Sukızları (Nereidler) Gitti… Yazı Bitmedi..
Sayın Barbaros Gürçay’a
Barbaros, sevgili kardeşim,
Öyle bir memlekette yaşıyoruz ki, her an her şey "tarih" olabilir. Her an her şey ortadan kalkabilir. Ve geriye belleklerde takılı nice silik görüntü, yanlış iz-lenim ve tartışmalı yargı kalabilir. Bu tortular, sağlıklı görmeyi, düşünmeyi engelleyebilir… Gençlik Parkı’ndaki o yontularda olduğu gibi. Ben başımıza geleceği iyi-kötü sezdiğim için, epey önce, uzaktan fotoğraflarını çekmiştim o çağlayan ağzının. Tabii o iki heykelle birlik. Daha sonra o heykeller torbalandı! O zaman da fotoğraflamıştım. Yine uzaktan. Benim derdim salt, heykel değildi; ama, gelin görün ki, heykelleri torbalanmış görünce, olası gündemin arşivine gelip yerleştiler. O gün bugündür dururlardı orada.
Ne zaman ki Işık, köşesinde iki kez konuya değindi. Ben de yazmak gereksinmesi duydum. Dahası, ben o minik yazıyı yazdığım gün, yine Işık’ın köşesinde Celal Binzet‘in değinmesi yayımlandı. İşin ilginç yanı, her üç değinme de bu yontulardan "kadın heykelleri" diye söz ediyordu.
Benim yazdığım, sizin de okuduğunuz o minik yazıda ise "Sukızları" (Nereidler) diye tanımlandı o iki yontu.
Az başa dönersek… Hani dedim ya, bu ülkede akşamdan sabaha her şey "tarih" olabilir!
Bu, iki anlamda da doğrudur. Birincisi, her şey her an yitebilir; ikincisi, her şey, her an günceli aşıp, tarihselliğin hırkasını giyinebilir. İşte biz, birinci şıkta vurgulanan birden ortadan kalkma (!) kapsamındaki nice şeyin bir gün gelip görünmez olacağı tehlikesini görmezden geldiğimiz için, dönüp de zamanında geniş geniş o yontulara bakmamışız. Büyük resmin içinde ya dikkat etmemişiz, ya da özel gündem ve meraklarımızın dosyasına bir biçimde girmediği-giremediği için derinden bakıp-gözlemeyi hep savsaklamışız. Öyle de olsa böyle de olsa; bu, ülkemizde hiçbir şeyin güvende ve yerinde kalamayacağı (!) bu nedenle de henüz vakit varken doğru dürüst o şeylere dönüp dönüp bakılması gerçeğini değiştirmiyor.
İşte biz de bu çerçevede, o yontulara demek, genel ilgi ve ilişkimizin çerçevesini delip de kendilerine özel bir yer açamadıkları için delici gözle bakamamışız. Ancak, talihsiz toplumsal gündemin bir sakatlığı, ülkede genel-geçer kültürel/politik yaklaşımın kadına ve yontuya bakışındaki çarpıklık ve uygulamada yaşananlar dolayısıyla bir önkabülle yüklü olduğumuzu da unutmadan. Nedir o önkabul? Toplumsal tarihin ve gündemin şu aşamasında bu yontular ortadan nedensiz kaldırılıyorsa, daha öncekiler neden kaldırıldı ve kargışlandı ise bunlar da o yüzden kaldırılmışlardır vargısı. Bu, yaşananın yine de öyle olabileceği gerçeğini ortadan kaldırmaz, kaldırmamalı…
Şöyle ya da böyle bu yaralı yargı, suçu tümüyle bizim olmasa da sonuçta bizimdir.
Demek, geniş toplum her zaman belli önkabüllerle yaşamaz, aydınlar, eleştirel tutum alanlar bile tarihsel-toplumsal gündemden yansıyan önkabüllerin tuzağına düşebilirler. Ha denilecektir, birisi "kadın"ya… Evet! Derdimiz o değil. Doğru’ya dayanmak sorunumuz.
