Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

Kayıp Kentin İzinde

(yorumlar kapalı)

Geçtiğimiz günlerde İstanbul en eski mekânlarından birinin daha yok oluşuna tanıklık etti. Hollywood piyasa filmlerine inat Avrupa Sineması’na ve bağımsız sinemaya yer veren 1918 doğumlu Beyoğlu’ndaki Alkazar Sineması yaşadığı maddi sıkıntılarla daha fazla boğuşamadı ve perdesini kararttı. 

Sinema yönetimi yazdığı veda mektubunda  “kahraman bakkallar gibi küçük, iddiasız sanat sineması olmayı sürdürecek gücümüz ne yazık ki kalmadı” dedikten sonra; özür ya da açıklama gibi zahmetlere girişmeyen Belediye, Kültür Bakanlığı ve Merkezi Yönetim adına da müdavimlerinden özür diliyordu.

Yıllardır kültürel değerlerin yağmalandığı bir ülkede Alkazar elbette ilk kurban olmayacaktı. Olmadı da, İstanbul en son ne zaman bizim oldu? 

resimMuhtemelen geçen yıl 29 Mayıs’ta… Bu yıl, 2010 Kültürsüzlük Başkenti olma yolunda çaba sarf ettiğimiz şu dönemde, daha görkemli bir 29 Mayıs’a ihtiyaç olacağı kesin…

Büyük ihtimalle yine yeniçeri kılığında bir sürü insan sözde restore edilmiş sonradan yapılma surlara “Allah Allah” nidaları arasında saldırıp kenti geri alacaklar.
İstanbul’un fethi,  fethedildikten 500 yıl sonrasına dek hiç kutlanmamış. İlk defa 1953’de Menderes’li Demokrat Parti zamanında bu gelenek başlamış.

Sayının 500 gibi yuvarlak ve büyük olmasından mı, yoksa daha önce hiç yapılmamış pırıltılı  bir görgüsüzlük yapalım düşüncesiyle mi bilinmez, sonradan olma yeniçeriler ilk defa o yıl surlara saldırmış  ve kenti  geri almışlar (!) 3 yıl sonra da 1956’da sıra bu kez müsamereyle yeniden fethettikleri kentin boşluklarını doldurmaya gelmiş…

Menderes basına verdiği demeçlerde İstanbul’u  ‘bir kez daha’ fethedeceklerini söylerken Eski İstanbul denilen bölge, tarihi mekânlar hatta denizler, yeşiller gibi boş alanlar (!) geniş kitlelerin kalbini kazanmak için imara açılmış. İktidara geldiğinde ilk işi ezanı Arapçalaştırmak olan ve o yıllarda kansere yakalanan Arjantin Devlet Başkanı Juan Peron’un eşi Eva Peron için İstanbul’da bir camide mevlit okutacak denli kendini maneviyatçı sayan yönetici kadrolar, imar çalışmaları sırasında onlarca tarihi eserin yok edilmesine hiç ses çıkarmamışlar.

Kentin 4 yıl süren yıkımı bittiğinde Koca Ragıp Paşa Kütüphanesi’nden Katip Çelebi Mezarı’na; Beyazıd Hamamı’ndan Fatih Külliyesi’nin Akdeniz Medreseleri’ne kadar birçok tarihi yapı artık yoktur.

Tüketim kültürü ve kapitalizm kendi çocuklarını yemeye, anne babalarının hatıralarını  yiyerek başladı.  Bunu her iktidar bir gelenekmiş gibi tekrarlamayı görev biliyor.  Mevcut iktidarın da farklı düşünmediğini söylem olarak kendilerini her seferinde Menderes ve Özal çizgisinde göstermelerinden, icraat olarak da  her yıl halka kapalı rant sezonu bittiğinde kamuoyunda göz ardı edilen haberlerden biliyoruz. 

O haberlerden bazıları geçtiğimiz birkaç yıldır inşaatı devam eden ve iki kıtayı demiryoluyla birbirine bağlayan Marmaray’ın  kente verdiği zararlar ve yene yene bir türlü bitmeyen rantı hakkındaydı. Tüm bunları uzun bir süredir güçleri yettiğince insanlara anlatmaya çalışan kent ve demiryolu sitesinin http://kentvedemiryolu.com bir avuç gönüllüsüne çok az kişi ses verdi. Nüfusu neredeyse 20 milyonu bulan bir kentte Marmaray’ın durdurulması ve kentin doğal dokusuna biraz daha zarar gelmemesi için toplanan imza sayısı en son baktığımda 20 bini bulmamıştı. Süreç gösteriyor ki, artık atılan imzalar ve gösterilen tepkiler rakibinden fark yemiş bir takımın son dakikada attığı bir şeref golünden öteye gitmeyecek.

