Edirne’ye Yolculuk
Edirne’ye gitmeye karar vermiştik, fakat bu kez trenle. Haydarpaşa’dan, Eminönü’ne motorla geçtik. İskeleden bir taksi çevirip, İstanbul Gar’ının önünde indik. Orasının ayrı bir enerjisi var. Gazete bayilerinde; günlük gazetelerin dizinleri arasında, çeşitli İstanbul ve Avrupa haritaları mevcut. Cağaloğlu’na doğru meşhur FİLİBE KÖFTECİSİ, daha ileride, Ankara Caddesi’nin sağına soluna dizelenmiş onlarca yayınevi. Türkiye’nin; bir dönem, eğitim ve kültür hayatına can ve emek vermiş kuruluşlar.
Edirne Bölge Ekspresi diye geçiyor bineceğimiz tren, TCDD 1.Bölgenin tarifelerinde. Rumeli’ye uzanan demir rayların başlangıcıdır Sirkeci Gar’ı. Bir sarayın (TOPKAPI) içinden geçen, dünyadaki tek demiryolu, bu hattır. Uzunköprü treni de deniyor bölge ekspresine. Sirkeci Gar’ı; turistleri, gezginleri, düşünürleri, ressamları, doğuyu merak eden birçok Avrupalının görüp teneffüs ettiği yerlerden biridir. Büyük kuleleri yoktur, Haydarpaşa Gar’ı gibi. Mütevazi, hatta fazla alçakgönüllü görünümünden ötürü, ruhsal bir eziklik bırakır görende Sirkeci Gar’ı. Rönesans dönemindeki; Floransalı mimar Brunelleschi’nin Öksüzler Yurdu gibidir sanki insanda bıraktığı duygu.
Filibe-İstanbul demiryolu hattı; önemli idi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde. Balkan savaşı sırasında; tarihi gar, binlerce insanımız ile doldu taştı. Türk ve Müslüman ahalilerin; savaş sırasındaki toplu katliamlardan, kısmi olarak kurtulmalarını sağlayan kara trenlerdir. Trenlerin üzerinde geldiklerini görürüz göçmenlerin, o dönemin yabancı ressamlarının çizdikleri gravür tablolarda. Yakında yitirdiğimiz ressam Ferruh Başağa için Sirkeci, büyük buluşmanın adresidir.23–24 yaşına kadar; babasını görmeden büyüyen Başağa, Sarajevo (Saraybosna’dan) gelen babası ile doyasıya kucaklaşmıştır, ilk kez karşılaştığında.
Fikret Mualla için; vatan hasretinin başlangıç noktasıdır; Sirkeci’nin Avrupa’ya giden rayları.40 yıl sonra dönebildi kemikleri, toprağına. Şimdi, Karacaahmet’te ebedi uykusunda. Kalkış düdüğü ile sağa döner yolcu treni KONÇAR ( E52500) elektrikli lokomotifin çevikliği ile.
Topkapı Sarayı’nın bahçesinde ilerleyen tren, daha sonra sırası ile; Cankurtaran, Koca Mustafa Paşa, Yedikule, Kazlıçeşme, Zeytinburnu, Yeni Mahalle, Bakırköy, Yeşilyurt, Yeşilköy, Florya, Menekşe, Küçükçekmece, Soğuksu, Kanarya istasyonları derken Halkalı’ya varır. Avrupalı graffiticilerin; özgün biçimdeki renkli çalışmalarını görürsünüz, tabloya dönmüş vagonlarda.
Büyük konutlarla, dokusunu yok ettiğimiz İspartakule istasyonu ve civarıdır. Beton ormanında ilerliyor trenimiz, hemzemin geçitlerde acı acı düdük çalarak. Haramidere’nin demir köprüsünden geçerken; yıllar önce bu köprüde acı düdüğü duymayan 4 çocuğun yitimi aklıma geliyor.
Başımı göle doğru çeviriyorum ayrıntıları hatırlamamak için. Mimarbaşı Koca Sinan’ın şaheser taşköprülerinin ilki Haramidere’de dir, şimdilerde, kentin dev yollarının kesiştiği bir kavşaktadır, bakımsız ve yarı yarıya toprağa gömülmüş vaziyette. Batı’daki kültürel varlığımızın son taşı da, yine Sinan’ın bir köprüsüdür: Sokollu Mehmed Paşa Köprüsü. Avrupalılar ona, Drina Köprüsü derler. Bosna’lı Sırp yazar İvo Andriç’in yazdığı; 1962’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığı, aynı adı taşıyan romanına konu olur taşköprü.
