Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

AYAŞ TUNELİNDE DİRENİŞ ve HORTUM

(yorumlar kapalı)

 kdAnkara İstanbul’u çift ve süratli bir demiryolu ile birbirine bağlayacak projenin en büyük etabı Sincan Ayaş arasındaki 10086 metrelik AYAŞ tünelidir. Halk arasında bilinen diğer adı ile HORTUM tünel hakkında bu güne kadar birçok haber yayınlandı. Ayaş tünelinde örgütsüz olarak çalışan işçilerin ekonomik hakları için 1978 yılında yaptıkları direnişler gözden kaçmıştı. Bu direniş gazetelere yansımasa da 1978 tarihinde Arifiye Sincan Demiryolu Ayaş Tüneli inşaatında inceleme yapan Meslek Odalarının raporunda yer almıştır. Ayrıca Hortum tüneldeki ilişkiler ağının ABD ve Susurluk’a uzandığı 18.01.2005 tarihinde Sendika.org da kaleme alınmış "Washington merkezli Cato Enstitüsü’nün amacı" başlıklı makale de dile getirilmektedir. Bu meslek odası raporunun ve Sendika Org’daki yazının birlikte yayınlanmasının nedeni ise ağır şartlarda çalışan emekçilere verilmeyen hakların kimlere nasıl hortumlandığını gözler önüne sermekti. Tuzla tersanelerinde yaşanan işkazaları sonucu meydana gelen ölümler Ayaş tunelinde meydana gelmemişti ancak çalışma şartları çok ağır ve en ufak talepleri bile iş veren tarafından karşılanmıyordu.

 

ARİFİYE-SİNCAN DEMİRYOLU AYAŞ TÜNELİ İNŞAATI

HAZİRAN 1978

 

HARİTA MÜHENDİSLERİ ODASI,

İNŞAAT MÜHENDİSLERİ DDASI,

JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI

Türk Mühendis ve Mimarlar Odası, Ankara

Türk Mühendis ve Mimarlar Odası, Ankara

Türk Mühendis ve Mimarlar Odası, Ankara

GİRİŞ

Ankara ile İstanbul’u birbirine bağlayacak olan çift hatlı yeni demiryolu güzergâhının Ankara – Sincan – Ayaş – Beypazarı – Mudurnu -Akyazı – Arifiye – İstanbul hattından geçirilmesi planlanmaktadır. Bu yeni güzergâh üzerinde; yapımına ilk başlanılan İş, Sincan – Ayaş arasında uzunluğu 10086 metre olan Ayaş tüneli inşaatıdır. Burada, tünel inşaatı işine başlanılmadan önce teknik ve ekonomik yönden yapılması zorunlu olan etüt ve araştırma safhasına kısaca değineceğiz. Bir bölgede tünel açılmasına karar verildiğinde, ekonomik analizle beraber jeolojik araştırmalar da başlar.

Ekonomik analiz sonucu, tünelin 1 metre uzunluğunun kaça mal olacağı hesaplanır. Maliyeti etkileyen birçok faktör vardır. Bu etkenlerin en önemlileri; tünel açılacak güzergâhın jeolojik ve hidrolojik koşullan, tünel uzunluğu, şekli, çapı, derinliği, kaplama cinsi, acun şekli (klasik veya modern metotlar) v,b. dir, Yukarıda da belirtildiği gibi, maliyete etki eden faktörlerin başında jeolojik koşullar gelmektedir. Tünel açılmasına karar verilirken ve yapımı tamamlanıncaya kadar sıra ile şu jeolojik çalışmalar yapılır:

1, Ön jeolojik çalışmalar,

2, Detay jeolojik çalışmalar,

3. Tünel açılırken yapılacak jeolojik çalışmalar,

4. Tünel yapımı tamamlandıktan sonra yapılacak jeolojik çalışmalar.

 

ARİFİYE – SİNCAN DEMİRYOLU İNŞAATI AYAŞ TÜNELİ

 

Arifiye – Sincan çift hatlı demiryolu inşaatının Sincan – Ayaş kısmında 10086 metre uzunluktaki bölümünün tünel açılarak geçilmesi düşünülmüş ve 31.5,1976 tarihinde 773 milyon 200 bin TL. na ihalesi yapılmıştır. Bu tarihlerde, tünel maliyetini belirleyecek olan jeolojik hiçbir done bulunmadığı gibi, ön jeolojik çalışmaların başlaması da ihale tarihleriyle aynı zamana rastlamaktadır.

 

Tünel yapımına başlandığında henüz, ön jeolojik çalışmaların raporu tamamlanmamıştır. Detay jeolojik çalışmalar ise hiç yapılmamıştır. Bu nedenle tünel açım şekli ihaleden sonra belirlenmiş ve tünelin statik projeleri kabullere g öre yapılmıştır. îş böyle olunca da ilk ihale keşif bedellerinin daha işin başında hiçbir analize dayanılmadan yapıldığı ve gerçekçi bir rakam olmadığı ortaya çıkmıştır. Şimdi konuyu işin detayına inerek inceleyelim.

