a yetki vermiştir. Tüm bunlar 4046 sayılı yasa ve bu yasaya 5793 sayılı kanunla ilave edilen hükümlere dayanılarak gerçekleştirilmektedir.

TCDD Taşınmaz Varlıkları Satın Alması İçin PTT’ye Davet Mektubu

resimTCDD’nin taşınmazlarının satışında her yola başvuruluyor. İlk önce Eskidji firması aracılığı ile açık artırma yolu denendi. Daha sonra ise 5793 sayılı kanunun (5335 sayılı Kanunun 32.maddesi) 43.maddesine dayanarak Yedikule Cer Atölyesini TOKİ’ye, başta TCDD Fenerbahçe kampı olmak üzere Türkiye genelinde 25 adet gar ve 9 adet taşınmazı satılmak üzere Özelleştirme İdaresine devretti. Son olarak da Türkiye genelinde binlerce m2 taşınmaz (Kapıkule Ankara arasında 747 parsel 23.173.996,88 m2 taşınmaz) için kamu kurum ve kuruluşlarına yazılı davet yolu ile satmayı deniyor.

Gelin Görüşelim

TCDD’den PTT Genel Müdürlüğüne 22.06.2009 tarih 9510 sayılı yazı yazılarak toplam yedi sayfadan listede belirtilen binlerce m2 lik taşınmazdan ihtiyaçlarınız olan varsa bu konudaki her türlü talebinizi gelin görüşelim denilmiştir.

5793 sayılı kanunun 43. maddesinde "İşletmecilik fazlası taşınmazların kamu kurum ve kuruluşlarına ihale yöntemine tabi olmaksızın satışına ve satış bedelinin dörtte birini peşin, kalan bedele kanuni faiz uygulanmak suretiyle iki yılı geçmemek üzere taksitlendirilmesine ve uygulamaya ilişkin usul ve esasları belirlemeye TCDD Yönetim Kurulu yetkilidir." hükmü TCDD’ye bu taşınmazların kamu kurum ve kuruluşlarına ihalesiz devretmesinde tam bir serbestlik hakkı tanımıyor.

İmar Planı Değişikliği Şart

Yine 5793 sayılı kanunun 43 maddesindeki "İmar planında TCDD alanı veya TCDD hizmet alanı olarak ayrılan taşınmazlar ancak imar planı değişikliği yapılarak satışa konu edilebilir." sınırlaması getirilmiştir. Bu kapsamda satılmak istenen tüm TCDD taşınmazları için il ve ilçe belediyelerindeki imar planlarında değişiklik yapılıp yapılmadığı bilinmemektedir.

TCDD Limanları Satılır Karayolu Yapılır. Gar Satılınca Hızlı Tren Yolu Yapılır mı?

Söz konusu yazıda atıl vaziyette ve işletmecilik fazlası olarak bulunan ekonomik değeri yüksek taşınmazların bedeli mukabilinde devredilmesi yoluyla elde edilecek kazancın hızlı tren projeleri ve de hatların rehabilitasyonunda kullanılmasının hedeflendiği belirtilmektedir.

Aynı ifade 5793 sayılı kanun 43 maddesinde de geçmektedir.5793 sayılı torba kanuna, "TCDD’nin gayrimenkullerinin satılması için Özelleştirme İdaresine devrine" olanak sağlayan bir madde konuldu! Aynı yasa ile kent merkezlerinde yer alan, tarihi ve endüstriyel önemlerinin yanında, arazi yağmacıları için çok büyük değeri olan TCDD garlarının, istasyonlarının yağmalanmasına yasal engel çıkmaması için de, planlama ve koruma ile ilgili kanunlardan muaf tutuldu. Bu satışlar masum gösterilmek için, TOKİ paravan olarak gösterilip, "toplu konut yapılacakmış" gibi bir aldatmaya gidildi. Bu da yetmedi, satıştan elde edilen gelirle demiryolu yapılacağı yönünde maddeler araya sıkıştırıldı.

Ancak 5793 sayılı torba yasanın, 26.maddesine geçici 24. madde olarak eklenen hüküm TCDD Liman ve taşınmazların satısındaki asıl niyetin ne olduğunu da gösteriyordu.

TCDD’ye ait olan Türkiye’nin en büyük 7 limanını satmak için de aynı yalan (yeni hızlı demiryolu yapmak) ortaya atılmış iken, 5793 sayılı torba kanunun 26.maddesi ile liman satışlarından elde edilen gelirin %60’ının karayolu yapımına aktarılması da karar altına alındı.

Bu arada ulaştırmada can damarlarımız olan ve stratejik önemi olan limanları özelleştirilmesinde yabancı sermaye kısıtlaması yasa ile kaldırılınca limanlarımız yabancı sermaye gruplarının eline geçti.

5793 SAYILI KANUN

MADDE 26- 24/11/1994 tarihli ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 24- Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce özelleştirilen Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü (TCDD) limanlarından elde edilen gelirlerden Hazine İç Ödemeler Muhasebe Birimi hesaplarında tutulan tutarlar, bu birim tarafından genel bütçenin (B) işaretli cetveline gelir kaydedilir. Gelir kaydedilen tutarların yüzde 60’ını karayolu yapımı ile bu amaçla yapılacak kamulaştırma, karayolu bakımı ve onarımı amacıyla Karayolları Genel Müdürlüğü bütçesine, yüzde 40’ını ise demiryolu yapımı ile bu amaçla yapılacak kamulaştırma, demiryolu bakımı, onarımı ve demiryolu araçlarının alımı ve diğer ihtiyaçlarda kullanmak amacıyla TCDD’ye sermayesini artırmak suretiyle ödenmek üzere Hazine Müsteşarlığı bütçesine ödenek kaydetmeye Maliye Bakanı yetkilidir.

Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra TCDD’ye ait limanların özelleştirilmesinden elde edilecek gelirlerin tamamı ise tahsilini izleyen onbeş gün içinde Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca Ulaştırma Bakanlığı merkez ödemelerini yapan muhasebe birimi hesaplarına aktarılır. Aktarılan bu tutarlar, aynı birim tarafından genel bütçenin (B) işaretli cetveline özel gelir kaydedilir. Kaydedilen bu tutarların yüzde 60’ını karayolu yapımı ile bu amaçla yapılacak kamulaştırma, karayolu bakımı ve onarımı amacıyla Karayolları Genel Müdürlüğü bütçesine, yüzde 40’ını ise demiryolu yapımı ile bu amaçla yapılacak kamulaştırma, demiryolu bakımı, onarımı ve demiryolu araçlarının alımı amacıyla TCDD’ye sermayesini artırmak suretiyle ödenmek üzere Hazine Müsteşarlığı bütçesine özel ödenek kaydetmeye Maliye Bakanı yetkilidir.

Özel gelir ve ödenek kaydedilen tutarlardan yılı içerisinde kullanılamayan kısımları ertesi yıl bütçelerine devren gelir ve ödenek kaydetmeye Maliye Bakanı yetkilidir.

Sermaye ödenekleri yılı yatırım programı ile ilişkilendirilir."

Yani kısaca özetlemek gerekirse TCDD sahip olduğu tüm taşınmazları işletmecilik fazlası olarak göstererek 5793 sayılı kanunun yargıdaki sürecini beklemeksizin hızlı tren hattı yapımında kullanılacağım söylemi ile satmak için her yolu denemektedir.

İyi ki TCDD zamanında bu taşınmazlara sahip olup bu güne kadar elinde tutmuş yoksa ülkemiz hızlı trenle tanışamayacaktı.  Seçim meydanlarında hep şu dillendirilir.

Ülkemizde demiryollarına en fazla kaynak 58 ve 59. Cumhuriyet Hükümetleri döneminde ayrılmıştır.

Aslında bakıldığında kaynak 58, 59 ve halen iş başında olan 60. Cumhuriyet hükümetleri tarafından değil söz konusu taşınmazlar korunarak bu güne aktarıldığından bundan 58. Cumhuriyet hükümetlerinin önceki hükümetler tarafından demiryoluna daha fazla kaynak ayrılmıştır.

58,59 ve 60. Cumhuriyet hükümetleri de bu kendilerine intikal eden demiryolu mirasının taşınmazlarını bir bir satarak demiryoluna kaynak ayırdıklarını zannediyorlar.

İDO (Vapurların) Satışında İBB Başkanı Kadir Topbaş’a Yetki verildi.

İsresimtanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş 2009 Nisan ayındaki yerel seçimlerden önce de İGDAŞ ve İDO’nun özelleştirilmesi için hazırlıkların yapılması talimatını verdiğini basına açıklamıştı.

Özelleştirmeden beklenen gelirin İstanbul’da metro hatlarının genişletilmesinde kullanılacağını belirten Kadir Topbaş, iki şirket için de yurtdışından talep olduğunu aktarmış ancak isim vermemişti.

İBB Kaynak Geliştirme Daire Başkanlığı’nın, İDO ve İGDAŞ’ın özelleştirilmesini öngören teklifi 17.08.2009 tarihli meclis oturumunda ele alındı.

