Devlet Gazetecisi ve Devlet Demir Yolları
Sayın Ege Cansen‘e, bir yazısından yola çıkarak…
Değerli yazar, bugünkü Hürriyet‘te "Devlet Gazetecisi" başlıklı yazınızı okudum.
Aziz Nesinlik işler, artık sel ve salgın halini aldı ülkemizde. Çok yerinde bir "öneri"dir getirdiğiniz, içtenlikle destekliyorum. "Devlet Gazetecisi" olabilmek için konulmasını önerdiğiniz "kıstaslar"ı taşıyan mebzul miktarda gazetecimiz olduğu kesin. Ama, her halükârda, bu işin de bir "yönetmeliği" olmalı değil mi?
…
Yazınızın girişinde, sözü "Devlet Gazeteciliği"ne getirmek için, 1950’li yıllara uzanıyor ve demiryollarının "yeniden yapılanması" amaçlı çalışmalar yapmak üzere ABD’ye gönderilen bir "heyet"in hazırladığı "rapor"dan şu saptamayı aktarıyorsunuz: "ABD’de, devlet demiryolları özel sektöre aittir." Dilimiz ne kadar alışmış ki, devlet ve demiryolu ilişki ve ikilisine, o "heyet"in "rapor"unda da, demiryolları değil de, "Devlet Demiryolları" deniliyor, görüldüğü gibi! Toplumsal derin kökleri ve gerekçeleri olan kimi konu, kurum ve kuruluşlar, ne kerte karşısında olunursa olunsun, kamusal ortakbilinçaltına böyle yer ediyorlar.
…
1950’den 2000’lere uzanan yollar biraz dursun! Makas değiştirelim:
Foto:E.Tönük arşivinden
Başbakan Erdoğan’ın Ankara-İstanbul Arası Hızlı Tren Projesi’nin temelini attığı 2003 ‘ten başlayarak, en yetkili ağızlardan açıklandığı üzere, TCDD yani Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları, yeniden ayağa ve atağa kaldırılacaktı! Cumhuriyet tarihi içinde hiç olmadığı kertede büyük bir para da bu iş için ayrılmıştı; gerektikçe de ayrılacaktı…
Ayrılacaktı; ama, AKP İktidarının 6. yılında daha biten-işleyen bir demiryolu yoktur. İşlemez olanlar dışında!
2005 yılı sonunda hizmete gireceği savlanan o ünlü Ankara-İstanbul arası "hızlı tren" de içinde olmak üzere. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, daha dün denecek kadar yakın bir süre önce, yine, aynı konuda, "hızlı tren"in yazgısına yönelik olarak, bir adım ileri iki adım geri siyaseti gereği ne demişti?
"Ha! O iş başka…"
Hızlı Tren açılış tören davetiyesi
Neydi o "iş"? Demiryolu yapımıydı elbette!
Gerçekten "başka"ydı bu ""iş,. Osmanlı’da "başka", Cumhuriyet’te "başka". 1946 sonrası içine girilen süreçte "başka", AB trenine bineceğiz diye (!) içine daldığımız tünelde çok daha "başka"… Ama, bu "başka"lardan biri dışında, tümünün ortak özelliği birbirinin çok benzeri olmalarıydı: Her işimizi, başkalarının katarına eklemlenerek görmek sayrılığı ve sürüklenişi!.. 1923-1943 arası hariç, 150 yıldır yaşanan bu terslik bugün de egemenliğini sürdürmektedir.
Ulaştırma Bakanı, İzmir’den Ankara’ya uzanan yeni "bölünmüş yol"ların yapımını denetleme gezisinde şu açıklamayı da yapacaktı: "…Para meselesi. Proje yapmak yetmez. Bunun kaynağını da bulmak gerekir. Demiryolu yapmak karayolu yapmaktan zor bir iştir…" (Hürriyet, 23.08.2008) Bakanın burada yaptığı da, ne yazık ki, şu ülkede demiryolu yapımı deyince, hemen "kaynak yetersizliği" küflenmiş masalı ya da can simidine sarılmaktan başka bir şey değildi!!!