 Çok yakında, bir zamanlar İstanbul’a gelen her on insandan en az yarısının merdivenlerinden inip kenti selamladığı Haydarpaşa Garı’nda çok yıldızlı devasa bir otel yükselecek.

İnsanlar yolculuğa değil orada mantar gibi türeyen alışveriş mağazalarına gelecek. İçeride göstermelik tek bir peron kalacak.  O tarihi çift kuleli bina da hiçbir işlevi olmadan ardındaki gökdelenlerin gölgesinde “benim kimseye bir zararım olmaz” haliyle karşı yakayı izlemeye devam edecek.

Bir tek Haydarpaşa mı?

Marmaray’la birlikte Avrupa ve Asya yakalarındaki tarihi istasyonlardan 28 tanesi tamamen yıkılırken 14 tanesinin de hiçbir işlevi kalmayacak.

Çocukluğumda çok güzel anılarımın olduğu Yedikule tren istasyonunda, karşıdan Kınalıada’yı  gören tren atölyelerinin önündeki beyaz duvarda özenle yazılmış bir yazı vardı:

“Trendi oyuncakları bozup yaptığımız, ne güzel günlerdi gurbetle oynadığımız.” Duvarın ardındaki atölyeler yaklaşık 13 yıl önce kapatıldı.  Sonradan o yazıyı sildiler.  Camları çerçeveleri indirip iş makineleriyle iç kısımların talanı başladı.  İşçilerin kitaplığı olduğu gibi devrilip üzerine beton dökülmüş. Bir zamanlar işçilerin tamir seslerine karışık şen kahkalarının duyulduğu o atölyeler, şimdilerde Hayao Miyazaki’nin olağan üstü animasyonu  Ruhların Kaçışı’ndaki Hayalet Şehir’den farksız… İşçilerin ruhlarını bile kaçırmışlar.

Öğrenilmiş bir çaresizlik içinde kentin bağrında açılmış bu yarada her gün gidip gelirken  varlığından çok sonraları haberdar olduğum Sirkeci’deki İstanbul Demiryolu Müzesi’ne bir gün yolum düşmüştü. Orada kent ve demiryolu sitesinin gönüllülerinden Haydarpaşa Demiryolu Eğitim Müdür Yardımcısı Ruhan Çelebi’yle tanıştım. Bu harika insan olağanüstü bir emek sarf ederek bu müzeyi kurmuş. Yolunuz düşerse bir gün Sirkeci Garı’ndaki İstanbul Demiryolu Müzesi’ne gidin… Eski zamanlara küçük bir yolculuk yapın… Yedikule Tren Atölyesinde çalışmış bir işçinin yeleğinden, eski fotoğraflara, ray parçalarından sinyalizasyon aletlerine, tabelalardan maket trenlere dek sararmış birçok hatıra bulacaksınız. Sonra oradan çıkıp Orient Express Lokantasının önünde uluslararası trenlerin yanaştığı peronda yürüyün biraz ve gelecekte bizden sonrasını nasıl bir İstanbul’un beklediğini hayal edin.

Bunu bizden 136 yıl önce İstanbul’u gezerken deneyen biri varmış.

Ünü İtalyan yazar Edmondo De Amicis…

1874’te İstanbul’a geldiğinde Valide Sultan Köprüsü’nde durup bir süreliğine kenti izlemiş ve Gelecekteki İstanbul’un nasıl olacağının hayalini kurmuş: “Valide Sultan köprüsünden İstanbul’u seyrederken aklıma sıklıkla aynı soru geldi: Acaba bu şehir bir iki yüzyıl içinde ne hale gelecek? Çok yazık… Güzelliğin modern medeniyet kurban edilmesi süreci o zamana kadar çoktan tamamlanmış olur. İstanbul’u gelecekteki haliyle görebiliyorum, yeryüzünün en güzel şehrinin kalıntıları üzerinde, Doğu’nun Londra’sı, kasvetli ve tehditkâr bir görkemle yükselecek. Tepeler bir hizaya gelecek, korular kesilecek, parlak renklere boyalı evlerin yerinde yeller esecek, ufuk her taraftan yüksek ve sert hatlı apartman bloklarıyla kapanmış olacak, işçilerin konutları ve atölyeler binlerce fabrika bacası ve çan kulesinin arasında tek tük kalacak.”

Amicis 136 yıl sonrasını hayal kırıklığı içinde hayal ederken biz yarını bile düşleyemiyoruz. 

Çünkü tüm anılarımızı çaldılar.

Unutmayanlara selam olsun…

NOT: Bu makale 21 Mart 2010 tarihinde Birgün Pazar’da yayınlanmıştır.

Fotoğraf: Erdal Yazıcı Arşividir

 

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: Emre Sarıkuş