Teklif üzerine İstanbul Büyükşehir Belediyesi Plan Bütçe Komisyonu’nca hazırlanan raporda İDO ve İGDAŞ’ın özelleştirilmesinin gerekçesi ise şöyle açıklanıyor

"Şehir içi doğalgaz dağıtımı hizmetinin ve deniz yolu ile toplu taşımacılık hizmetinin etkin şekilde yürütülmesi için yapılan yatırımların İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin görev hizmet alanlarında etkin, nitelikli ve verimli kamu hizmeti sunabilmesi için belediyeye kaynak sağlanması, kamu menfaatlerinin ve genel kamu yararının tesisi için; İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bağlı kuruluşları ve iştiraklerinin sermayesinin yüzde 100’üne sahip olduğu İDO ile İGDAŞ’ın özelleştirilmesi uygun olacağı belirtilmiştir"

Uzun tartışmaların ardından İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, belediyenin en gözde iki şirketi İstanbul Deniz Otobüsleri (İDO) A.Ş. ile İstanbul Gaz Dağıtım Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin (İGDAŞ) özelleştirilmesi için İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a yetki verdi. İki şirketin özelleştirilmesinin yolunu açan karar, oyçokluğuyla kabul edildi.

Bu kararın ardından Belediye Meclisindeki siyasi parti temsilcilerinden gelen beyanatlar aşağıdadır.

CHP: Anlayamadık

CHP Plan ve Bütçe Komisyonu Üyesi Hakkı Sağlam, "Bu iki özelleştirmenin hangi gerekçelerle yapıldığını anlayamadık. Eğer nedeni belediyenin kaynak yetersizliği ise bu doğru değil. Bu kadar büyük bir özelleştirme kamuoyu ile paylaşılmalı, sendikalar, sivil toplum örgütleri ile tartışılarak ortak karar alınmalı" dedi.

SP: Kamuoyuna bilgi verilmeli

Saadet Partisi Meclis Üyesi Ahmet Sadıkoğlu da "Topbaş tarafından kamuoyuna bilgi verilmesi gerektiğini belirterek, meclisin noter gibi çalışmaması gerektiğini" söyledi.

AKP: Destekliyoruz

AKP Grup Başkanvekili Ergün Turan "AKP Grubu olarak bu özelleştirmenin yanında olduklarını belirterek, özelleştirmeden elde edilecek kaynağın kentsel dönüşüm ve metro çalışmalarında kullanılacağını" kaydetti.

BİTLER

BİT’lerin Kuruluşu

Dünyayı saran küreselleşme olgusu nedeni ile, Ulus devletler, siyasal anlamda yeni bir yapılanma yaşarken; ekonomik anlamda tüccar devlet olmaktan uzaklaşmaya ve sosyal devlet anlamında ise yeniden düzenlemeye tabi tutularak küçültülmeye gitmektedirler. Bu süreçte en göze çarpan gelişme, desteklemelerin kaldırılmasından kamu teşebbüslerinin özelleştirilmesine varan neo-liberal politikaların üretilmesi olmuştur. Bu sürecin oluşumunda; 1929 krizinde ortaya çıkan Keynezyen politikalara karşılık, 70’li yıllarda daha az devleti öngören Fridmancı liberal politikaların dünyayı sarmasının önemli derecede katkısı olduğu görülmektedir. 80’li yıllarda Türkiye’ye de sıçrayan bu politikaların etkisi, özellikle 90’lı yıllardan sonra ağırlıklı olarak hissedilmiştir. Bunun sonucunda özelleştirme tarzı liberal politikaların öne çıkmasına yol açmıştır. Bu politikalar, öncelikle merkezi yönetimlerde kabul görerek, hizmetlerin hem içeriğine hem de yöntemine yansımış ve özellikle Kamu İktisadi Teşebbüslerinin (KİT) özelleştirilmesi yönünde çalışmaların başlatılmasına ön ayak olmuştur.

Aynı gelişmelerin kısa bir süre içerisinde, yerel yönetimlere de sıçradığı görülmektedir. Başta belediyeler olmak üzere yerel yönetimlerin hizmet yüklerinin ciddi oranda artmasına karşılık, sahip olunan hantal yapıların sorunları içinden çıkılmaz bir duruma getirmesi, küresel liberal konjonktürün de etkisiyle, özelleştirmenin bir çare olarak gündeme gelmesine yol açmıştır Böylelikle artan hizmet taleplerine verimli yanıt vererek devasa kent sorunlarını çözebilmek için, yarı devlet-yarı özel diye tanımlanabilecek ihale, imtiyaz, sözleşme, yap-işlet-devret, şirketleşme gibi birçok alternatif hizmet sunma yöntemleri özellikle belediyeler tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Bu yöntemler içerisinde en çarpıcı olanı ise özel şirket statüsünde olan Belediye İktisadi Teşebbüsleri‘nin kurulması olmuştur. Kısaca BİT diye adlandırılan bu şirketler, özellikle Büyükşehir belediyelerinin sorumlu oldukları birçok hizmeti daha kolay, etkin ve verimli yerine getirebilmek amacıyla 1985’ten sonra kurulmaya başlanmıştır.

BİT Belediye Kamu Hizmetlerinin Özelleştirilmesidir.

Bir yanda merkezi yönetimdeki KİT’lerin özelleştirilmesi gündeme gelirken, öte yanda KİT’lere benzer yeni bir yapı BİT adı altında kurulmaya başlanmıştır. Ancak bu durum, o dönemde yeni bir KİT yapısı olarak değil, belediye tüzel kişiliğinin yerine getirdiği hizmetlerin bir tür özelleştirilmesi olarak ifade edilmiş ve öyle de algılanmıştır. Bu paradoksal durum ise, KİT’lerle ilgili olarak yapılan ve günümüzde de devam eden türde tartışmaların, BİT’ler için de başlamasına yol açmıştır.

BİT’ler Özelleştirilebilir mi?

90’lı yıllarda, kamunun küçültülmesi ve özelleştirilmesi ile ilgili tartışmaların yerel yönetimlere yöneldiği ve özellikle BİT’lerle ilgili -KİT’lerle kıyaslama yapılarak- birçok görüşün ortaya konulduğu görülmektedir. Olumsuz görüşlerin çoğunda; BİT’lerin, kuruluş amaçlarının tersine bir sürece girdikleri, kamu yararı sağlamaktan uzaklaşarak siyasi kadrolaşma amacıyla kullanılan verimsiz ve hantal bir yapıya dönüştükleri, yönetimlerinde hiçbir rasyonelliğin bulunmadığı ileri sürülerek özelleştirilmeleri gerektiği vurgulanmaktadır. Buna karşılık, verdikleri hizmetlerin birçoğunun tekel nitelikli ve kamu yararı amaçlı olduğu biçimindeki gerekçelerle BİT’lerin kesinlikle özelleştirilmemesi gerektiğini ortaya koyan görüşler de bulunmaktadır.

Bu tarz farklı görüşlerin etkisiyle, BİT’lerle ilgili değişik düzenlemeler yapılmış ve halen de yapılmaktadır.

BİT’lerin tamamen özelleştirilerek, belediyelerin yalnızca düzenleyici/sağlayıcı olmaları gerektiği ile ilgili gerekçeler ise şöyle sıralanmaktadır.

· Serbest Piyasa Ekonomisini Güçlendirmek ve Özel Girişimciliği Teşvik Etmek

· Ekonomide Verimliliği Yükseltmek ve Performans Artışı Sağlamak

· Yerel Halkın Alternatif Firmaların Hizmetlerinden Yararlanması

· Gelir Dağılımını İyileştirmek

· Sermaye Piyasasını Geliştirmek

· Tasarrufların Daha Büyük Oranda Hisse Senedine Yönelmesini Teşvik Etmek

· Hizmetleri İyileştirmek

· Siyasal Kayırmacılığın Önüne Geçebilmek

· BİT’lerin Borç Yükünden Kurtulmak ve Belediyeye Gelir Temin Etmek BİT’lerin zarar ettiği ve ortaya çıkan açıkların belediyeden yapılan transferlerle giderildiği durumlar; hizmetlerin yürütülmesini olumsuz etkilediği gibi belediyenin manevra yeteneğini de daraltmaktadır. Bu nedenle gelir sağlamak ve BİT’lerin borç yükünden kurtulmak için belediyelerin özelleştirmeyi düşündükleri söylenebilir. Bunlar veya benzeri gerekçelerle; holdingleşen BİT’lerin geleceğini belirsizlikten kurtarabilmek için belediyelerin düşündüğü çözümlerin başında, yerel kamu hizmetlerinin özel firmalara bırakılması gelmektedir. Böylelikle BİT’lerin kurulması ile başlayan özelleştirme sürecinin, ikinci aşaması da tamamlanmış ve belediye hizmetlerinin özelleştirilmesi operasyonu bitirilmiş olacaktır. Mevzuata bakıldığında da, özelleştirmenin önünde herhangi bir engel olmadığı gibi, bu yönde amir hükümler de bulunmaktadır. Çünkü 4046 sayılı yasanın 26. maddesi yerel yönetimlerle ilgili olup, özelleştirilecek kuruluşların ne olduğu hususu düzenlenmiştir.

