Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

Tabela Cumhuriyeti’ne Doğru mu

(yorumlar kapalı)

 

"Bütün renkler hızla kirleniyordu

Birinciliği beyaza verdiler"

Özdemir Asaf

 

 

 kd

Belki elli yıldan da daha uzun süredir kullanılmayan Demirlibahçe Tünelinin batı ağzı. Demiryolu Cebeci İstasyonundan itibaren şimdiki güzergahına göre daha güneyden ve daha yukarıdan geçiyor ve Demirlibahçe Tüneline giriyormuş (7. Mayıs. 2004)Ergin Tönük Kolleksiyonu

Semte adını veren bahçeler giderek dönüştürülse de, demiri (demiryolu) ve o yıllardan kalan müzelik bir yarım tünel yapısı şimdilik duran Demirlibahçe’de oturuyorum. Türkiye’nin en kuralsız ve düzensiz kavşağı olmasa da o duruma doğru hızla ilerleyen dörtyolağızlarından biri olan Dikimevi kavşağından geçip; "geçip" diyorum, bu kavşak disiplin altına alınamayan bir kanadı dolayısıyla (Mamak ve Abidinpaşa yönünden gelerek Ulus’a geçişi sağlayan kanat) yayası ve sürücüsünün (kamu hizmet araçları dahil) ortak olduğu bir cangıldan farksızdır. Yıllardır, bu kavşağın trafik açısından doğru işler bir yaya ve araç dengesine kavuşturulması için yaptığım başvurunun, gönderdiğim yazının, görüştüğüm ilgilinin sayısını unuttum. Görevliler dahil herkes görür, bilir, yaşar bunu; ama, yaşanagiden terslik ve düzensizlik egemenliğini sürdürür! İnsanlar ve toplum yanlışı düzeltmek için uğraşacağına, yanlışın parçası olmuşlardır! Şimdi emekli olan Ankara Vali Yardımcısı Ramazan Urgancıoğlu dostumuz burada olsa da anlatsa, veregeldiğimiz meydan muharebesini!..

 kd

Tünel ağzı bir duvarla örülmüş, içerisi depo olarak kullanılıyor. Buna rağmen Ankara-Irmak demiryolunun 1 numaralı tüneli burası. Diğer tünel numaraları 2 ile doğuya doğru devam ediyor (7. Mayıs. 2004). Demiryolu güzergahının eskiden farklı olduğunu ilk kez babam Erdoğan V. Tönük’ten duymuştum, ardından TCDD Müzeler Şube Müdürü Servet Sarıaslan ve eşi eğitimci Ümit Sarıaslan Demirlibahçe Tünelinden söz ettiler. Geziyi Servet Sarıaslan ve Altan Ataman ile birlikte yaptık.  Ergin Tönük Kolleksiyonu

İşte böyle bir anayolun başından kahramanca geçerek (Büyük çoğunluğun kurallara uymadığı bu hengâmede trafik kurallarına uyarak, karşıdan karşıya geçmeye çalışmak, gerçekten kahramanlıktır!) Ziya Gökalp Caddesi’nden Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin önünden ya da karşısından; Kurtuluş kavşağından, park içi ya da kıyısından, Kolej kavşağından (o küçük ama güzel alanı da yakında yitirebiliriz!) Mithatpaşa kavşağına, oradan Kızılay’a… yürüyorum. Kızılay’dan dönüşte de aynı hattan eve…

 

Olmayan, kalmayan, "barbar turizm-imalat-inşaat-ticaret ve ulaşım şirketi"yle, onun taşeronlarınca süresiz işgal edilen, ağaç dipleri çöplük olarak kullanılan, köşeleri kuytuları büfe, simitçi vb. esnafınca teslim alınan, kalan ya da kaldırılan ağaç boşlukları hızla, vakit geçirilmeden betonlanan zevksiz, tehlikeli, yürümenin yer yer olanaksız olduğu "kaldırım"larda öyle görünüyor ki, bize kalan o sınırlı ve sinirli yer de sıfırlanacak. (Ara sokaklar farklı mı denilecektir. Evet; ama, ara sokaklardaki "muhtar galeri cumhuriyetçikleri", iyice sıfırlanmış kaldırımlar, ve araç despotizmi altına alınmış evsel hayatlar bu yazının dışında…)

 

 kdDaha dün denecek kadar yakın bir zamanda kaldırımları yürünmez ve "kapalı" hale getiren koca koca camdan reklam panoları yetmezmiş gibi, bir aydır kalan yerleri de kazıyorlar şimdi. Hem de ne kazı! Oralara da sanırım reklam kaleleri koyacaklar. Öyle temeller atılıyor. Ki çok geçmedi görüldü, öyle de olacağı. Ziya Gökalp ve izleyen GMK Bulvarı boyunca, başta Ankaray girişleri olmak üzere, nerede azıcık ufuk, azıcık toprak varsa, dahası azıcık gökyüzü görünen aralık… oraya o devasa reklam kalelerinden yerleştirmek için Ankara’nın altını üstüne getirdiler onbeş-yirmi gün içinde, yıldırım hızıyla!

