Kent, siyaset ve sınıfsal bakış
Kent, siyaset ve sınıfsal bakış
Kente dair politika geliştirememek, kentteki her şeyin basitçe metaya, paraya, teknolojik araca dönüşmesi demek. Tanınmış mimar Rem Koolhas’ın bu yıl Avrupa Kültür Başkenti olan Lüksemburg’da tartışmaya açtığı ‘Junk Space’ (‘Döküntü Uzam’) kavramı tam da bu durumla, planlamanın teknik bir konu olarak algılanması ile çakışıyor. ‘Döküntü Uzam’ kavramı 19. yüzyıldaki bütünsel tasarım düşlerine gönderme yaptığı kadar, 21. yüzyılda kamusal alan izlenimi kazanan tasarlanmış işlevlerin yeniden okunmasını (yapıçözümünü) sağlıyor. Süpers-türktürlerin, yani bütünsel tasarım düşlerini temsil eden tasarımların, ayrıksı formlarla ‘türdeş’ olduğunu söyleyen Rem Koolhas, ‘kamusal tasarım’ fikrinin imkânsızlığına işaret ediyor. Tepeden inmeci, hege-monik her türlü kamu fikri, başka bir deyişle hakikat inşası, kamu fikrinin gasp edilmesinden başka bir şey değil. Topluluklar kimi zaman teknik, kimi zaman ideolojik görünüm kazanan simgesel bir şiddet yoluyla politikadan uzaklaştırılıyor. Metaforların kesinliklerine mahkûm edilerek ‘kamusal izlenimi verilmiş’ tikel içeriklerin baskısı altına giriyor. Simgesel şiddetin en önemli unsuru ise ‘sınıfsal bakış’ın gizlenmesi. Seçkinler bu yerine geçme sayesinde tıpkı bir sivil toplum kesimi gibi kendi kamu yararı kavramlarını temsil ediyorlar. Yaratıcı sınıfların bağımlı olması kentteki haksızlıkları, ayrımcılığı gizliyor. Modernleşmenin gelişmeci, teknikçi, kesinliklere dayanan bir biçimde algılanması, siyasal değişim ve dönüşümlerin alternatifsiz bir şekilde simgesel alanda inşasına yol açıyor. O ölçüde ki, muhalefetin dahi merkezi iktidara, yönetimlere karşı kullandığı argümanlar aynı hakikat arayışını, iktidar arayışını ortaya koyuyor. Doğal olarak sivil toplumun bu temsil biçiminde farklılıkları, amaçlan, düşünceleri ile ‘özne’ olarak bir yeri yok. Siyasetin simgesel alanda yoğunlaştığı bu model, siyasetin de ‘sıfır noktası’. Geriye yalnızca baskıcı, ideolojik, hesap vermez, kamusal gücü arkasına alarak kendi çıkarlarını kollayan düz bir mantık kalıyor. Bu nedenle bugün siyaset, sanat, bilim gibi simgesel uğraşlar edinmiş kişilerin kamusal süreçlere katılımlarını kendi kamu yararlarını temsil ederek, bağımlı olarak geliştirmeleri bir alternatif teşkil etmek şöyle dursun, neoliberal saldırının önünü açıyor. Her ne kadar zaman zaman karşı duruyorlarmış gibi gözükseler de. Çünkü her türlü kesinlik inşası, sonuçta siyasetin öznesinin simgesel alanın dışında olduğunun fark edilmesini, yani ‘sınıfsal bir bakış’ı engelliyor. Siyasal alanı daraltıyor. Herşeyin devşirildiği bu siyasal yeniden üretim sürecinde simgesel alanın dışında kalanların yeri yok.