 

4046 Sayılı kanun

Mahalli İdarelerde Özelleştirme Uygulamaları

Madde 26 – Belediye ve il özel idarelerine ait ticari amaçlı kuruluşlar ile pay oranlarına bakılmaksızın her türlü iştiraklerindeki paylarının özelleştirilmesine ilişkin işlemler bu Kanundaki esaslara göre, yetkili organlarınca belirlenir ve yürütülür.

Bu şekilde sağlanan gelirler ilgili belediye veya il özel idaresi tarafından özel bir hesapta toplanır. Bu özel hesapta toplanan gelirler ilgili belediye veya il özel idaresi tarafından öncelikle; özelleştirme uygulamaları sonucu doğabilecek iş kaybı nedeniyle yapılacak tazminat ödemeleri ve gerektiğinde bu madde gereğince ilgili belediye veya il özel idaresi tarafından özelleştirilecek diğer kuruluşlarda yapılacak idari, mali ve hukuki düzenlemelerin gerektirdiği harcamalarda kullanılır. Bu madde gereğince elde edilecek özelleştirme gelirlerinden yukarıda belirtilen öncelikli harcamalar düşüldükten sonra kalan miktar ilgili belediye ve il özel idaresi tarafından bütçelerine gelir kaydedilir.

Belediye veya il özel idarelerinin yapacakları özelleştirme uygulamaları çerçevesinde özel ihtisas gerektiren konulara ilişkin müşavirlik, araştırma, pazarlama ve teknik hizmetler; ilgili belediye veya il özel idaresinin talebi üzerine idarece sağlanabilir.

Belediyeler ve diğer mahalli idareler ile bunların kurdukları birlikler tarafından ticari amaçla faaliyette bulunmak üzere ticari kuruluşlar kurulması, mevcut veya kurulacak şirketlere sermaye katılımında bulunması, Bakanlar Kurulu’nun iznine tabidir.

Buna göre, belediyelerin "bağlı ticari amaçlı kuruluşlar" ile "pay oranlarına bakılmaksızın her tür iştiraklerindeki paylar"ını özelleştirmesi öngörülmüştür.

Bu amaçla; özellikle İBB yetkilileri harekete geçmiş ve Kaynak Geliştirme ve İştirakler Daire Başkanlığı tarafından Temmuz 2003’de başlatılan çalışma ile BİT’lerin SWOT analizi yapılmıştır. Ortaya çıkan sonuçlar rapor olarak, belediye meclisi hukuk komisyonuna sevk edilmiştir. O tarihteki İBB yetkilileri, yetki verilmesi durumunda, Değer Tespit Komisyonu kurularak şirketlerin piyasa değerinin saptanması işinin yapılacağını ve 3–4 ay gibi kısa sürede de şirketlerin özelleştirilebileceğini belirterek şu bilgileri vermişlerdi: "Biz de uluslararası muhasebe kurallarına uygun olarak 17 şirketle ilgili ‘SWOT Analizi’ olarak adlandırılan ve finansal bilgilerin yer aldığı raporları hazırladık. Ancak özelleştirme aşamasında elimizdeki bu bilgileri 1-2 firmaya verip, değer tespitini tescil ettirmek zorundayız. O piyasa değeri olacak. Biz şirketlerde ne kadar yatırım yapmışız, bugüne kadar bu şirketlere dolar bazında ne kadar sermaye aktarmışız bunları biliyoruz." Bu açıklamanın yanı sıra, İBB, sahip olduğu BİT’lerle Türkiye’nin 3 büyük holdingi arasına girdiği dile getirilerek; bu gücün paylaşımı için yerli ve yabancı bütün yatırımcılara açık olunduğu, şirketlerin piyasa değeri saptandıktan sonra pazarlık aşamasının başlanabileceği, belediyenin yasal olarak İGDAŞ’ta yüzde 20’den fazla pay sahibi olunamayacağı 8 ve diğer şirketlerde de belediye payının yüzde 25–40 arasında düşünüldüğü belirtilmişti. Aynı açıklamada; cirodan pay almak koşuluyla BELTUR ile HAMİDİYE’nin tamamen özelleştirilebileceğini belirten ve "Özelleştirmeden elde edilecek geliri altyapı projeleri başta olmak üzere İstanbul’un 2023’e kadar yapılması planlanan büyük projelerinin gerçekleşmesi için harcayacağız" biçiminde ifadeler de bulunmaktaydı.9 İBB’ nin özelleştirme politikası çerçevesinde hazırladığı bu çalışma, planlanan biçimde önceki dönemde sonuçlanmış olsaydı; İBB tarihinde yeni bir döneme girilmiş ve 80’li yıllarda başlayan liberalleşme akımının başlattığı özelleştirme dalgası büyük bir aşama kaydetmiş olacaktı.

Ancak bu süreç, belediye meclisinin başkana yetki vermemesi ve daha sonra da yapılan seçimler sonucu yönetimin değişmesinden dolayı yarım kalmıştır.

Yeni dönem İBB yöneticilerinin özelleştirme ve BİT’lere bakışında, eski döneme göre büyük oranda bir farklılık bulunmamaktadır. Zira İBB İştirakler Daire Başkanlığı’na atanan yeni başkan da, değişimin hızla yaşandığı dünyada özelleştirmenin kaçınılmaz olduğunu ancak uygulamada farklı bir yol izleyeceklerinin işaretini vermişti. Yeni başkan, BİT’leri daha iyi fiyatlarla özelleştirebilmek için öncelikle durumlarının iyileştirilmesi gerektiğini ve daha sonra piyasaya çıkacaklarını ifade etmişti. Özellikle İDO İGDAŞ ve Kiptaş’ın blok satış ya da tahvil ihraç ederek halka arz yoluyla özelleşeceğini açıklayan başkan, elde edilecek kaynağın ulaşım ve deprem hazırlığı için kullanılacağını ifade etmişti.

BİT’lerin faaliyetini kısıtlayan yasal düzenlemeler

BİT’ler açısından en çarpıcı müdahale biçimi, belediyelerin kendisine bağlı şirketlerden mal ve hizmet alımını kısıtlamaya yönelik olarak gerçekleştirilen hukuksal düzenlemeler olmuştur. 2886 sayılı Devlet İhale Yasası’nın "İhtiyaçların kamu kuruluşlarından karşılanması" başlıklı 71. maddesi, belediyelere kendisine bağlı BİT’lerden "ihalesiz olarak" mal ve hizmet alımına olanak vermekteydi. Yasa bu noktada; kent sorunlarına etkin çözüm üretebilme amacıyla kurulmuş olan BİT’lerin manevra alanını genişletebilmek için liberal bir yaklaşımla belediye yönetimlerine kolaylık sağlamak istemiştir.

Devlet İhale Yasasının ve Genelgenin ilgili maddeleri gereğince belediyeler, ihale yapmaksızın kendilerine bağlı BİT’lerden mal ve hizmet alımına çok kolay başvurabilmekteydiler. Ancak belirli aralıklarla bu hukuksal durumu etkileyecek ve değişikliğe uğratacak düzenlemeler gerçekleştirilmiştir.

BİT’lerde Sermaye artırımına Gidilemeyecek

Bunlardan en önemlisi, 27.11.1994 tarih 22124 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 4046 sayılı Özelleştirmeyle İlgili Yasa ile yapılan değişiklikti. Bu değişikliğe göre, belediyelerin şirket kurmaları, kurulmuş şirketlere ortak olmaları veya sermaye artırımında bulunulması Bakanlar Kurulu iznine bağlanmıştı.

Belediyelerin yeni BİT Kurmaları engellendi.

Bu yasa çıkmadan önce de İçişleri Bakanlığı 07.07.1994 tarih ve 612 sayılı, 04.08.1994 tarih ve 716 sayılı genelgeler ile belediyelerin yeni şirket kurmalarının önü kapatılmıştı. Söz konusu 4046 sayılı yasa ile yapılmak istenen ise, yalnızca mevcut uygulamaya bir yasallık kazandırmak olmuştu. Bu değişiklik daha da ileriye götürülerek, 13.03.1995 tarih ve 22226 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 95/1 sıra nolu Devlet İhaleleri Genelgesi ile, belediyelerin BİT’lerden ihale yapmaksızın mal ve hizmet alımı yapamayacağı hükme bağlanmıştı.

