Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

Beyaz Altın Lüle Taşı’nda Demiryolu İzleri

İki taş birbirine vurularak ilk baltalar yontuldu, taşlardan çıkan kıvılcımla ateşler tutuşturuldu. Ateş, çamuru pişirdi çömlek oldu, cevheri eritti maden bulundu.  Duygular, korkular, inançlar taşlarla anlatıldı. Tarih önce taşlara yazıldı. Taşlar ve madenler ise tekerleğin ve buhar gücünün bulunması ile birlikte demiryolu ile taşınır oldu.

Bilim dünyasında, mürekkep balığının "sepio" adı verilen kemiğine benzetilerek "Sepiolit" adıyla tanımlanan Lületaşı, magnezyum hidro silikat bileşiminde bir kil mineralidir. Eskişehir civarında, yerin 380 metreye kadar muhtelif derinliklerindeki başkalaşım katmanları içinde, tek tek yumrular halinde bulunur. Düzensiz bağlanmış kristalleri mikroskobik süngersi bir yapı oluşturur. Bu yapı içinde yer alan oluşum suyu (Zeolitik su) dolayısıyla, Lületaşı çıkarıldığında nemli ve yumuşaktır, kolayca ve incelikle işlenebilir. Doğal nemini kaybederek kuruyan parçalar çok hafif ama dirençli hale gelirler, sıvı ve gazlara karşı yüksek emicilik özelliği kazanırlar. Boyutlarında herhangi bir değişiklik olmaksızın kuruyan Lületaşı suya konulduğunda doğal yumuşaklığını kısa sürede yeniden kazanır.

Doğal zenginlik ve özellikleriyle Eskişehir, tarih boyunca vazgeçilmez bir yerleşim alanı oldu. Topraklarında barındırdığı kültürlerden, dünyanın dillendirdiği efsaneler doğdu. Lületaşının ilk defa bulunup tanınması da, geleneksel söylenceler arasında "Köstebek Efsanesi" ile açıklanmaktadır. Buna karşılık Eskişehir Demircihöyük’de gerçekleştirilen arkeolojik kazılarda ele geçen bir parça Lületaşının veya Lületaşına benzer özelliklere sahip taşların günümüzden 5.000 yıl önce, Erken bronz çağından beri bilindiği, insan eliyle biçimlendirildiğini ortaya koyuyor. Kuzeydoğu Karadeniz sahillerinde, Kuban Vadisi’nde de, günümüzden resim4.000yıl öncesine tarihlenen Kurgan-Kral Mezarları’nın tabanları, Asya Minör-Eskişehir’den getirilmiş lületaşları ile döşenmiştir. Dünyanın diğer ülkelerinde az miktarda bulunmaktadır. Arkeolojik çalışmalar, lületaşının yaklaşık beşbin yıl öncesinden bilindiğini ve değişik amaçlarla kullanıldığını göstermiştir. Çavlum Antik yerleşkesinde İÖ 1700’lere ait lületaşı bir mühür bulunmuştur. Ölü hediyesi olarak mezarlara bırakılan eserler arasında en ilginç olanlardan biri lületaşından yapılmış bir adet damga mühürdür. Bu mühür Çavlum mezarlığında tek örnekle temsil edilen taş sanduka mezarda ele geçmiştir. Damga mührün baskı yüzeyinde sadece bir çizgi bulunmaktadır. Bu çizginin oluşturulması sırasında mührün kenarı kırılmış olmalıdır. Ancak gene de lületaşı gibi nadir bir malzemeden yapıldığı için bir çocuğun mezarına bırakılacak kadar önemini korumuştur. Çavlum Köyü Orta Tunç Çağı Mezarlığı’nda ele geçen lületaşı mührün tam bir eser olarak karşımıza çıkmış olması lületaşı madeninin kullanım tarihi açısından da önemli bir bulgudur.  Lületaşı ve benzer minerallere; Yunanistan’daki bazı adalar, Fransa, İspanya ve Fas ve ABD’de de rastlanmaktadır. Ticari olarak işlenebilir Lületaşı yataklarının nerede ise tamamı yurdumuzda Eskişehir’de bulunur.

Lületaşı, halk dilindeki adıyla denizköpüğü (Meerschaum)… Bu söylemin nedeni de bünyesinin ince delikli oluşu ve suyla doluncaya kadar su üstünde bir süre yüzebilmesi. Kimyasal olarak magnesit ve magnezyum silikatdır.

resim

Lületaşı, Eskişehir’in merkezine 40–50 kilometre mesafedeki Sepetçi, Margı, Çelikli, Söğütçük, Kozlubel, İmişehir, Gündüzler, Gökçeoğlu, Türkmentokat, Başören köylerinden çıkarılıyor.