Kafada bitmeyen iş elde bitmez…
Böyle olduğu içindir ki, aynı Bakan ve ona bağlı TCDD Genel Müdürü, işbaşına geldikleri günden Pamukova‘ya kadar (!) Allah’ın günü, Cumhuriyet tarihi boyunca, Devlet Demiryollarına hiç olmadığı kadar ödenek ayrıldığını, günü geldikçe uygulamaya konulacak projelerin para sorunu olmadığını söyleyerek, Başbakan’a (halk kasasından) verdiği ya da vereceği destek dolayısıyla arz-ı şükran ediyorlardı. Ama, daha sözlerinin sıcağı soğumadan satışa çıkaracakları TCDD arsa ve taşınmazlardan sağlanacak geliri "hızlı tren" projesine aktaracaklarını da söyleyeceklerdi!
Siyaset aygıtı, Devlet’in soyut kimliğini somuta dönüştürerek, adına iş yapmak üzere iktidara talip olanların halk ve halkın geleceği doğrultusunda kullanmaları gereken bir araç olarak görülüyorsa eğer; başından sonuna bir çizgimizin, yani eylem ve işlemlerimizde bir tutarlılığın olması gerekmez mi? Gerekir ya, bizim tek "tutarlı" olduğumuz alan, sürekli "halkın ekmeği"yle oynamak ve dolayısıyla hep gelecekten yemektir! Nitekim siz de yazınızda, böylesi bir "devletçilik"in, halka hizmet etmekten çok, adam zengin etmede ne kerte etkin olduğunu vurguluyorsunuz.
Madem ki gelir gelmez ve izleyen süreçte, demiryolunu ve demiryolculuğu destekler hararetli bir söylem geliştirdiniz, bu yönde halka söz verdiniz; yakınmaya, topu taca atmaya hakkınız var mıdır? Buyrun gereğini yapınız. Ama, Dimyat’a pirince giderken bizi evdeki bulgurdan da etmemek koşuluyla!
Tamam! Devletin demiryolu işletmediğini/işletemeyeceğini varsayalım. (*)
Ama, Cumhuriyet kurucularının 10 yılda yaptığı demiryollarını bugün hâlâ kullanırken, 2003’ten beri (6 koca yıl), demiryollarını temel bir kamu hizmet alanı olmaktan çıkarmak ve ticari bir işletmeye dönüştürmek yolunda, AKP iktidarı, sicili bozuk yabancı demiryolu "iyileştirme" kuruluşlarının daha önceden kotarılmış projeleriyle biçimlenen "yeni moda" bir imtiyaz demiryolculuğuna çalışmaktadır!
Bırakınız, devletin demiryolu işletmeciliğindeki yerinin yersizliğini; var mıdır bu 6 yılda, özel sektörce kurulup-kurumsallaştırılan 1 km. demiryolu? Başta demiryolları olmak üzere, beğenmediğimiz bu ve benzeri devlet işletmelerine, özel sektörün yapıcı ve yaratıcı bir yaklaşımla sahip çıkması sağlanana değin, elde bulunanı doğru-düzgün işletmek yerine; yapılan, kamuoyunun işletilmesidir! Öyledir öyle olmasına da, varılacak sonal hedef, ara-sıra ağızdan kaçırılmakla birlikte gözlerden saklanmaya çalışılmaktadır. Amaç, açıktan cephe alınmadan; işi zamana yayarak, kurumun önce, iyice battal edilmesini sağlamak, sonra fişini çekmektir! O noktadan sonra, söylenecek söz de şimdiden bellidir:
"Ne yapalım? Zaten öyle yaşayamazdı…"
Böyle demiryolculuk olur mu?
Bir işe ya sahip çıkılır; gereği yapılır, ya da karşı çıkılır; gereği yapılır!.. Sonuçlarına da katlanılır.
…
1950 sonrası siyasal tarihimizde, genelleşmiş bir siyasi saplantı vardır.