BİT’ler Kamu İhale Yasası Kapsamına alındı

Yapılan en ciddi müdahale ise; 2886 sayılı Devlet İhale Yasası’nın günümüzün değişen ve gelişen gereksinimlerine yanıt vermede yetersiz kaldığı, bütün kamu kuruluşlarını kapsamadığı ve Avrupa Birliği ihale mevzuatı ile paralellik göstermediği gerekçesi ile çıkarılan yeni ihale yasası ile olmuştu. Zira 04.01.2002 tarih ve 4734 sayılı yeni Kamu İhale Yasası’nın Kapsam başlıklı 2. maddesinin "d" bendi, daha önceden kamu ihale yasası kapsamında olmayan belediye şirketlerini yasa kapsamına alındı. Bu çerçevede 01.01.2003 tarihinden itibaren, her türlü mal ve hizmet alımı ile yapım işleri bu çerçevede yürütülmeye başlandı.

BİT’lerin Belediye ihalelerine katılması yasaklandı

BİT’ler açısından yasanın en önemli yönü ise, yasanın İhaleye katılmayacak olanlar başlıklı 11.maddesinin 3. paragrafında, şirketlerin belediyelerin açacağı ihalelere girme yasağının konulmasıydı. Bu yasak, BİT’lerin, kendi belediyelerinin ihalelerine girmesini engelleyeceğinden dolayı kaçınılmaz bir süreci de başlatmış oldu.

Kamu İhale Kurumu Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliği’nin 54. maddesinin 3. fıkrasında yer alan "sermaye paylarına bakılmaksızın ihaleyi yapan idarenin doğrudan veya dolaylı olarak hissedarı olduğu şirketlerin bu idarelerin yapacakları ihalelere katılamayacaklarına" ilişkin hükmün iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle Çanakkale Belediye Başkanlığı’nın açtığı dava, Danıştay 10. dairesi tarafından oybirliği ile reddedildi.

BİT’lerin yönetim kurulları genelde belediyelerin ilgili birimlerinin yetkilileri tarafından oluşturulduğundan, böylelikle BİT’lerin önü iyiye kapanmış oldu. Zira genelde yaşamlarını kendi belediyelerinden aldıkları ihalelerle devam ettiren BİT’ler, kamu hizmeti yapmak amacıyla kurulmuş olsalar dahi, yönetim kurulları aynı şekilde oluştuğu sürece yaşamlarını sürdürmelerini sağlayacak ihalelere giremeyeceklerdi.

Faaliyet kısıtlayıcı düzenlemelerden sonra BİT’leri üç akıbet beklemekteydi

· Türk Ticaret Yasası (TTY)’nın 185-205 maddelerine göre şirketlerin infisahi veya ortakların ayrılması,

· TTY’nin 206–242 maddelerine göre şirketlerin tasfiyesi,

· TTY ve Borçlar Yasası (BY)’na göre şirketlerin devri. Başka bir deyişle 4046 sayılı yasanın 26’ncı maddesi gereği olarak TTY ve BY hükümlerine göre kamuya ait hisselerin özelleştirilmesi.

Bu süreci en az zararla kapatabilmek isteyen belediye yöneticileri, BİT’lerin özel sektöre devredilmesini kaçınılmaz bir sonuç olarak görmüşlerdi. Bu durum özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB)’ni, 4734 sayılı yasanın yürürlük tarihi olan 01.01.2003’den önce BİT’ler için yeni arayışlara soktu. Bu arayışlar içerisinde kısa vadeli olanı; yasa yürürlüğe girmeden önce şirketlerin bir süre de olsa yaşamlarını devam etmelerini sağlayacak yeni ihalelerin verilmesi olmuştu. Uzun vadeli olanı ise; BİT’lerle ve onları bekleyen akıbetlerle ilgili bir durum değerlendirmesi yaparak, BİT’lerin 4046 sayılı yasa kapsamında en uygun koşullarda özelleştirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılması olmuştu.

Özelleştirmeye yönelik olarak başlatılan altyapı çalışması kapsamında, ulaşımdan doğalgaza, konuttan sağlık ve spora kadar faaliyet gösteren bütün şirketler ile ilgili SWOT17 analizi gerçekleştirilmişti. Bu çalışmanın hukuki altyapısı Temmuz 2002 tarihinde tamamlanarak, 27 Eylül 2002’de Belediye Meclisi’nin olağanüstü toplantısında 17 SWOT; Strengths (Güçler), Weaknesses (Zayıflıklar), Opportunities (Fırsatlar), Threats (Tehditler) kelimelerinin kısaltması olup şirketlerin değerlendirilmesinde kullanılan uluslararası bir yöntemdir. İBB Kaynak Geliştirme ve İştirakler Daire Başkanlığı tarafından hazırlanan bu analiz için bkz.: İBB (2003), SWOT Analizi, İstanbul, Nisan. Görüşülmüş ve hukuk komisyonuna havale edilmişti. O tarihte, belediye yetkilileri tarafından yapılan açıklamada; Belediye Meclisi’nin özelleştirme yetkisini belediye başkanına vermesi durumunda en fazla 3–4 ay içinde bütün şirketlerin özelleştirilebileceği ifade edilmişti. Ancak konuyla ilgili tartışmaların başlaması ve özellikle Büyükşehir belediyelerinin yoğun baskısı üzerine başlayan süreçte genel seçimlerin yapılarak merkezi hükümetin değişmesi yeni bir durum ortaya çıkardı.

Zira yeni hükümetin, 30.07.2003 tarihinde çıkardığı 4964 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Yasa’nın 8. maddesi, 4734 sayılı yasanın 11. maddesinde değişikliğe neden olmuş ve maddedeki "…bunların kurmuş oldukları.." ifadesini kaldırmıştı. Bu değişiklikle birlikte, BİT’ler Kamu İhale Yasası’nın kapsamında kalmaya devam etmekle birlikte, belediyelerin açmış olduğu ihalelere girebilecekleri konusu netlik kazanmıştır. Yapılan bu son değişiklik, yoğun bir faaliyet içerisine girmiş olan belediyeleri ve dolayısıyla BİT’leri zor durumdan kurtarmıştı.

Ancak sonraki süreçte gerek Danıştay’ın vermiş olduğu karar, gerek Kamu İhale Kurumu’nun tebliğleri ve gerekse uygulamadaki hassasiyetten dolayı, BİT’lerin yönetim ve denetim kurullarının oluşumunda çok daha dikkatli olunmaya başlanılmıştır. En azından belediyelerin ilgili birimlerinin yetkilileri, kendileriyle paralellik arz eden BİT’lerin yönetim ve denetim kurularında görev almamaktadırlar.

BİT’lerle ilgili olarak; 28 Mart 2004 yerel seçimlerinden sonra yeni bir sürecin başladığı da görülmektedir. Özellikle İBB yetkilileri bu süreçte, BİT’lerin özelleştirilmesine sıcak bakmanın yanı sıra, "iyileştirme" ve "verimli hale getirme" kavramları üzerinde de durmaktaydılar. Yetkililer, bu kavramların yaşama geçmesi ile birlikte, ancak BİT’lerin daha cazip hale geleceği ve özelleşmenin daha sağlıklı yapılabileceğini ifade ettiler.

1918 Belediye şirketlerinde, yönetim ve denetim kurulu üyeliklerinin bir kısmının seçimle iş başına gelen belediye başkanları ve seçimle gelen meclis üyeleri arasından, atamayla belediye başkan yardımcılığına getirilen belediye görevlilerinden oluşmaktaydı. Bunların dışında özellikle büyükşehir belediyelerinde, BİT’lerin yönetim kurulu başkan ve üyelikleriyle denetim kurulu üyelikleri, çoğunlukla, belediyelerin üst düzey bürokratları tarafından oluşmakta ve böylece belediye ile BİT’ler arasında bağlantı ve koordinasyon da sağlanmaktaydı.

Özelleştirmede Kullanılabilecek Yöntemler

Gerçek anlamda özelleştirmeden söz edebilmek için belediyelere ait iştiraklerin hisselerinin en az % 51’inin devredilmesi gerekmektedir. Ancak bu biçimde şirketlerin yönetimleri özel sektör sahiplerine geçebilir. Aksi taktirde belediyeler, yine ağırlıklı olarak yönetimde söz sahibi olacaktır. Bu belirtilen sonuca ulaşmak için mevcut mevzuatın da uygun olduğu görülmektedir. TTY’ya bakıldığında, belediyelerin; "A.Ş." niteliğine sahip şirketlerdeki payları ile bu payları temsil eden hisse senetlerini ve limited şirketlerdeki paylarını, kendi meclisleri kararı ile üçüncü kişilere devredebileceği ifadesi yer almaktadır. 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Yasa ve Yasa Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Yasanın 26. maddesi de yerel yönetimlere ait ticarî amaçlı kuruluşlar ile pay oranlarına bakılmaksızın her türlü iştiraklerdeki paylarının özelleştirilmesine ilişkin işlemlerin yetkili organlarınca belirlenip yürütüleceğini karara bağlamıştır. Aynı yasa, iştiraklerin ve bağlı ticarî kuruluşların özelleştirilmesinde belediye meclislerini yetkili organ olarak kabul etmiştir(md. 26). Benzer hükümler 2886 sayılı Devlet İhale Yasası (DİY) (md.13), 1580 sayılı Belediye Yasası(md. 8) ve 3030 sayılı kanun tarafından da benimsenmiştir. Hisselerin nasıl devredileceği konusuna bakıldığında ise, yürürlükteki mevzuatın farklı yöntemlere olanak verdiği görülmektedir

1- Hisse Senetlerinin Borsa Yolu İle Satılması (Halka Arz)

Bu yöntemle, halka açık olmayan, ancak hisse senetleri halka arz edilen anonim şirketlerin hisse senetlerinin satışı söz konusudur. Ortaklar tarafından konulan sermayeye karşılık hisse senedi çıkarılamadığı için limited şirket hisseleri (TTY. md. 503) ile sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerdeki hisseler borsa yoluyla satılamamaktadır (SPY. md. 4). Hisseleri borsa kotuna alınmış belediye iştiraklerinin (anonim şirket konumunda bulunanlar) satış işlemi şu aşamaları içerecektir:

1- Öncelikle belediye meclisi ilgili hisse senetlerinin satışına karar vermelidir.

