Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

Bozkır Göğünde Yıldızlar (*)

Trene Kardeş Tutulmuş

Bir Yaşamdan Öyküler

 

 kdAbdülkadir Ayhan demiryolu ve tren odaklı öykülerini, anı-anlatılarını kitaplaştırdı: Bozkır Göğünde Yıldızlar. Ortak paydası demiryolu insanları, demiryolu dünyası ve trenler olan öyküler, anı-anlatılar… İçine girince Bozkır Göğünde Yıldızlar’ın, okur görecek ki, odağında derin yaşanmışlıkların demlendiği yaşam kesitleridir anlatılan.

Her iyi sanat yapıtının anası, "yaşamak"tır, okuyanını sarsan her tür iyi yazın ürünü derin duymaların, yaşamaların üzerinde gövdelenir. Bu kitapta da trenin, demiryolunun kara bir "sevda"yı kuşanarak içinden geçtiği bir yaşamdan derlenmiş ürünler var.

Osmanlı’dan cumhuriyete akan süreçte canlı bir tarih gibi dikilen demiryolcu bir baba, onun evi-ocağında boy verip, kök süren yeni yaşamlar. Trene kardeş tutulmuş bir çocukluk. Evin-ocağın hallerinin trene ayarlı olduğu; yaşamın renkleri, sesleri, kokuları, tatlarının trenlerle, istasyonlarla, ıhlamur ve akasya ağaçlarıyla harmanlandığı, üst üste çekilmiş fotoğraflar gibi birbirine eklemlendiği özel ve özgün bir evren bu. Şimdi, çocukluk gibi; buharlı trenler de o dünyayı sırtlarına yüklenip anılar içinde bir anı olarak, belleğin kilerinde bir ayrı zaman kesitine dönüşmüş olsalar da…

1908 doğumlu, Kurşunlulu (Çankırı) demiryolcu Mustafa Ayhan "Bozkır Göğünde Yıldızlar"a yıldız katan bir anılar katarının "şeftren"i gibi… Öykülerin, anı-anlatı olarak birbiri üstüne yumaklanmış yaşanmışlıkların tümümün üzerine bir yaz bulutu gibi gölgesi vuruyor 1908‘lik delikanlının. Babasını anlattığı öyküde, "O, furgonun kapısında dikilirken, gözüme bir masal kahramanı, trenin mutlak hakimi olarak görünürdü." diyor Ayhan.

Ayhan’ın kitabına aldığı her öykü, anı-anlatı treni bir süs, bir arka alan, bir değişiklik arayışı olarak değil, anlatımın olmazsa olmazı olarak kucaklıyor. Tren sesiyle, düdüğü, dumanıyla; makinisti, ateşçisi, şeftreni ile bir başka "canlı"ya dönüşüyor. Bizimle soluk alıp, bizimle soluk veriyor; yaşıyor insanlar gibi. Ama nedendir hep bir yalnızlığı büyüten, yalnızlığa ayarlı duyarlığın eşliğinde… Bu, demiryolculuğun kara trenli döneminde işin doğasından kaynaklandığı kadar; Anadolu’nun coğrafyasından, insan ve toplum yapısından da kaynaklanıyor olmalıdır. Bütün bunlara demiryolu politikalarını karayolu lobilerinin kasaplarına teslim etmişliğimizi de eklememiz gerek!

Ceyhun Atuf Kansu‘nun yalnızlığın yakıcı şiiriyle yıkanan akasya gölgesindeki Anadolu istasyonlarına eklemlenen bir yalnızlık şarkısıdır ki Aydın’ın öykülerinde de buram buram tütüyor. "Tıpkı siyah gibi yalnızlık da yazgılarıdır onların. İstasyonların yalnızlığı yanında bildiğimiz pekçok yalnızlık cüce kalır." Gece-gündüz "Tükenmez bir sabırla trenleri bekleyen hareket memuru, kulübesinin içinde tahta kanepesinde oturan makasçı, demiryolunun karasına inat perdelerini sakız gibi ağartan istasyon müdürünün hanımı… yapayalnız yaşarlar bu istasyonlarda. Başka dünyaların hayaliyle yanıp tutuşan gözleri, başka dünyalardan gelip başka dünyalara giden trenlere umutla bakar" (İstasyonlar). Akasyalar, ıhlamurlar, tavuklar, inekler toplu bir yalnızlık sıtmasının içinde günleri ve geceleri devirirler.

Niyazi Akıncıoğlu, "Selamın geçiyor belli ki / Yeşerdi telgraf direkleri" dese de "Telgraf direkleri" bile kurtaramaz o yalnızlıktan ağan iç yadırgamasını ve bitip tükenmez bir boşunalık duygusunu çoğaltan o tenhalığı. İşte o istasyonlardan bir istasyon olan "Kurşunlu İstasyonu da neredeyse bir yalnızlık anıtı gibidir." Dağ başlarında, dere kıyılarında, dört nala uzanan bir düzlükte, köylerin alt yanında, kentlerin dışında konuşlanmış istasyonların iç burkan yalnızlığını, hiç değilse ömrünün bir anında duyumsamamış kaç insan vardır? Bozkırın, çağların yüküyle uzayan dipsiz yalnızlığını gece gündüz bir bayram şenliğine çevirerek geçen o trenlerin ve trencilerin ardına düşmemiş kaç gönül vardır?..