Ne zaman ekonomiden, devletin ekonomideki işi ve işlevinden söz açılsa, ister devlet işletmeciliği anlamında olsun, ister ülkedeki ekonomik işletmelerin eşgüdümü açısından devletin işlevi üzerinde olsun, hiç ölçüp-biçmeden dillendirilen bir kalıp düşünceye dönüşmüştür bu siyasi sayrılık. Taa, Ankara-Sivas Demiryolunun yapım günlerinden beri sürer gelir!.. İsmet Paşa’nın 30 Ağustos 1930’da Sivas İstasyonunun açılışında yaptığı uzun ve ayrıntılı konuşmayı okuyup-değerlendirenler, bu sayrılık ve takıntının hangi toplumsal kökten sürdüğünü göreceklerdir. TCDD, 1946’dan başlayarak, 1950 ile gitgide artacak bir biçimde, o düşünce sahipleri ve yandaşlarının derin düşmanlığa muhatap olacaktır!
Ne zaman ekonomi, dense, başta bu "günah keçisi" kargışlanarak işe başlanılmasını tartışmak değil amacım. Bu kuruma bakarken, çıkış noktası, böyle "demirden" bir yargıyla kelepçeli olunca, zaman içinde de yeni teknik altyapılar, yeni yatırımlarla desteklenilmediği için, TCDD, işletme ve verimlilik düzeyinde içine itildiği tuzakta debelenmektedir. Bu patinajda direnme, siyasal bir yeğlemeden kaynaklanıyor. Parayla-pulla, kaynak yetersizliğiyle ilişkisi yoktur! Yoktur, ama, bu ikilem de TCDD’nin sistemli bir biçimde çürütülmesine neden olmaktadır. Sorunun çözümü ise, alınan abdestin ürkütülen kurbağaya değmediği özelleştirmelerde değil; çok yönlü ve çok bileşenli yeni yaratıcı girişimlerde aranmak gerekir. İçine çekildiği durumun sorumlusu yalnızca, TCDD değil; gelmiş-geçmiş siyasal iktidarlar, onların "emir kulu", gözü koltuğundan ötesini görmeyen bürokratlar ve tabii ki özel sektörümüzün kendi özel gündemidir…
Her alanda, siyaset aygıtının işletim çarklarına istediği an elini sokan (!) sermaye ve onun temsilcilerinin, bir gün olsun demiryolu üzerinden bir istek ve öneri getirdiklerini; ya da bir girişimde bulunduklarını gören-duyan var mı? (İstisnai ve yerel, çoğu dilek-istek düzleminde kimi kahramanca girişimler ya da tasarılar dışında!) Karayolu ekonomi-politiği cephesinde konuşlanmış bir kesimden bu yönde bir beklenti içinde olmak, tam bir hayâl-i hamdır. Hele hele siyasal iktidarın "rant (t)alanı" politikalarının toplumun tüm girişim hevesini, gelişme umut ve isteğini hacamat ettiği bir süreçte…
Sonuçta, iyice kolu-kanadı kırpılan kurum, tüm altyapısı ve tarihsel-kültürel mirasıyla birlikte, kendini bekleyen kaçınılmaz sona hazırlanan bir "hasta adam"a dönüştürülmüş durumdadır. Bu gidiş böyle sürerse, varılacak nokta, kimse kendisini kandırmasın, trenin ve tren imgesinin; tüm endüstriyel-kültürel mirasıyla birlikte yaşamımızdan silinmesi olacaktır. Aynen, yıllardır sularda saklı şiiri ve tarihi süze süze süzülen Şehir Hatları Vapurları’nın aynı sulardan ve hayatımızdan sökülüp atılması gibi!..
…
Marx bana kızacak; ama, devlet de bıçak gibidir. İçerde "Devleti hakim sınıfların baskı aracı" olmaktan kurtaracak olan, laik uluslaşma temelinde çağdaşlaşma, ya da bir başka söyleyişle, gerçekten bağımsız, halkçı ve demokratik bir yapıya kavuşturulması olacaktır. O yöne giden hatta ise, şimdilik bir katar görünmemektedir! Evet, devlet bıçak gibidir. Adam gelir, ekmek keser halkı için; adam gelir, halkın ekmeğinden keser!.. An gelir, özgürlüğe keser ortalık; an gelir özgürlükler kesilir. Bu denklemin terazisi de, sizin treninizin durduğu yere, baktığı yöne bağlıdır.