2- Şirketin aktiflerinin değerlemesi, öz kaynağının hesaplanması ve hisse senedi bedellerinin saptaması yapılır. Bu işin saptanması ise, serbest muhasebeci, malî müşavirler ve yeminli malî müşavirler yetkili kılınmışlardır (3568 sayılı Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci Malî Müşavirlik ve Yeminli Malî Müşavirlik Yasası). Bu iş için kiminle anlaşılacağı konusu belediye encümeninin yetkisi dahilindedir (2886 sayılı Yasa/md.51/i).

3- Hisse senetlerinin borsada satılması bir aracı kuruluş tarafından gerçekleştirilir. Bu işi hangi aracı kuruluşun yapacağı belediye encümenince belirlenerek bir sözleşme imzalanır (DİY, 51/1). 4- Son olarak, yapılan sözleşme hükümleri uyarınca hisse senetleri ilgili aracı kuruluş tarafından borsada satılır. Encümen, hisse senetlerinin satış bedeli için bir alt sınır koyabilir. Aracı kuruluş bu alt sınıra uymakla yükümlüdür. Hisseleri borsa kotuna alınmamış "A.Ş." niteliğindeki belediye iştiraklerinin yapısı, sermaye piyasası mevzuatına uygun hale getirilerek borsada satış işlemi yapılabilir.

İlgili prosedür şöyle işlemektedir:

1-Söz konusu hisse senetleri Sermaye Piyasası Kurulu’na kaydettirilmelidir (SPY.md.4). Ancak, bu hisselerin nominal değerleri toplamının nominal sermayeye oranı şirketin Kurul’a başvurduğu anda % 15 ve yukarısı olmalıdır. Belli bir tertip veya gruba dahil olmaları halinde o tertip ve gruptaki hisse senetleri bedellerinin; aksi taktirde ortaklık sermayesinin tamamen ödenmiş olması,rehin veya teminata verilmek suretiyle senetlerin devir tedavülünü kısıtlayıcı ve senet sahibinin haklarını kullanmasına engel olucu kayıtlara tabi olmaması, kurul kaydına alınmadan önce, "Hisse Senetlerinin Şekil Şartlarına İlişkin Düzenlemeler"ine uygun olarak bastırılmış bulunması gerekir (31.07.1992 / 21301 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Sermaye Piyasası Kurulu Tebliği, Seri: 1, No:14).

2- İlgili şirketin yönetim kurulu, hisse senetlerinin ortakları tarafından halka arz edilebileceği yönünde karar almalıdır. Halka arz işlemleri, bir aracı kuruluş aracılığı yerine getirilir ve bu amaçla, hisse senetleri sahipleri ile aracı kuruluş arasında Kurul’un belirleyeceği örneğe uygun olarak yüklenim sözleşmesi imzalanır. Bütün bu koşullar oldukça uzun zaman alacağı için, bu tür hisse senetlerinin borsa kanalı ile değil de blok satış yöntemi ile satışının özellikle belediyeler açısından daha uygun olacağı söylenebilir. Çünkü halka arz, uygulamada pek de başarılı olamayan yöntem olmuştur. Öncelikle KİT’ler gibi gerçek kişi olmayan kuruluşların halka doğrudan yazılım veya borsada hisse senedi yolu ile satışı; yurttaşların bu işletmelerin geçmiş ve gelecek zararlarına ortak edilmesine yol açmıştır. Dolayısıyla halk özelleştirmeye karşı güvenini kaybetmiş ve kamu ile ortaklıktan kimsenin kar edemeyeceği anlayışı yerleşmiştir. Bu nedenle bu yöntemin, blok satış ile birlikte karma olarak uygulanması durumunda başarılı olma olasılığı bulunmaktadır.

2- Blok Satış (İhale)

Hisse senetlerinin borsa yolu ile satışı yönteminden farklı olarak, burada limited şirket hisseleri ile sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin hisse senetlerinin satışı söz konusudur. Ayrıca, hisse senetleri borsa kotuna alınmamış anonim şirketlerdeki hisse senetlerinin satışında da bu yöntem tercih edilmektedir. Hisse senetlerinin blok satışı, ihale yöntemi ile gerçekleştirilmektedir. Satış konusunda karar merci belediye meclisidir. Satış için, öncelikle şirketin ve malî durumunun analizi yapılarak hisselerin rayiç bedeli saptanmalıdır. Burada da yetki serbest muhasebeci, malî müşavirler ve yeminli malî müşavirlerdedir. Hizmeti kimin yürüteceği de yine belediye encümenince belirlenmektedir. Saptanan rayiç bedel ihale aşamasında muhammen bedel olarak göz önünde bulundurulur. Bu bedelin miktarına göre satış işlemi üç farklı biçimde gerçekleştirilebilir: Hisseler ya ihale yöntemlerinden kapalı teklif usulü ile ya da eğer sahip oldukları bedel o yılın bütçe yasasında belirtilen sınırlar dahilinde ise, açık teklif veya pazarlık usulü ile satılabilir. Türkiye’de en çok kullanılan yöntem blok satıştır. Bu yöntemin birçok yararları vardır: Öncelikle ekonomideki teşebbüs ve sermaye arzını artırmak için elverişlidir. İkincisi, finansman açısından hasılatı başından garanti eden risksiz bir yöntemdir. Üçüncüsü, işletmede yönetim zafiyeti oluşturmayan bir yöntemdir. Ancak iki önemli kusuru da bulunmaktadır. Birincisi, kısa dönem itibariyle de olsa servet ve gelir dağılımını bozmasıdır. İkincisi, yolsuzluk gibi olumsuz durumlara prim vermesidir.

3- Gecikmeli Halka Arz

Belediyeye ait BİT zararda olup gerekli rehabilitasyon çalışmaları yapıldığı taktirde kâr edebilecek duruma gelebilecekse ve belediyenin kaynakları da buna yetmiyorsa, bir sözleşme ile ilgili belediyenin payı blok halinde özel sektöre devredilir. Bu devir karşılığında özel firma da gerekli kaynak transferini yaparak rehabilitasyon gereksinimini karşılar. Bir sözleşme ile rehabilitasyonun ve gerekli yatırımların özel şirketçe yapılması güvence altına alınır. Yine sözleşmede belirlenen sürenin sonunda hisseler kısmen veya tamamen halka arz edilir. Hisselerin halka arzı da özel firmanın yükümlülüklerindendir.

4- Likidasyon (Varlık Satışı)

Bu yöntemde asıl olan varlığın kendisinin satışıdır. Buna göre, satılacak aktifler veya işletmeler belli bir firmaya, bir kaç firmaya veya bir konsorsiyuma pazarlık yoluyla devredilebilir. Bu yöntem daha çok kâr amaçlı nihai mal veya hizmet üreten iktisadî teşebbüslerin bazı kısımlarının veya yan kuruluşlarının satışında uygulanmaktadır.

5- Çalışanlara Hisse Devri

Bu tür satışta güdülen amaç, hem çalışanları hisse sahibi yapmak suretiyle, hisse sahipliğini yaygınlaştırmak ve bu biçimde çalışanların da özelleştirmeye doğan tepkilerini en aza indirmektir.