Burası, dünyada en kaliteli lületaşının çıkarıldığı yer olma özelliğini taşıyor. Lületaşı, 1830’da Eskişehir Sepetçi ve Margı köyleri yakınında Avusturyalılar tarafından bulunmuş. Yıllarca taşı işleyip yurtdışına pazarlayan Avusturalyalılar, bu taşı Avrupa’ya "Avusturalya taşı" olarak tanıtmışlardı. 130 yıl boyunca Avusturalyalılar tarafından hammadde olarak yurtdışına taşınan, 1960 yılında da çıkışı yasaklanan dünyaca ünlü Lületaşı, yıllardır beklenen ilgiyi görmedi. Lületaşı aynı zamanda, radyasyon emici özelliği nedeniyle uzay gemilerinde yalıtım malzemesi olarak kullanılmaktadır… Ayrıca pipo, süs eşyası ve hediyelik eşya yapımında, Otomotiv sanayinde yakıt temizleyicisi olarak, leke çıkarma işlemlerinde, eczacılıkta, füzeler ve uzay başlıklarının iç kaplamalarının yalıtılmasında, parafinlerin ayrılmasında kullanılır.
%70 oranında nikotini emer. Bu nedenle bundan yapılmış pipo kullanmak sağlığa faydalıdır.

Lületaşının adları küçükten büyüğe doğru cılız, orta taneli, pamuklu, birimbirlik, apak ve sıralamalıdır. Pipolar pamuklu, birimbirlik ve sıra malından yapılmaktadır. Taşın işlenmesi için önce tahra ve çekiçle yüzeyi temizlenir. Temizlenen taş küçük parçalar halinde kesilir. Lületaşının temizlenmesi işine saykalı adı verilir.

Efsaneye göre lületaşını ilk bulan ve bu taşın yeraltı yolunu ilk ortaya çıkarının bir köstebek olduğu söylenir. Anlatılan efsane şöyledir: Bir gün genç bir çoban bölgenin Karatepe yöresindeki köylere gitmektedir. Genç çoban yorgun düşer, acıkır, oturur; azığını çıkarıp yemeğini yemeye başlar. O sırada, topraktaki bir delikten bir canlının aktaş toprakları yüzeye çıkarmaya çalıştığını görür. Çoban bir aktaşı eline alır, çakısıyla taşı yontmaya başlar. İlk çakı darbesiyle taş birdenbire ayın ondördü gibi güzel bir kız oluverir. Kız dile gelir ve "Ah insanoğlu bana kıymasıydın" diye bağırarak köstebeğin açtığı delikten içeri girip kaybolur. Delikanlı da kızın ardından başlar deliği eşelemeye. Günler geçer delikanlıdan haber alınamaz. Delikanlıyı arayan köylüler yerin yedi kat altında bu daracık kuyuda boğulmuş olarak bulurlar. Elinde sıkı sıkı tuttuğu ak taşları ile birlikte… Avuçlarında sımsıkı tuttuğu bir parça lületaşı varmış. O günden beri her lületaşı parçasında, çobanın ölümüne sürüklendiği sevdanın izlerini görmüş köylüler. Lületaşı işleyenler için bu efsanenin anlamı büyük. Lületaşını yedi kat yerin dibinden çıkaran köstebeği sanatlarının öncüsü ve pirleri olarak kabul ediyorlar.

Lületaşının yeryüzüne çıkarılması halen ilkel şartlarda yapılıyor. Kazma kürekle kazılan kuyuya, makaraya bağlı bir halatla, hiçbir güvenlik önlemi alınmadan iniliyor. 5 ila 110 metre arasında varan derinlikteki dikey kazılardan sonra yatay kazılar yapılıyor. Daracık ocaklarda yapılan bu kuyularda çıkan sular ise yine ilkel şartlarda çekiliyor…

Halk dilinde "Aktaş" ve "Patal" olarak da anılır. Günümüzde ham lületaşı ihracı önlenmiş ve tamamının, Cumhuriyet döneminde yetişmiş Eskişehir’li ustalar tarafından işlenmesi sağlanmıştır.100 kilometrekarelik bir sahada 300’e yakın kuyudan her sene yaklaşık 3500 ton lületaşı çıkarılır.

Daha yakınlarda Eskişehir-Çavlum Nekropol alanında, Anadolu Üniversitesi ve Arkeoloji Müzesi’nce gerçekleştirilen kurtarma kazılarında, lületaşından yontulmuş ama tamamlanmamış bir "Damga Mühür" ele geçirildi. Oldukça iyi korunmuş bu mühürün bulunduğu mezar,8 yaşlarında muhtemelen bir kız çocuğa ait ve günümüzden 3.700 yıl öncesine, erken Hitit dönemine tarihleniyor.