O iki heykeli, biri kadın biri erkek başları defne dallarıyla taçlı ve "gençliği" temsil eden iki insandan birini kaldırınca öteki, nerede yanımdaki diye sorup duracağı için perdeyi tümüyle kapatmak istemiş olabilirler.
Bize gelince, Gençlik Parkı’nda gençliği temsil eden bu iki figürden doğal, ve oturdukları subaşından dolayı da mitolojideki Sukızlarını (Nereidleri) çağrıştırması kadar yerinde ne olabilir?.. Dolayısıyla ikisinin de kadın sanılması yanılgısından, denilebilir…
Denilebilir; ama, bir koşulla: kızın memeleri görünmemek kaydıyla… Bu kaygı var ya bilinç altında, yontular ortadan kaldırıverilince, sonuç bizi her iki yontunun da kadın olduğu vargısına itmiş olmalı. Baksanıza tüm yazılarda "kadın heykelleri" vurgusu öne çıktı…
Şimdi sözü iki fotoğrafa getireceğim. O iki "genç" figürünün tam da zamanında fotoğrafını çeken bir dostumuz fotoğrafları bana da iletti. Yazımı o da okumuş, sevmiş; ve bana bu fotoğrafları iletmiş. İşe bakın ki, o da yazıda "Sukızları" diye geçmesine karşın, Yahu dostum, bunların biri erkek! Demeden…
Dedim ya, önkabüller bazen kilitli yargılara dönüşür böyle: fotoğrafı çeken kişi de işte böyle, yazıyla fotoğraf arasındaki karşıtlığı seçemeyebilir!
Bu fotoğrafları Işık’a gönderdim. Demesin mi, telefon açıp da bana; Ya, abi; Bunların birisi erkek!!! İşte böyle Barboros kardeşim… Bizim bakarkörlüğümüzü bir gözleri ışıklı adam hemen gördü. Niye demişler ki bin bilsen de… Değiştirelim bu sözü: Bin baksan da… İşin özeti, nice sora bellekte oturan yanlış ve yaralı bir fotoğrafı bu vesileyle düzeltmiş olduk.
Gençlik Parkı’nı düşünen adamın (Atatürk) gençlik hakkında ne düşündüğü ortada. Parkı tasarlayan ve yapımını yöneten (önce Hermann Jansen, sonra onun Aralık 1939’da ülkemizi terki (!..) üzerine işi devralan) Theo Leveau –aynı zamanda Maltepe Camisi mimarlarından- parkı tasarlarken bu iki yontuya yer verdiler mi? Sonradan mı düşünüldü bu iki figür bilemiyorum. Bu apayrı bir çalışmanın konusu.
Bir fotoğraftan bak, bırakınız tarihi; içinde yaşanılan günün yanlışlığı, alacabulaca yanı aydınlanıveriyor. Tarih denen olgu, bu nedenledir ki yaşanırken gövdeleniyor. Bir yanlışlıktan, yanılsama ya da önkabülden beslenen bir yargı, bakmışsınız yıllarca gerçeğin yerini almış yaralı bilinçte!
Ama, yine, işte böyle, bir gün tarih babanın işine gerekli olur diye deklanşöre basan bir sorumlu kişinin getirip önümüze koyduğu fotoğraf, gerçeğin aslını-astarını böyle tartışmasız ortaya koyuverir… Bütün bunları seninle paylaşmak istedim.
Sözünü ettiğim iki fotoğrafı da ayrıca göndereceğim. Hemen…
Ümit Sarıaslan…
Park’taki Küçük Tren için, yeşile boyalı o lokomotif için soruşturuyorum. Ayrıca TCDD Bilgi Edinme Servisi’ne bir başvurmanı da öneriyorum. 15 gün içinde yanıtlıyorlar dedi, bir ilgili. Ben değil, siz başvurun!.. Lütfen. Şimdilik içten selam-sevgi… ÜS
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: kentvedemiryolu