Biletçi (kondüktör); kösele çantasından çıkardığı pirinç delgeç ile küçük yeşil karton biletlerde kontrol delikleri açar bir çabukta. Tesadüf ya, kontroller hep Deliklikaya’da başlar. Eskiden hepsi köy olan; Deliklikaya, Ömerli, Yeşilbayır, Bahşeyiş mahallelerinden geçerek, Çatalca İstasyonu’nda durur tren. İstasyon, ilçenin biraz dışındadır. Çatalca ilçesi ve İzzettin köyü(şimdi o da mahalle) arasındaki hemzemin geçitten geçerken, 1967 yılı kışında, haber için gittikleri İzzettin köyü yakınlarında, arabalarında donan Hürriyet gazetesi muhabirlerini anımsadım. Sonra mağaraları ile ünlü İnceğiz. İnceğiz ve Kabakça arasında yolcular kar ve tipi nedeni ile mahsur kalmıştı trenlerinde 2000’li yıllarda. Yardımlarına köylüler koşmuştu.
Buradaki mesire alanlarından geçerken, kompartımanınızın penceresini açamazsınız serin havadan yazın. Çerkezköy Çorlu, Muratlı istasyonlarından sonra, bindiğiniz trene göre ya Uzunköprü yada Pehlivanköy üzerinden Edirne ‘ye varırsınız. İlk önce Edirne Gar’ı, sonra yolcuların Edirne şehir diye adlandırdıkları istasyonda durur tren, son durakta Kapıkule Gar Hudut Kapısı’dır. Kompartımanımızda boynuna geçirdiği yün ile patik ören bir Edirneli Hanım vardı “-Çocuklarım ayda 5’er lira yardım etseler rahat edeceğim” dedi. Biz inmek için önceden hazırlandık. Daha sonra manüel kapının kolu açılmadığı için, yaklaşık 20 yolcu içeride kaldı inemedi. Tren hareket edince, bağrışmalar oldu. Sonradan patik ören kadının oğlu olduğunu öğrendiğim kişi, canhıraş bir sesle: “-Dursana, dursana, dur diyorum” diyerek bağırdı. Düdük sesleri arasında; Konçar marka lokomotif, hızlı kalkışından çok kısa sonra, olduğu yere mıhlandı adeta. Tren; ilk hızlanmaya başladığı an, patik ören yelekli hanımı, son anda rayların altına düşmekten kurtardık oğlu ile birlikte. Ayaklarından ve sırtından tutarak acele ile indirdik trenden. Düdük uyarısı ile duran lokomotifin makinisti: “-Aynadan baktım kimse inmiyordu, hareket emrini veren düdüğü duyunca kalktım” diyerek kendini savundu. Suçlu olan kimse yoktu.
Duraktan Edirne şehir merkezine giden yolda, sivil yapıların örneği olan, tarihi evler vardır yol boyunca. Çoğu yolcu da, bu yolu kullanır tarihi kente ulaşmak için. Patik örerek onları satan, çalışkan Edirneli hanımda yürüyerek, tarihi yolun perspektifinde gözümüzden kayboldu diğer insanlar gibi.
Kentin görünümünde en belirgin yapı; tabii ki, Mimarbaşı Koca Sinan’ın şaheseri Selimiye Camii ve Külliyesi’dir. İster karayolu ile ister demiryolundan gidin, sizi bu güzel kentte karşılayan tek yapı Selimiye Camii’dir. Yıllarca; Sanat Tarihi II ders kitaplarına konu olan Selimiye’den söz etmek olanaksız. Neden mi? Çünkü o kitap okutulmuyor. Ders lağv edildi.
Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu, Yedi Tepe yayınlarının sahibi Hüsamettin Bozok ve felsefeci Arslan Kaynardağ’ın arkadaşı olan sanat tarihçisi, öğretmenim Haşim Özonur bizlere, kroki ve planlarını vermişti Sinan’ın eserlerine ait. Edirne’nin kent peyzajını; en güzel İstanbul şairi Yahya Kemal Beyatlı tasvir eder, bir düz yazısında. İstanbul’dan kalkan trenin; Trakya kırlarındaki ilerleyişini üstad Rumeli kırları olarak yazar. Selimiye Camii ile Edirne kentinin bütünselliğini ve ruhaniyetini en güzel Yahya Kemal betimler.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: hasan çakaloğlu