Bu yöntemlerin dışında pratikte kısmen uygulanan özelleştirme kapsamında sayılabilecek farklı yöntemler de bulunmaktadır. Bunlar arasında en önemli olanı kısaca "taşeronlaşma" diye ifade edebileceğimiz bu yöntemdir. Bu yöntemde; şirketler, ana işlevini devam ettirmekle birlikte yardımcı işlevleri ihale vb. usullerle özel sektörden parça parça hizmet satın alarak yürütmektedir. BİT’lerin mevcut halinde de kısmi olarak kullanılan bu yöntemin, hizmetlerin tamamına yaygınlaşması durumunda hem şirketlerin kendi yapısı ve personel sayısı küçülmüş hem de özel sektörün daha aktif olarak bu alanlara girmesi sağlanmış olacaktır. Bu yöntemde, şirketin tüzel statüsü devam etmekte birlikte, çekirdek yönetim kadrosu ağırlıklı olarak denetim işlevi görecektir. Dolayısıyla uygulamada başarılı olabilmek ve hedeflenen verim ve karlılığı elde edebilmek için ciddi ve düzenli bir denetim mekanizması olmazsa olmaz bir koşuldur. Diğer bir yöntem de, kiralama ve işletme haklarının veya mülkiyetten başka diğer hakların devri yöntemidir. Bunlar, gerçek anlamda bir özelleştirme olmamakla birlikte, Anayasadan ve yasalardan doğan engelleri aşabilmek için başvurulan ve özelleştirmeye zemin hazırlamaya yol açıcı yöntemlerdir. Örneğin özelleştirmenin olanaklı olmadığı durumlarda kiralama veya işletme hakkı devri, bölgedeki inisiyatifi harekete geçirerek sorunların çözümüne katkıda bulunmalarını sağlamak için göz önünde tutulması gereken bir yöntemdir. Doğal olarak bu tür yöntemler tam bir özelleştirme yöntemi olmayıp, uzun vadede satışa dönüşecek ara çözümlerdir.

BİT’lerin Özelleştirilmesinde Ortaya Çıkabilecek Sorunlar

BİT’lerin özelleştirilmesi gündeme geldiğinde, özelleştirmeyi "toptancı" bir anlayışla reddetmek ya da "bırakın yapsınlarcı" bir anlayışla herşeye rağmen yapılmasını kabul etmek gibi refleksler hatalı sonuçlara götürebilir.

Bu nedenle konu, öncelikle avantaj ve dezavantajları ile net ortaya konulmalı; ve özelleştirme gerekli görüldüğü taktirde, belediyeler ve çalışanlar açısından yaşanabilecek sorunlar saptanıp sağlıklı bir geçiş süreci üretilmelidir. Çünkü yaşanabilecek bir özelleştirme sürecinde BİT’leri ve dolayısıyla belediyeleri çok ciddi sorunlar yumağı beklemektedir. Bu yumakta, ekonomik ve mali sorunlar önemli olmakla birlikte, sosyal ve siyasal yönleri olan sorunların da ağırlıklı olarak bulunacağı bir gerçektir. Bu bağlamda olası özelleştirilme sürecinde BİT’leri bekleyen sorunlardan bazılarına genel hatlarıyla bakmaya çalışalım. BİT’leri özelleştirmenin sonrasında ortaya çıkabilecek en çarpıcı sonuç,

· ülkemizde yüksek oranda seyreden işsizlik oranının daha fazla artması olasılığıdır. Artan işsizlik sorununa ek olarak, iş güvencesinin azalması, reel ücretlerde düşme ve sendikalılaşma oranında azalma gibi özellikle sosyal nitelikli sorunlar da baş gösterecektir. Dolayısıyla özelleştirmenin ilk etkileri, BİT’lerde çalışan ve sayıları binlerle ifade edilen çalışanlar üzerinde kendisini gösterecektir. Kaynak tahsislerinin etkinliği gibi özelleştirmenin ortaya çıkarabileceği olumlu sonuçlar orta ve uzun dönemlere yayıldığından, kısa dönemdeki başta işsizlik olmak üzere sosyal içerikli sorunlar kendisini daha çok hissettirecektir. Üstelik bazen özelleştirme sonrasında yapılan kar/zarar hesapları, el değiştiren işletmenin kapatılmasına veya üretimin durmasına da yol açabilmektedir. Bu durum; işletmenin mevki rantı nedeniyle, rekabet gücünün olmaması gerekçesiyle, bazen rakiplerin monopolleşmek için kamu kuruluşlarını satın alarak kapatmalarıyla ya da işletmecilik hatalarından veya maliyetlerin yüksek olması gibi nedenlerden kaynaklanabilmektedir. Böylelikle artmakta olan işsizlik sorunu daha da içinden çıkılmaz bir duruma gelecektir. Bu sakıncaları ortadan kaldırmaya yönelik olarak, kıdem tazminatlarının ödenmesi yanında işsizlik sigortasının daha aktif uygulanması, borçların ödenmesinden arta kalan özelleştirme gelirlerinin yatırımlarda kullanılması, işsizlerin yeniden eğitilmesi gibi önlemler uygulanabilir görülmektedir. Kısa dönemde alınacak bu tip önlemlerle birlikte;

· BİT’lerin özelleştirilmesinde, orta ve uzun vadede başlıca hedef, başta kaynak tahsislerinde olmak üzere etkinlik artışının sağlanması olmalıdır. Yoksa yalnızca belediyeye gelir sağlamak ya da borç ödemek gibi kısa vadeli hedefler için BİT’leri özelleştirmeye gitmek sağlıklı olmayabilir. Üstelik özelleştirmenin getireceği birçok maliyet de söz konusu olduğundan, kurallara uygun olarak yapılan özelleştirmelerde genellikle kısa dönemde gelir sağlamak zor gözükmektedir.

· BİT’lerin özelleştirilme sürecinde ortaya çıkabilecek önemli sorunlardan birisi de; şirketlerin pazar değerlerinin hesaplanması sorunudur. Özellikle özelleştirmeye konu olacak mal ya da hizmet, yalnızca bir-iki kişinin fiyat verebileceği kadar büyükse ya da verilen fiyat gerçek değerin altında kalırsa; özelleştirmelerdeki geleneksel sorun olan "değer biçememe" ile karşı karşıya kalınabilir. Bu değer biçememe sorununun, BİT’lerin özelleştirilmesi sürecinde yaşanma riski de büyüktür.

Bu geleneksel sorunun uzantısı olarak ortaya çıkan alt sorunlar da bulunmaktadır.

· Özellikle blok satışlarda bedellerin piyasa değeri altında tutulmasının yolsuzluğa ortam hazırlaması ile birlikte, gelir dağılımını bozucu etkisi de ortaya çıkabilir. Bu nedenle özelleştirme operasyonunun yönetimi, üzerinde hassasiyetle durulması gereken önemli bir konudur. Hantal bürokratik yapıyla çalışmak yerine; uzmanlar desteğinde, doğrudan en üst otoriteden emir alıp ona hesap veren tam yetkili ekiplerle çalışmak daha sağlıklı olacaktır (Butler, 1993:11).

Belediyeler, BİT’ler aracılığı ile kent yaşamı içerisinde yaşamsal öneme sahip hizmetleri yerine getirmektedirler. Bu nedenle özelleştirme sürecinde hizmetlere talip olan özel sektör firmalarının iflas etme tehlikesi, başarısız olma veya hizmet kalitesinin düşüklüğü gibi nedenlerle ya da sözleşme koşullarını kötüye kullanıcı davranışlarıyla, hemşehrileri hizmetlerden yoksunbırakma olasılıkları olduğundan, belediyelerin ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmaları kaçınılmaz olur. Dolayısıyla özelleştirme sürecinde belediyeleri siyasal ve hukuksal birçok risk beklemektedir. Çünkü yapılan hizmet sözleşmeleri, hiçbir zaman belediyenin sorumluluğunu göz ardı ettiremez ve onu sorumsuz kılamaz. Hizmetin yüklenicisi kim olursa olsun, özel sektör ile kamu hizmetini yerine getirmenin daha büyük düzenleme/denetlemelere götürmesi kaçınılmazdır.

Bu düzenleme/denetleme mekanizması olmazsa ya da sağlıklı işlemezse; kamu yararının sağlanmasının aksine hemşehrilerin ciddi mağduriyetleri söz konusu olabilecektir. Bu nedenle belediyelerin BİT’lerle ilgili herhangi bir hizmeti özel firmalara devretmesi ya da ihale etmesi ile iş bitmemekte; hizmetlerin yerine getirilmesi veya kalitesi ile ilgili denetim gerekleri, hizmet programının düzenleme ve değerlendirilmesi ile inceleme gerekleri gibi faaliyetlerin kesinlikle belediye tarafından yerine getirilmesi gerekmektedir. Hatta oluşacak aksamalarda, hemşehrilerin resmi ve siyasal muhatabı olan belediyelerin özelleştirme aşamasından önce olduğu gibi bu hizmetleri bizzat kendisinin yerine getirmesi zorunluluğu olacaktır. Çünkü hizmetin yerine getirilmesi, belediyenin sorumluluğu ve garantisi altındadır. Hizmet için gerekli altyapı yatırımını gerçekleştiremeyecek ve hizmeti yerine getiremeyecek bir özelleştirme girişimi, yine belediyenin sırtına kambur bırakmaktan öteye geçmeyecektir. Bundan dolayı özelleştirme sürecinde, BİT’lere talip özel firmaların sahip olduğu profil ve ekonomik durumun çok iyi analiz edilmesi gerekir (Butler, 1993: 12).

Hizmetlerin fiyatlandırılması ile ilgili bir sorun da; doğal tekellerin özelleştirilmesi halinde yaşanabilecektir. Bu durum, hizmetlerin monopol fiyatlandırılması ve istenilen fiyatla sunulması ya da daha karlı gözüktüğünde hizmetin/üretimin kısılması ya da kalitesinin düşürülmesi sorunlarını da beraberinde getirecektir.