Arkeolojik buluntuların ardından yazılı kaynaklarda lületaşının izlerine ancak binlerce yıl sonra, XII yy.da rastlanabiliyor. Eskişehir’in, Türklerin hâkimiyetinde bir "Uçbeyliği" ve transit ticaret merkezi olduğu 1173 yılında ‘"Sultan Öyügi" Eskişehir’i ziyaret eden Arap gezgin ‘"El Herevi",seyahatnamesinde "Av-garm" şifalı sıcak sulardan ve lületaşından söz eder, ancak kimler tarafından ve ne amaçla kullanıldığını açıklamaz.

Aynı dönem,1200–1300 yılları Orta Asya’da Uygur Türk’lerinin de, en parlak dönemidir. Özellikle İpek Yolu üzerindeki Turfan kentinde, o zaman mensubu oldukları Buda dinine ait binlerce vaaz ve vasiyetname metni, Sansikritçe’den Uygur Türkçesine tercüme edilmiş ve tahta kalıplar kullanılarak basılmış. "Turfan Metinleri" olarak bilinen bu yazılı kaynaklarda İnce öğütülüp elenmiş "Tolay Köfigi" yani, "Deniz Köpüğü" ile hazırlanmış ilaç reçeteleri de yer alıyor. El Hherevi’nin sadece sözünü ettiği lületaşçıların en az 800, belki de çok daha fazla yıldan beri Hindistan’a Orta Asya’ya varacak kadar geniş bir coğrafyada, ilaç yapımında da kullanılan bu özel mineralin, dolayısıyla da Eskişehir’in ilk ihracatçıları olmaya hak kazandıkları ortaya çıkıyor.

Tütün aslında Afrika kökenli bir bitkidir. "Şaman" ların da tedavi ve trans amacıyla kullandıkları, şifalı kabül edilen bu bitki, Kuzey Asya üzerinden göçlerle Amerika kıtasına, XVII YY. başlarında da Kristof Kolomp sayesinde Avrupa’ya taşındı. Hızla yayılan tütün alışkanlığı bir Pipo sektörü’nün doğmasına neden oldu ve bağlı olarak da, cazip pipo malzemesi arayışları başladı. Temiz beyaz dokusu, hafifliği ve işlenmeye değer büyüklüğüyle sadece Eskişehir’de bulunan lületaşı, Dünyanın en mükemmel pipo malzemesidir. Bu nadide taşı Avrupa’ya götürerek ilk pipoların işlenmesini sağlayanlar büyük olasılıkla, tesadüfen değil, yeterli bilgiye, en azından güvenilir duyumlara zaten sahip olarak Osmanlı topraklarına geldiler. Umduklarından fazlasını elde etmeleriyle de Avrupa’nın değişik merkezlerinde, özellikle de Viyana’da birçok lületaşı pipo atölyesi açıldı.

Yüzyıllar önce konmuş öztürkçe Deniz Köpüğü adı, Grekçeye Halos Hachne, Latinceye Spuma Maris, İtalyancaya, Schiuma di Mare, Fransızcaya Ecume de Mer olarak geçti ama en yaygın tercümesiyle "Meerschaum" olarak yerleşti. Bu adla birlikte çok sık kullanılan "Die Weisse Göttin" (Beyaz İlahe-Afrodit) yakıştırması, o dönemde lületaşına biçilen değerin çok açık göstergesidir.

Taş o kadar değerliydi ki talaşları dahi ziyan edilmiyor, özel katkı maddeleri ilavesiyle preslenerek ağaç pipoların içine astar hazırlanıyordu.Daha sonra yapılan araştırmalarla lületaşının seramik,boya,kağıt başta olmak üzere pek çok sanayi dalında kullanılabilecek değerli bir hammadde olduğu anlaşıldı.

resimXVIII YY. dan itibaren tamamı yurtdışıyla bağlantılı yığın talebin karşılanabilmesi için Eskişehir’in 3 ana rezerv alanı, Nemli, Yakaboyu ve Karatepe bölgelerinde binlerce ‘’Kuyu"(Maden ocağı) açıldı.Lületaşına ulaşabilmek için kalker çimentolu,çok sert arazilerde,sadece insan gücüyle bazen 100 metreye yaklaşan dik kuyular kazıldı. İçinde lületaşı bulunan katmanlara, "Yolak"lara ulaşınca, taşın bulunuşuna göre her yönde gidilebildiğince uzun galeriler açılarak taş sökülür. Kandil veya karpit ışığında sürdürülen bu çalışmalar, eğer yeraltı su seviyelerinden daha aşağıda kalan derinliklerde yapılıyorsa, sızıp biriken suların sürekli dışarı atılması da gerekir.