 

 kd

Aynı yol boyunca, yani Dikimevi ve Kolej kavşağı arasında yer alan ağaçların ve herhangi bir nedenle ağaçlardan arta kalan boşlukların yeniden ağaçlandırılması, ağaç kuyularındaki toprakların iyileştirilmesi vb. yönünde yaptığım yazışmalar bir dosyayı doldurur. Ne, bütün afra-tafrasına karşın Büyükşehir Belediyesi (ALO 153 adı altında verdiğini savladığı hizmetle), ne de Çankaya Belediyesi, bu yönde usulü dairesince yapılmış dilek, istek ve başvurulara olumlu yanıt verdiler. Topu birbirlerine atmaktan, o iş, o bölge bizim yetki alanımıza girmiyor demekten başka bir çözüm üretmediler. Ayakta ölen ağaçlar bir yanda, kalmayan kaldırımlarda kediler gibi kendine yer arayan insan beri yanda, hikmetinden sual olunmaz belediye yönetimleri öte yanda…

 

 kdHaydi bizim yolumuzun (kaldırımların) işgalini geçtik, belediye otobüsleri de, kendilerine ayrılan duraklar park etmiş türlü araçla kapatıldığı için, ikinci (o da varsa) bir şeritte ancak durabiliyor. Eğer otobüsün durduğu yere yakın bir yerde iseniz ve park etmiş araçlar arasında geçecek yer bulunabiliyorsa, otobüse binmek şansını elde ediyorsunuz. Her şey, canavarlaştırılan büyük pazaryeri kentin ortasında, sizi kendi başınıza komaya göre örgütleniyor! Bunun adına da kent yönetimi deniliyor. Şu Ankara, yerüstünden yol alan hafif raylı sistem için biçilmiş bir coğrafyadır. Ama, yaşadığımız düzensizlik ve akıldışılığı bize dayatan, buradan beslenen kanserojen yapılanma yıllardır buna izin vermedi, vermiyor. Kimse sorunun "para" olduğunu söylemesin; bu ülkede sorun, her zaman "kafa" sorunu olmuştur. Tüm sorunlar gibi, bu sorun da kafada çözülünce parası bulunur! Kafada bitirilmeyen iş, kesinlikle elde bitmez.

 

 kdVarsa yoksa yalap-şap asfalt serimi, sergilemesi! Toprak konulmadı kentte, habire asfalt ve beton. Kimse sıkışan kent toprağının giderek taşlaşacağını, üzerinde her nasılsa kalabilmiş ağaçlık dokunun da sonunda, bu nedenle ortadan kalkacağını, dikilen yenilerinin (yaşanarak görüldüğü gibi) bu topraksızlık ve tabansızlıkta, (diğer nedenler bir yana) suya ulaşamayacağı için kuruyacağını görmek istemiyor. Daha da acısı, makyaj işleri için hesapsızca harcanan yeraltı sularının da yerine yedeğinin konulamayacağını kimse aklına getirmiyor!.. Bu durumda, kalmayan kaldırımlarda pazarlananın, görüleceği üzere günümüz ve geleceğimiz olduğunu söylemek kehanet olmayacaktır. Biz "reklam kaleleri"nde arzı-endam eden yeni moda hayaletlere bakarken bizi işletenler malı götürüyor. Üzerinde hayata yürümemiz için altımıza serilmiş bu altyapı; yani kaldırımlar, bizi topluca ve toplumca bir katıkaranlığa taşıyan karmanyolaya ya da karayola dönüştürülüyor böylelikle…

 

Oysa ki, reklam kalelerine, her türlü kaldırım işgaline verilen yer ve anlayışın (!) yarısı yaşamsal konulara gösterilse; birincilerin yapımına özgülenen hızın bir benzeri de bu konuda verilse, büyük olasılıkla daha yaşanılır bir kent olmak ortak umudu yeniden yeşertilebilir. Ama, göz göre göre ölen (öldürülen) ağaçları korumaya, boş ağaç mezarlarını canlandırmaya, kimsenin bir dalı yeşertmeye niyeti yoktur. Tenekeye-betona çevirmek üzere, olanların dibine darı ekmek, esnafından müşterisine değin ortak kamusal refleksimiz olmuştur.

 

Kaldırımı ne varsa kaldırır sananlar, bilmiyorlar ki dünyanın tüm uygar kentlerinde kaldırımlar günlük yaşamın ilk ve en temel altyapısıdır. Ağaca, suya dikkat, yaşama saygı bir temel yasa olarak, kaldırımların insana ve insan onuruna yakışır bir biçimde düzenlenmesinden başlar. Yani kaldırım her şeyi kaldırmaz! Gerisi kendimizi aldatmaktır. Televizyonlar gösterip duruyor; paldır-küldür "sefer eylediğimiz" Gürcistan’ın sokaklarına, alanlarına, yapılarına bakınız; ne anlatmak istediğimiz daha da netleşecektir.