SİYASETE KAMUSALLIK MASKESİ
Bugün Türkiye’deki büyük sermaye-siyaset ittifakına dayanan ‘kentsel dönüşüm’ modelinin de yeni bir durum olarak değil, 20. yüzyılın her türlü kamu fikrini, kent siyasetini askıya alan bir yönetim fikrinin bir uzantısı olarak kentlerin gündemine geldiğini söylemek mümkün. Büyük kentlerdeki ‘kentsel dönüşüm’ uygulamaları endüstri devriminin ertesinde ortaya çıkan ve iktidar-sermaye ittifakına dayanan ilk şehircilik örneklerine benziyor. Bu açıdan bakıldığında, gerçekleştirilmeye çalışılan uygulamalarda sorunlu kent deneyimlerinin, seçkinler tarafından temsil edilen ‘segmente’ edilmiş kamu işlevlerinin dönüştürülmesi değil, krizlerin ortaya koyduğu yenilenme ihtiyacının üstünün örtülmesi amaçlanıyor. Bir dönüşümden çok, bir dönüşüm ihtiyacını kendi bildiğine dönüştürmeye çalışan bir ‘tersine bükme’ söz konusu. ‘Kentsel Dönüşüm’ kavramını kullandığımız zaman bir taraftan sanki bir takım sorunlara cevap verecek, çözüm getirecek yeni uygulamalardan söz eder gibi yapıyoruz. Ama diğer taraftan bu kavram yeni bir politik duruma, sorunu yaratan koşullara bir değişiklik getirecek farklı bir uygulamaya işaret etmiyor. Tam tersine ortaya çıkan sorunları mevcut aktörler, kapasiteler, yöntemlerle ele almaya çalışan, hatta muhafaza etmeye çalışan bir uygulama biçimi olarak çıkıyor. Kentte bir dönüşümden çok değişim ihtiyacını mevcut kalıplara sokma gayreti ile karşı karşıyayız. Başka türlü ifade etmek gerekirse, "ortada sorunlar var, acaba şimdi ne yapabilirim de bu sorunlardan istifade edebilirim" diyen bir kentsel dönüşüm modeli bu.Deprem ve riskler, kültürel mirasın korunması, kamusal alanların yeniden işlevlendirilmesi, ulaşım ve çevre sorunlarının çözümü… ele alınan konu ne olursa olsun, kamusal gücü ellerine geçiren kesimler bunları araç olarak kullanıyorlar. Bu dönüşüm modeli, ihtiyaçlara cevap verir, riskleri, sorunları ortadan kaldırır gibi yaparken ayrıcalıkları yeniden üreten, haksızlıkları, yolsuzlukları sürdürülebilir kılan bir siyaset biçiminin uzantısı. Üstelik evleri başına yıkılan insanların çaresizliğini, çektikleri sıkıntıları, memnuniyetsizliklerini bir yana koyarsak, iktidar ile kültür seçkinlerinin, bir ittifak içinde, yani bu sorunlara verecekleri karşılığın nasıl olması gerektiği konusunda anlaştıkları bir model bu. Her iki kesim de, iktidar ve kültür seçkinleri kamunun siyasal bir işlev yerine getirmesine, kararları katılıma açmasına karşılar. Planlama, kentsel tasarım, kültürel mirasın korunması gibi konuları tartışılmaz konular, teknik bilgi statüsündeki kesinlikler olarak ele alıyorlar. Elbette ki sorunları tanımlama biçiminin de sorun alanı içinde yer aldığı bir modelden daha fazlasının da beklenmemesi gerekir.