Özelleştirme süreçlerinde yaşanabilecek diğer bir sorun da geçiş maliyetleridir.

Bu maliyetlerden nadiren söz edilmektedir. Ancak şu da bilinmelidir ki, BİT’lerin özelleştirilmesinde ilk kurulum maliyeti, geçiş süreci maliyetleri, yasal maliyetler ve hizmet yokluğu gibi giderler belediyelerin sorumluluğunda kalacaktır. Ayrıca yapılacak bir özelleştirmede belediyeler, geçişle bağlantılı bozulma maliyetlerini de içeren bir dizi yayın ile, potansiyel iş sorunlarıyla, hizmetlerin yerine getirilmesi esnasındaki başarısızlıklarla ve geçiş dönemindeki haksız olayların neden olduğu davalarla yüz yüze gelmek durumunda kalacaktır. Bu nedenle geçiş, özelleştirmenin potansiyel yararlarından daha ağır gelebilecek sosyal ve siyasal yönleri de olan bir gerçeklik olarak belediyelerin karşısına çıkacaktır (Butler, 1993: 10; Peker, 2003). Ticari nitelikte olmayan sosyal ve kültürel amaçlı hizmetlerin, özelleştirilme sonucu ortadan kalkması sorunu da bulunmaktadır. Bunlar genellikle ortalama maliyetin, ortalama hâsılatın üzerinde olduğu hizmetlerdir. Yapılması gereken ise, ya çapraz sübvansiyona başvurmak veya sabit tesis harcı talep etmek veya bu hizmetleri talep edenlerin hizmetlerin finansmanına katkıda bulunmasını sağlamaktır. Ancak yerel olarak bu hizmetlerin finansmanına katkıda bulunulmuyorsa ve çok ciddi maliyetleri varsa, bu alanlardan çekilmek ve aynı hizmetlerin aksamadan yerine getirilmesini sağlayıcı sivil alternatifleri desteklemek daha doğru olacaktır.

Son olarak özelleştirme süreçlerinde, neyin özel neyin kamu ve neyin kamuya ait neyin özele ait olduğu arasındaki ilişkileri yeniden tanımlanacaktır. Bu tanımlama ile, şu andaki haliyle kamu hizmeti ile ilgili meşruiyetin de özelleştirilmesi söz konusu olacaktır. Bugün kamu hizmetlerinin etkin verilemeyişinin nedeni olarak, hizmet arz edenlerin oluşturdukları ittifaklar ve yerinden kolay oynatılamayan bürokratlar ya da aşırı politizasyon olarak gösterilebilmektedir.

Özelleştirme, bu tür nedenleri ortadan kaldırıp verimlilik artışını sağlamak amacıyla düşünülmekle birlikte; milletin bağlılık ve aidiyet duygusu açısından da bazı riskler de taşımaktadır. Eğer özel firmalar topluma yakın ortak tabanlı ve orta ölçekli örgütler ise sonuç toplumsal açıdan ciddi sorun oluşturmayabilir. Aksi taktirde toplumdaki kamusal meşruiyet kavramı, verimliliğin artışı açısından erozyona uğratılmış olacak ve belki de tekrar kazanılamaz duruma gelebilecektir.

Kısacası özelleştirme sürecinde yaşanabilecek tüm bu endişe ve sorunların ortadan kalkabilmesi için, konunun ekonomik ve mali yönleri ile birlikte özellikle yaşamsal değere sahip siyasal ve sosyal boyutlarının da kesinlikle dikkate alınması gerekir. Yoksa olayın bu boyutları dikkate alınmadan ve her şeye rağmen gerçekleştirilen özelleştirme uygulamaları çok ciddi riskler taşıyabilir.

Şurası da bilinmelidir ki; tüm bunların sağlıklı işleyebilmesi ve sorunların en aza indirilebilmesi, ancak özelleştirmelerin her aşamasının saydam bir biçimde yapılması ile olanaklı olabilir. Bugüne kadar yapılan özelleştirmelerle ilgili verilerin ortaya çıkardığı gerçek; özelleştirme uygulamalarından elde edildiği var sayılan gelirden, toplumun yaşam koşullarını iyileştirici herhangi bir çalışma yapmaya olanağı olmadığıdır. Yalnızca kamunun ortak malı olan birçok kuruluş, arsa değeri altından, el değiştirmiştir. Türkiye’de belki KİT’lerin tasfiyesini, bazılarının özerkleştirilmesini, belli konularda doğrudan satış, management-contract, imtiyaz yöntemiyle özelleştirmeyi içeren karma bir program uygulamak mümkündür. Ancak şimdiye kadar yapılan uygulama, uluslar arası çevrelerde, KOİ’nin yetersizliğinden ve hükümetlerin kararsızlığından kaynaklanan nedenlerle, başarısız bir örnek olarak gösterilmektedir.

2009–71 nolu Sayıştay Dergisinde Yrd. Doç. Dr. Gürbüz ÖZDEMİR’in "Belediye İktisadi Teşebbüslerinin Özelleştirilmesi" adlı makalesinden bazı bölümleri yukarıda aktardıktan sonra İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin bir BİT oluşumu olan İDO’nun özelleştirilmesi için İBB Meclisinin Başkanı Kadir Topbaş’a yetki vermesi konusunu irdeleyelim.

İstanbul’un deniz ulaşımı, 06.04.1987 yılına kadar büyük ölçüde TDİ Şehir Hatları İşletmesi (ŞHİ) tarafından sağlanırken, bu tarihte İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından İstanbul Ulaşım ve Ticaret A.Ş. kurularak deniz ulaşımını sağlayan ikinci bir kuruluş ortaya çıkmıştır. 02.09.1988 tarihinde şirkette unvan değişikliği yapılmış, işletme  İstanbul Deniz Otobüsleri Sanayi ve Ticaret  A.Ş.  (İDO) adını almıştır. Ve bünyesindeki Deniz Otobüsleri ile Marmara denizinde ve de boğazda deniz taşımacılığı yapmaya başlamıştır.

İDO’nun resmi web sayfasında "İDO sermayesinin büyük bölümü İBB’ye ait olduğu, özel hukuk hükümlerine tabi bir belediye iştiraki olduğu,  Belediye İktisadi Teşekkülleri (BİT) 1580 sayılı "Mahalli İdareler Kanunu" ve 3030 sayılı "Büyükşehir Belediyeleri Kuruluş Kanunu"nun verdiği yetkiye göre kurulduğu, Bu kanunun belediyelere, görev alanlarına giren konularda gerekli tesisleri kurmak, kurdurmak, işletmek veya işlettirmek imkânını verdiği, ayrı bir tüzel kişiliğe ve bütçeye sahip,  ticari nitelikte, ancak yerel yönetim ile koordineli olarak çalışan özel amaçlı bu kuruluşlar aracılığıyla birçok hizmet yürüttüğü, BİT’lerin sermayesinin belediyeye ait olduğu üretilen hizmet  belediye adına gerçekleştirildiği" ifade edilmektedir.

Bu cümlede kendi içinde bir biri ile çelişen çok önemli bir nokta vardır. Cümlenin başında İDO’nun sermayesinin büyük bölümünün İBB’ye ait olduğu söylenirken, cümlenin sonlarına doğru BİT’in sermayesinin tamamının Belediyeye ait olduğu belirtilmektedir.

2005 Şubat ayında İBB,  Özelleştirme Yüksek Kurulu ile bir protokol yaparak ŞHİ’yi devralmıştır. Böylece İstanbul’da deniz ulaşımı hizmeti yapan en büyük kuruluş İBB olmuş ve İBB bu hizmetin yürütülme işini  İDO’ya devretmiştir.

Şimdi bu devir işinde biraz ayrıntıya girelim.

resim

resim  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Özelleştirme Yüksek Kurulunun 31.01.2005 tarih 2005/03 sayılı kararında "10.03.1993 tarihinde özelleştirme kapsamına alınan 1995 yılında özelleştirme stratejisi belirlenen TDİ’nin şehirhatları İşletmesi ve Deniz Yolları İşletmesine ait hatlardan İstanbul Boğaz, Haliç, Sirkeci, Adalar-Yalova, Eskihisar-Topçular, İstanbul-Avşa-Marmara-Erdek-Tekirdağ hatlarında faaliyet gösterdiği yolcu ve araç taşıma hizmetlerinden çekilmesine, İstanbul Şehir içi ulaşımın entegrasyonunun sağlanarak bu hizmetlerin tek elden aksatılmadan ve güvenli bir şekilde yürütülmesini teminen bu hizmetlerin ve anılan bölgede deniz yoluyla şehir içi ulaşımda kullanılan araç, gemi, demirbaş ve yedekleri ile birlikte bu kararın yürürlüğe giriş tarihinden itibaren 3 yıl ödemesiz 7 yıl içinde ödenmek üzere toplam 21.820.000 ABD Doları bedelle, iskelelerin ise bila bedelle belediye devredilmesine karar verilmiştir.