 

Bu toplum, ağacın, suyun, taşın ve toprağın hakkını aramanın kendi hakkını aramak ve savunmak olduğunu anlamadıkça, tekerlekli tenekelere gösterdiği ilgi ve sevginin binde biri kadar olsun bu soruna da ilgi ve duyarlık göstermedikçe, bizim gibi "lüzumsuz işler" peşinde soluk tüketenlerin tüketecek soluğu da kalmayacak! Ta ki, sonunda değerli yazar Mümtaz Soysal‘ın dediği gibi, sorumlu yurttaşlıktan, böyle olduğu için de, zorunlu olarak "sorunlu" yurttaşlıktan çaresiz "yok vatandaşlık"a terfi edip, tüm bu dertlerden sıyrılıncaya kadar. Eğer başarabilirse, "yok"luğun sedirine çöreklenip, kabuğuna çekilinceye kadar…

 

Yıllar önce yayımladığım bir yazıda, ben de bir gün, sadece bir günlüğüne bir kaldırımın, kaldırım kıyısının dört köşesine dört kazık kakarak aralarına da ip gersem ve desem ki vatandaş filanca olarak, burasını bir günlüğüne de ben işgal edeceğim; izninizle!!! Ne demek istediğimi anlayıp da düşünen çıkar mı, yoksa acilen tımarhaneye mi götürürler diye…

 

Ne olacak? Tabii ki tımarhaneye götürürler!

 

Götürücülere de hakkını aradıklarınız yardım eder hem de… "Delinin zoruna bak! Düzeni bozuyor…" diye. Göz göre göre ayakta ölen ağaçlara yardım edin diye çalmadık kapı bırakmayan adamın çığlığına aylarca ses vermeyenler de, kaldırımları sahibine kapayanlar da, çok uluslu şirketlerin dayattığı tüketim ekonomi-politiğinin değirmenine su taşıma taşeronluğundan önce, o sorumsuz çoğunluktan güç ve destek almaktadırlar. Yoksa, bir merkezden düğmeye basılmışçasına, zaten soluk alınacak santimetresi kalmayan, insanın elini beline koyup bir an olsun, kalan bir-iki yapıya ya da kentsel kalıntıya (!) dahası, her şeye karşın ayakta kalmayı başarabilmiş anıt ağaçlara bakabilmek şansı kalmayan kentte, her yan reklam panosu ile dolu iken, bir de bu görgüsüz, çirkin, battal ve baskıcı (mütehakkim!) reklam kaleleri nasıl dikilebilirdi?..

Yakından uzağa yaşadığımız çevreyi kirletenler, bu işin insanın kirlenmesinden geçtiğini çok iyi anlamışlardır. Ama, hâlâ bizim bu tuzağı görüp görmediğimiz, çıkışı olmayan bu yolun bizi götüreceği yeri anladığımız kuşkuludur. Dünyayı bir tüketim cehennemine çeviren uluslararası sermaye ve onun küçüklü-büyüklü ticari ajanları, yapay cennet vaatleriyle sattıkları lüks ve gereksiz onca tüketim malıyla, onların üretiminden, tüketim sonrasına uzanan süreçte kirlettikleri doğamızla birlikte, eşzamanlı olarak insanı da kirletmektedirler. Hem de derinden, en uzak gözelerine dek; teninden tinine, dilinden düşüncesine kadar… Sunuda alıntıladığımız şiirinde, değerli şair Özdemir Asaf‘ın hızla kirlenen renkleri arasında "hayatın rengi" baş sıradadır. Bu işte, birinciliği kimselere kaptırmayanların insanlar (biz) olduğu da!..

 

Doğa, nasıl ki bu saldırıdan onulmaz yaralar alıyor, bizi kuşatan tehlike, suyumuzun da çürüdüğü bir aşamaya ulaşıyorsa, tüketim ekonomi- politiğinin yarattığı cehennemin ağzı bir an önce kapatılmadıkça, insan da aynı kirin-pasın içinde ya yitecektir, ya aklını başına devşirip, doğanın ve dünyanın kalanını insan gibi koruyup-kullanmayı, kendisinden sonra gelecek olanlara aktarmayı öğrenecektir!

 

İşte dünyayı, dünya insanlığını avarakasnak siyasetinde iflah olmaz bir iştahla sağan; bu, insana ve insani olana aykırı çark dönsün diyedir tüm o tabelalar, reklam panoları, reklam kaleleri, gazetelerin reklam sayfaları, televizyonların "şimdi küçük bir ara"ları vd…

Bir yanda onlar, sorumsuzluğun ve şimdilik sorunsuzluğun "kutsal ittifak"ı, dev dünya tekelleri kazansın diye kaldırımların "kaldırın"a dönüştürüldüğü bir kentin dokunulmazları bir yanda. "Ara yer"de de bizler, kentin esâmisi okunmayanları, Kandıra’yla Kanada’yı birbirine karıştıran zavallıları!..

 

Ankara, 4 Eylül 2008

(Sivas Kongresi başlıyor…)

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: Ümit Sarıaslan