Kömürün keşfi yeryüzünde sadece ormanların yok edilmesini önlemekle kalmadı, aynı zamanda kömürün yakılmasıyla elde edilen yüksek ısı sayesinde demir cevherlerinin ergitilmesi başarıldı. Demiri ergitmeye başlayan insanoğlu, ergittiği demirden kılıç yapmayı öğrendi, savunma ve silah yapımında yeni bir dönem başladı. Demirin ergitilmesi çiftçiliğin önünü de açtı. Demirden yapılan pulluklarla geniş arazi parçaları tarıma açıldı. Böylelikle gerçek bir üretim ve nüfus patlaması yaşandı. Ağaçları kesip tahta yapımında kullanılacak keskin aletler ve demir çiviler sayesinde daha iyi evlerin ve teknelerin yapılması mümkün oldu. Demir teknolojisi gemi yapımının ve deniz ticaretinin ortaya çıkışını sağladı. Demir ve kömür üretimi arttıkça daha derinlerdeki maden ocaklarında üretim yapmak gerekiyordu. İngiltere’nin 16. yüzyıl ortasında 200 bin ton olan kömür üretimi 18. yüzyılda 3 milyon tonu geçmişti. Demiryolu ulaşımı gerçek bir İngiliz teknolojisi olarak bu ülkeden bütün dünyaya yayıldı. Bu teknolojinin temelinde İngiltere’deki kömür ocaklarındaki suyu boşaltmak için icat edilen buhar makinesi yatıyor. Yaklaşık 150 yıldır pek çok paylaşım kavgasına tanık olduk. Paylaşım kavgasının altında önce siyah altının ardından petrolün yattığını görüyoruz. Emperyalist güçler tarafından sömürge ülkelerde madenlere ulaşmak için inşa edildiği gibi Demiryolu inşa etmişlerdir. Yeraltından katı olarak çıkartılan madenlerin yeryüzüne taşınmasında ise 1435 mm den daha dar açıklı demiryolu kullanılmıştır.

resim

Eskişehir Kurşunlu Camisi külliyesi içine açılan Lüle Taşı Müzesindeki bir fotoğrafta lüle taşı çıkarmak için açılan kuyudan itibaren başlayan dekovil hattı ve elle çekilebilen vagonları görünce hediyelik eşya satan dükkân sahiplerinden birine fotoğrafı bize anlatmasını istiyoruz.

resim

Bu fotoğraftaki kuyunun Eskişehir’de ilk açılan kuyulardan biri olduğunu sahibinin fotoğrafta takım elbiseli olarak görülen kişi olduğunu, kuyudan çıkan lületaşlarının küçük bir dekovil hattı üzerinde elle çekilen vagonlara konularak köye indirildiğini söyledi.

Kuyudan kutuya uzanan yolda lületaşı bin emek gerektirir. Sadece emek yetmez yıllarca yenilenecek tecrübe ve asıl önemlisi yetenekli bir heves gerektirir. Lületaşı narindir,uysaldır,kolay yontulur.Ama fazladan bir bıçak darbesi tüm emekleri boşa çıkarır,geri dönüşü yoktur.Usta olmak ,gönlündekini taşa aktarmak hiç kolay değildir.Usta olan usta tüm dünyada övülür.

resimProfesyonel anlamda pipo üretimi Cumhuriyetin ilk yıllarında, Erkekler Hamamı sokağında küçük bir atölye kuran, "Kral" lakaplı Ali Osman Denizköpüğü tarafından başlatıldı. Bu sokaktaki küçük dükkânlarda daha sonraki yıllarda birçok pipo atölyesi açıldı. Atatürk’ün de tanıyıp teşvik ettiği Ali Osman usta, ilk defa kendi topraklarında işlenmiş lületaşı ürünlerle yurtiçi, yurtdışı sergi ve fuarlarda Eskişehir adını duyurmanın yanı sıra yetiştirdiği çok sayıda genç usta ile lületaşına yeni ufuklar açmanın da onurunu kazanmıştır.

Eskişehir’de ilköğretim eğitimi gördüğümüz 1960 yılların sonunda öğrencilerin sanatsal becerileri varsa ortaya çıkarmak, yoksa onları sanatla tanıştırmak amacıyla konulmuş "elişi" adlı derste lüle taşını işleyerek çeşitli objeler üretirdik. Bu amaçla kullandığımız lüle taşları satın alınabildiği gibi, Polis Evleri diye tanımlanan mahaldeki boş arazilerde toprağı biraz eştiğimizde küçük parçalar halinde lüle taşı parçaları çıkardığımız da oluyordu. Bu gün Eskişehir’de "tükürürüm ben böyle sanatın içine" diyen yaklaşımlar yerine kent meydanlarını parklarını heykeller(iy)le süsleyen yerel yönetim anlayışının kabul görmesinde "ak taşın" etkisi olmadığını söyleyemeyiz.


Kaynak:

T.C. Eskişehir valiliği İl kültür ve turizm müdürlüğü broşürü

http://www.eskisehirliyiz.biz/

http://bianet.org/bianet/print/9806

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: kentvedemiryolu