Bu karar çerçevesinde İBB ve TDİ arasında 15.03.2005 tarihinde imzalanarak yürürlüğe giren protokolün

6.9 maddesinde "tahsis edilen iskele ve hizmet binaları tahsis amacı dışında kullanılamaz"

resim

 

9.12 maddesinde "Belediye’ye devredilen gemiler, iskeleler, terminaller bu protokolün amacına uygun olarak Belediye tarafından üçüncü şahıslara, iştiraklere işlettirilebilir veya kiraya verilebilir"

resim

Söz konusu protokolün eki olan "Haliç Tersanesinin İşletilmesine Yönelik Ek 2 Protokol"ün maddelerinden

Madde 9-Devir’de "protokol kapsamındaki işin tamamı yada bir kısmı, Belediyenin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde ve hiçbir gerekçe ile özel ve tüzel 3. şahıslara devredilemez. Ancak Belediye, tersanenin işletilmesi ve bu protokoldeki yetki ve sorumluluklarının bir kısmını veya tamamının devrini sermayesinin yarısından fazla hisseye sahip olduğu şirketlere bırakabilir"  

resim

İDO’nun sahip olduğu deniz araçları, iskeleler ve tersaneler ile deniz işletmeciliği hakkı zaten bir özelleştirme programı gereği verilmiş olup özelleştirmenin özelleştirmesi olmaz.

TDİ deniz araçları iskeleler tersaneler İstanbul Kent içi ulaşımda entegrasyonu sağlamak ve ulaşımı tek elden planlamak koordine etmek amacı ile İBB’ye verilmiştir. Özelleştirme Yüksek Kurulunun bu devir hakkındaki kararı ve imzalanan devir protokollerindeki hükümler yok sayılarak yada görmezden gelinerek İDO ve bünyesindeki TDİ taşınmazları deniz araçları iskeleler tersaneler yeni bir özelleştirme hareketi ile İBB Başkanı tarafından satılamaz.

İDO’nun satılması konusunda İBB Meclis kararı ile Belediye Başkanına verilen yetkide kararın içeriği tam olarak bilinmemekle beraber satışın Likidasyon (Varlık Satışı) yöntemi ile yapılacağı sinyalleri verilmektedir. Yani bu satışla İDO’nun asıl varlığının tamamı satılacaktır. Peki, İDO’nun işlettiği vapurlar iskeleler kendi varlığımıdır yoksa kullanım hakkı kendisine devredilen varlıklar mıdır? Tabiî ki bu varlıklar İDO’ya işletilmek üzere devredilmiş varlıklardır. İBB illaki İDO’yu satacağım diyorsa yalnızca İDO’nun kuruluşu ile sahip olduğu Deniz otobüslerini ve işletmesini satabilir. TDİ’den Özelleştirme Yüksek Kurulunun kararı gereği kendisine işletmek üzere devrolmuş deniz araç tesis ve işletme hakkını satamaz. Kaldı ki bu devir karşılığı İBB’nin TDİ ye yapacağı ödeme 2005 yılında sonra 3 yıl ödemesiz 7 yıl içinde ödenecek şartı dikkate alındığında borcun ödeme süresi 2015 yılında dolmaktadır.

İBB bu bedeli ödemiş midir?

Vaktinden önce ödemesi zor görünmektedir. Kaldı ki belediye mali kriz içinde bulunduğu metro yatırımlarını sürdürmek için bu satışı yaptığı ifade edilmektedir.

Gerek Özelleştirme Yüksek Kurulunun devir kararındaki ", İstanbul Şehir içi ulaşımın entegrasyonunun sağlanarak bu hizmetlerin tek elden aksatılmadan ve güvenli bir şekilde yürütülmesini temin" ifadesi gerekse İDO’nun resmi web sayfasındaki "İDO, Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre faaliyet gösteren bir anonim  şirket olmasına rağmen, kamu kaynağı kullanıyor olması nedeniyle kamu yararını gözetmektedir. Dolayısı ile üretilen hizmetler  kamu hizmeti niteliğini taşımaktadır" tanımlama İDO’ya kamu hizmeti yapma sorumluluğunu yüklemektedir. Bu nedenledir ki İBB bu sorumluluğu İDO’yu satarak yok sayamaz.TDİ ve İBB arasında imzalanan protokolün 9.12 maddesinde "iskele ve gemiler 3.şahıslara işlettirilebilir kiraya verilebilir" hükmündeki satış (tekrar özelleştirme) kısıtlaması İBB Meclisindeki iktidar partisi çoğunluğu tarafından görmezden gelinerek İDO’nun tüm varlığı ile satışı için İBB Başkanına yetki verilmiştir.

TDİ ve İBB arasında imzalanan protokolün Protokolün 9.15 maddesi "bu protokolün yürürlüğe girmesinden sonra doğacak ihtilafların halli için Beyoğlu Mahkemeleri ve İcra Daireleri yetkilidir" hükmü gereği prtokol hükümlerine aykırı olan İBB Meclis kararının iptali için belirtilen mahkemelere ve İdarenin alacağı her türlü işlem ve karar İdari yargının kapsamına girdiğinden İdare mahkemelerine İBB Meclis kararı hakkında dava yolu açıktır.

resim

Özelleştirme Yüksek Kurulunun 31.01.2005 tarih 2005/03 sayılı kararının 7. maddesindeki "…devir işleminde veya ileride ortaya çıkabilecek husuların çözümü amacıyla gerek görüldüğü takdirde Özelleştirme İdaresi Başkanlığının uygun görüşü alınarak ek protokoller düzenlenerek yürürlüğe konulmasına" hükmü gereği de Özelleştirme İdaresi Başkanlığına bu tartışmalı konu bir yazı ile taşınmalıdır.

İBB Meclisinin İDO’nun satışı yolunda İBB Başkanına yetki vermesi ve satış yolunu açmasından İstanbul’da deniz ulaşımından yararlanan halkı olumsuz olarak etkileyecektir. Çünkü özel sektör kendi belirlediği karlı hatlarda ve zaman dilimlerinde hizmet vereceği için çalıştıracağı gemilerde müşteri memnuniyetini baz alacak kamu yararı ikinci plana atılacaktır. İDO’nun kar getirmediğini ileri sürerek kamusal yararı hiçe sayarak uzun yıllar halkın yararlandığı İstanbul Yalova Vapur seferlerini iptal ettiği daha hafızalarımızda tazeliğini korumaktadır.

Denilebilir ki İBB denetim ve düzenleme görevini yerine getirsin. İDO kendine bağlı bir BİT iken bu mümkündür. Sefer ve fiyat politikasını kamu adına denetleyebilir karar sürecine katılabilirsin. Ancak parayı verip İDO’yu alan şirketin yönetim ve ticaret yaşamını belirleme yetkisinin İBB de bulunabileceğini söylemek veya sanmak ticaretin kurallarını ya bilmemek yada bu işlerin ahbap çavuş yandaş sermaye aracılığı ile karşılıklı anlayış içinde yürütüleceğini önceden planlamak olarak izah edilebilir.

Deniz Ulaşımındaki kamusal yarar şirketlerin insafına bırakılamaz. İstanbul’da Ulaşım kargaşasına son vermek için Ulaşımı tek elden yönetilmelidir diyerek TDİ’yi özelleştirilerek İBB’ye devredildi. Bu yaklaşıma ulaştırma bilim adamları da beyanatları ile destek verdiler. Şimdi İDO özel sektöre satılarak ulaşım tek elden yönetilmekten vazgeçiliyor, ne için metro yapacağız diye. Peki TDİ’nin mal varlığı İBB’nin eline geçmese idi metro yapmayacak mıydı? Yada İDO’nun satışından elde edilecek para ile kaç km metro yapılabilir? İstanbul’un metro ihtiyacı bu kadar mı? İDO satışından elde edilecek para bitince metro yapılmayacak mı?

Bu soruları kim sorması lazım? İBB Belediye Meclis kararını haber yapan basın değimli? Sordu mu peki? Sormadı. Aklına mı gelmedi? Yorum yok.

resimÖzelleştirmede kamusal yarar yoktur.

Özelleştirme halka zararlıdır.

 

resimSon dakika;

TCDD’nin davet üzeri taşınmaz satışına PTT’den yanıt geldi. PTT’nin 22.07.2009 tarih 3225 sayılı yazısında Halkalı 792 nolu parselde bulunan Halkalı Tren Garı Gümrüklü saha içinde bulunan TCDD taşınmazı antrepoya talip olunduğu bildirilmiştir.

Sadece bu taşınmaz satışı bile göstermektedir ki; Marmaray’dan sonra İstanbul il hudutları dahilinde yük treni çalışmayacaktır. Tüpten yük treni geçmesi Halkalı’ya büyük gar yapılması yalnızca söylemde kalacaktır.

 

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: kentvedemiryolu