Özetle, TCDD, ne kerte kötü işletilen bir devlet kuruluşu olursa olsun, mizahın oklarını da içine katarak kaleme aldığınız, "Devlet Gazeteciliği" kadar, halka ve devlete zarar veremez! Bu ve benzeri gazeteci taifesinin yaptığına "İktidar Gazeteciliği" demek daha yakışır. Onlar, "devlet gazetecileri" değil; çünkü devletin ardında ve arkasında bir ulus, ülke ve tarih vardır. Onlar, olsa olsa, dışarıda "majestelerinin"; içerde "devletlûlarının" sesyayarları, kiralık kalemleridir. Çağlar boyunca olduğu gibi!..
İhmal yüzünden kalmayan demiryolları için karayolundan yararlanma projesi(http://www.dipsizkuyu.net/forum/14-hebolholeyli/15464-porof-zihni-sinir-proceleri-3.html)
Demem o ki, Devlet Demiryolları, tüm kötü işletme ve plansızlıktan kaynaklanan kamu yitiklerini taşısa da, yolsuzluk ve talan fırtınasında açılan karadeliklerin yanında mâsum kalır. (**) Demiryollarının durduğu yerde duruyor olması, ya da yanlış hatta gidiyor olması, siyasal lokomotif sorunudur. Bu da yıllar önce, İlhan Selçuk‘un yazıp-söylediği gibi, tüm solun, halktan ve emekten yana tüm yurtseverlerin, hızla toparlanarak, topluma lokomotif olmasına; ya da diğer bir deyişle siyasal iktidara aday ve seçenek olmasına bağlıdır.
Bu köklü kuruluşun verdiği söylenen zarardan dönülmesinin de, daha fazla zaman yitirilmeden çağın ölçü ve ölçütlerinde bir yapıya kavuşturulmasının da yolu, diğer tüm kamusal sorunlar gibi, öncelikle doğru tanı gerektirir! Sonra da sağaltım için ilgili kurum ve kuruluşlarla halkın elbirliği içinde çalışmasının sağlanmasını… Böylesi dönüşümlü bir toplumsal imecenin baş aktörlerinden biri, ve belki de en önde geleni basındır. "Sahibinin Sesi", kalem cemaati değil; kamunun ortak sesi, kulağı ve vicdanı olması gereken özgür basın… Salt siyasal iktidardan bağımsız yapılar değil yalnızca; tarih ve toplum karşısında, her koşulda haberin namusunu koruyan; kamuoyunun doğru bilgilenme hakkını, yeri geldiğinde kendi kendilerine de karşı durarak koruyan bir duruş.
…
Sayın Cansen, kendileri için bir "Devlet Gazetecisi Ödülü" ihdasına zemin oluşturmak üzere dökümlendirdiğiniz kıstasların tümüne yakınını, kaleminin tepesinde "imame" gibi taşıyanlardan böyle bir duruş beklenebilir mi?..
Son bir söz: bizim demiryolları da, 1995’ten beri 11. ve 12. maddelerdeki kıstaslara uygun olarak yönlendirilip, yönetiliyor. Atlantik ötesinden iki ortakla (!) birlikte…
(*) Demiryollarının ABD’de "özel sektöre ait olması"nın da yasa hükmünde olmadığını da düşünmek gerek. 2000’li yılların başında, anımsayacaksınız; demiryolu ulaşımı ve teknolojisinin anayurdu İngiltere‘de bir olay yaşandı.
Daha önceden özelleştirilmiş bulunan demiryolları, süreç içinde yaşanan türlü sorun ve tıkanıklığın yarattığı tehlikeler gerekçe gösterilerek yeniden devletleştirilmişti. Ulaştırma Bakanı Stephan Byers, iflas aşamasına geldiği gerekçesiyle devletten destek isteyen demiryolu şirketi Railtrack‘a yardımı reddetmiş, adı geçen şirketin kamuya devrine karar alınmıştı.
(**) 1924-1944 arasında, demiryollarının IMF makasına dolanmadan önceki ilk yirmi yılında, bu kurumun kârlılık oranlarında dönemsel düşmeler olmakla birlikte, zarar etmemiş olması üzerinde, işletme ekonomisi ve kamu iktisadi kuruluşları ilişkisi açısından durup düşünmek gerekir. (Tekeli-İlkin, ayrıntılar için bkz.: Cumhuriyet Treninden Tanzimat Trenine adlı kitabımız, ÜS)
6 Eylül 2008, Ankara
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: Ümit Sarıaslan