İKTİDARIN SEÇKİNLER İLE İTTİFAKI
Benim burada altını çizmek istediğim asıl sorun, siyasetin yalnızca ‘eyleyenler’ tarafından üretildiğini, değişim ve dönüşümün öznesinin yalnızca iktidar ve sermaye olduğunu bize kabul ettirmeye çalışan yaygın yaklaşım. Yani görünüşte neoliberal politikaları uygulamaya sokan, halkı düşünmeyen (ya da bu iş zorla olmayacağına göre -son seçimlerden sonra dile getirildiği gibi- ‘halkı baştan çıkaran’ kötü niyetli) bir iktidar var. O sermaye ve güç sahipleri eşliğinde politik temsil gücü olmayan kesimlerin üstüne gidiyor, gücüne güç katıyor. Diğer tarafta ise zaman zaman itiraz eden, ama iktidarda olmadığı için elinden bir şey gelmeyen bir ‘muhalefet’, ya da neden ve nasıl olduysa kendisini böyle adlandıran bir kesim var. Ben bu eylem biçimleriyle, fikirleriyle, varlığı ile ortada gözükmeyen, ne söylediği, ne yaptığı bilinmeyen ama kendisine ‘muhalif etiketini yapıştırmakta sakınca görmeyen bu kesimin de neoliberal sistemin içine dahil olduğunu, hatta kendi konumunu muhafaza etmek, ayrıcalıklarını yeniden üretmek, iktidardan pay almak için zaman zaman ‘itiraz eder gibi gözüküp, siyasal alanın genişletilmesine karşı çıktığını düşünüyorum. Dolayısı ile bir karşıtlıktan çok bir seçkinler koalisyonundan söz edilebilir. Dikkat edilirse kent planlama, kültürel miras, çevre gibi konuların ‘teknik’ konular olduğunu savunan kesimlerin de yaptıkları iş kendilerini temsil etmelerinden ibaret. Muhalifler de iktidardakiler gibi kapalı, kendi alt sistemine çıkar ve imkan dağıtan bir siyasal modelden beslenmek istiyorlar. Örneğin belediyenin planlama merkezinde çalışan, hem de piyasaya proje işleri yapan bir üniversite öğretim üyesi şunları söylüyor: "Niye bizi AKP’li belediyeye çalıştığımız için eleştiriyorsunuz? Biz hem Bedrettin Dalan zamanında, hem Nurettin Sözen zamanında da çalıştık." Belediye başkanının danışmanı ise açıkça kendilerini eleştirmesinler diye plan ve proje işlerini bazı kurumların yöneticilerine verdiklerini ve bunu bir siyasal strateji haline getirdiklerini itiraf ediyor. Oysa farklı görüşten insanlar ile çalışmak, ideolojik ayrım yapmamak, yönetimlerin bir görevi. Asıl sorun ise başka yerde. Uzmanların hem kamu tarafında olup, karar verici hem de proje müellifi olmalarını kimse sorgulamıyor.
KENT SİYASETİNE SINIFSAL BAKIŞ ŞART
Kentsel dönüşüm uygulamalarında yerel siyasal alanın öncelikli gündeminin imar konusu olmasının, sosyal programlardan söz edilmemesinin, kamu işlevinin gerektirdiği açıklığın ve katılımın olmamasının asıl nedeni de bu. Kent siyasetinin merkeze kilitlenmesi, ister istemez kente dair konuların teknik bir konu gibi ele alınmasını, sivil toplumu izleyici haline getiriyor. Bu da siyasetin rolünün de patronajla sınırlanması demek. Kent ölçeğinde, korporatist bir kamu düzeni içindeki konumlarını yeniden üretmeyi hedefleyen uzmanlar, muhalif de olsalar, siyasetle bağımlı bir ilişki kuruyorlar. Böylece sorgulama, yaratıcılık, zorluklarla mücadele, siyaseti yenileme ihtiyacı ortadan kalkıyor. Bu nedenle bugün Türkiye’de kentlilerin hayatını ilgilendiren konular siyasal bir ilgiyi hak etmeyen teknik sorunlar olarak algılanıyor. Oysa kent siyasetinin var oluş koşulu, ‘sınıfsal bir bakış’ı’, yani siyasetin öznelerinin sembolik alanın dışında olduğunu farketmeyi ve her uygulamada bunu sorgulamayı gerektirir. Unutmamak gerekir ki nesnel bir görüntü sunan eldeki her türlü bilgi, kenti ve kentte yaşayan insanları siyasal açıdan ikinci plana atan, başka hakikatlere hapseden, hatta üzerinde konuşulmasını imkânsız kılan bir karşı entelektüel pratik tarafından koşullandırılmıştır. Çünkü kenti anlamlandırma çabası kapsamı itibarıyla nesnel bir görüntü verse de, çoğulcu bir uğraşla işlenmesi gereken zorlu bir uğraştır. Kent siyaseti de bu nedenle, elde hazır bulunanlarla değil, her ayrıntıda yeniden sorgulanması gereken bulgularla, yeni keşiflere, yaratıcı araştırmalara dayanan bağımsız bir duruş ile anlam kazanabilir.
KORHAN GÜMÜŞ İstanbul 2010 Yürütme Kurulu ÜyesiBİRGÜN – 01.09.2007
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: www.kentvedemiryolu.com