Yazar, bir ayrılıktan bir kavuşmaya; bir kopuştan bir buluşmaya tren dumanlarına, ıslığına karışmış bir evrende kurduğu öyküleri, geliştirdiği anlatılarıyla bizi toplumsal belleğin kilerinde küflenmeye yüz tutmuş bir eski zaman dünyasıyla yüzleştiriyor yeniden. Bir anımsama zincirinin halkalarından biri yapıp okuru, geçmiş zamanda düşsel bir yolculuğa, gidiş-gelişlerle sinemasal bir serüvene götürüyor kitaba eğileni… Çocukluğunda Kurşunlu’da masal anlatmak eylemi-işine "masal satmak" derlermiş. Masal "satmıyor", okuru o masal dünyasının içine çekip, masal kahramanlarından biri kılıyor; öyle içten, can alıcı, yer yer iç kanatıcı öyküler…

"Topal Osman" öyküsü "destan" gibi!..

"Gülbeyaz"ın serüveni ise traverslere sinmiş yağ kokularıyla gelen iç ezici boşluğun kıyısında biten bozkır dikeninin çiçeği gibi yüreğe batıyor. Ayhan, babasının görevi gereği gittikleri Zonguldak’ı anlatırken, denize gitmediğim zaman istasyona giderdim, diyor. Memleketten, Çankırı’dan gelecek "posta treni"ni görmeye. Tanıdık bir kimse inmese de içinden, "Memleketten bir soluk getirirdi trenler." O "soluğu" yüreğinde duymamış insana anlatamazsınız bu duyguyu, duygulanmayı…

Kitaba adını veren öyküdeki "şeftren" (yazarımızın babası Mustafa Ayhan), Halikarnas Balıkçısı‘nın kalebentliğe çarptırılmasına (mahkumiyetine) neden olan asker kaçaklarının öyküsünü anımsatıyor insana… O öyküdeki tren gelip "Kurşunlu"da duruyor. Öyküdeki trenler sizi beklerken, siz "şeftren"le "asker"i düşünüyorsunuz. Bir öyküdeki tren, bir başka öyküdeki trenle "telâki" yapıyor (karşılaşıyor). "Dumanlı"daki "telaki"nin dumanını da yanlarına alarak savruluyorlar sonra, "iğde ve ıhlamur kokan yaz gecesi" göğüne…

Şimdi çoğu hurdaya çıkarılmış, kesilmiş (!), eritmeye gönderilmiş o karatrenlerin tek tük müzelerde ya da hangarlarda kalan ocağı sönmüş yorgun bedenleri, bu öykülerden yansıyan insan serüveniyle birleşince daha da acılı bir yalnızlığı büyütüyorlar. Hele hele trenin ve demiryolculuğun üvey evlat derekesine itildiği bir süreçte; köylerimizi, kasabalarımızı "dünya"ya açan o "trenler"le birlikte cumhuriyet demiryolculuğunun kör hatta çekilmesinin hüznü birleşince, daha da yoğunlaşıyor öykülerden yansıyan ileti…

 

Ümit SARIASLAN

 

 

 

(*) Bozkır Göğünde Yıldızlar,

Abdülkadir Ayhan, Kültür Bakanlığı Yayını, 290 s. 2001.

 

 

Bozkır Göğünde Yıldızlar

Department of Publications

Book Reviews

Title: Stars in the Steppe Sky (Bozkır Göğünde Yıldızlar)
Author(Editor, Trans., etc.): Abdülkadir AYHAN
Genre: Literature
Edition: Frist printing
Year of Publication: 2001
Dewey Decimal No: 818,4203
Number of Pages: 290 + xi
Size: 20 cm.
Publication No: 2646
Name of Series: Works on Art – Literature Series
Series No: 339-104
ISBN: 975-17- 2643-3
Copies Printed : 4,000
Price: 2,500,000 TL

Description: This first book of Abdülkadir Ayhan is made up of short stories and railway memories. While reading this book you will feel the children, women, long roads, and different cities inside your heart with the magic of the fairy tale.

 

Bozkır Göğünde Yıldızlar

Amt für Veröffentlichungen

Buchpräsentation

Titel: Sterne im Himmel der Steppe (Bozkır Göğünde Yıldızlar)
Autor, Herausgeber, Übersetzer u.a.: Abdülkadir AYHAN
Bereich: Literatur
Auflage: 1. Auflage
Veröffentlichungsjahr: 2001
Themen-Nr.: 818.4203
Seitenzahl: XI, 290 Seiten
Format: 20 cm
Publikations-Nr.: 2646
Serientitel: Kunst- und Literaturwerke
Serien-Nr.: 339-104
ISBN: 975 – 17 – 2643- 3
Auflagenzahl: 4000 Exemplare
Preis: TL 2.500.000.-

Inhalt: Dies ist das erste Buch Abdülkadir Ayhans, das aus Erinnerungen an seine Bahnreisen und anderen verschiedenen Geschichten besteht. Bei der Lektüre werden Sie von Märchen begeisterten Kindern und Frauen begegnen; lange Wege und verschiedene Städte ständig im Herzen fühlen.

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: www.kentvedemiryolu.com