 

Bu tünel inşaatı, Arifiye – Sincan yeni demiryolu güzergâhının 14. üncü Km. si ile 24 üncü Km. si arasındadır. Tünelin Ankara istikametinden olan girişi yani 14. Km si "Yenikent-Erkeksu", çıkış ağzı İstanbul istikametinden girişi ise yani 24. Km si Ayaş" giriş ağzı diye adlandırılmaktadır. Bayındırlık Bakanlığı, bu tünel inşaatının ihalesini 31.5.1076 tarihînde yapmış, müteahhit firma ile 30.6.1976 da sözleşme imzalamıştır. Sözleşmede işin adı, Arifiye – Sincan Demiryolu I- Kısım tünel inşaatı olarak geçmektedir. Sayıştay bu ihaleyi 13.7.1976 gün ve 1323/1321 sayı ile onaylamıştır.

AYAŞ TÜNELİ YAPIM SÖZLEŞMESİ

 

Arifiye – Sincan Demiryolu inşaatı işine ait sözleşmenin konusunu belirten 2. maddesine göre; "Arifiye – Sincan güzergâhı üzerinde yaklaşık 7830 metrelik tünelin çift hat olarak inşaatı, tünel tel’i işi, tünel başlarındaki güzergâh toprak işleri ile 7830 metrelik kısımda gereken sondaj işlerinin yapılması illeri bu ihalenin konusunu oluşturmaktadır. Müteahhit bu işi 800 milyon tahmini keşif bedelle birim fiyat esasına göre ve birim fiyat cetvelinde yazılı Hatlardan %3,35 indirerek sözleşme ve eklerindeki koşullara uygun olarak yapmayı kabul ve taahhüt etmiştir."

 

İŞE BAŞLAMA

 

Müteahhidin işe başlama tarihi 15.8.1976 dır. Tünel inşaatının sözleşmede belirtilen keşif bedeline ve iş kalemlerinin birim fiyatlarına ilişkin değerlendirmeye geçmeden önce, tünelin giriş ve çıkış ağızlarındaki yapılan işler hakkında kısaca bilgi verelim.

 

Tünelin çıkış ağız tarafında (Erkeksu) 13,2, Km si ile 14,6. Km si arasındaki 1400 metre uzunluğundaki güzergâhta 1 milyon 60 bin m3 açık yarma hafriyatı yapılmıştır. Tünelin giriş ağzı tarafında (Ayaş) 200 metre uzunluktaki bölümde ise yapılan hafriyat miktarı 50 bin m3 dür. Tünelin giriş ağzının inşaatına 21 Nisan 1977 de, çıkış ağzının inşaatına ise 1 Ocak 1978 tarihinde başlanılmıştır.

 

Giriş ağzı tarafında tünel inşaatı 21 Nisan 1977 den bu yana 600 metre ilerlemiştir. Bu duruma göre tünelin ilerleme hızı giriş ağzı tarafında 1.40 metre / gündür. Çıkış ağzı tarafında 1 Ocak 1978 de başlayan tünel inşaatı, tünel açık yarmasında meydana gelen çöküntüler nedeniyle 10 Şubat 1978 den bu yana durmuş bulunmaktadır. Bu ağızda halen açık yarmadaki çöküntü malzemesinin temizleme faaliyeti devam etmektedir.

 

Tünel çıkış ağzı tarafındaki açık yarmada meydana gelen bu çöküntülerin gerçek nedenlerinin Bakanlıkça açıklığa kavuşturulması gereklidir. Bu konuda gerekli inceleme yapıldığı takdirde; açık yarmada meydana gelen bu çöküntülerin nedenlerinin, mühendislik jeoloji yönünden hiçbir etüdün yapılmamış onmasından ve bunun yanında inşaat safhasında gerekli bazı önlemlerin zamanında alınmamış bulunmasından doğduğu görülecektir. Bu ağızda tünel bugüne kadar 100 metre ilerlemiştir.

 

Tünel inşaatına başlandığı günden bugüne kadar geçen süre içinde yapımı gerçekleştirilen tünel ilerlemesinin değerlendirilmesi yapıldığında, tünelin bitirilme tarihi için aşağıdaki sonucun çıkarılması mümkündür. Konuyu daha anlaşılır kılmak için sözleşme gereği işin bitimi olarak verilen tarihlere değinmek gerekli olmaktadır.

Sözleşmeye göre; tünel inşaatının bitirilme tarihi 15 Kasım 1980 dir. îşin ihalesinden sonra yapılan 11. Keşif bedeli 1,2 milyar olarak hesaplanmıştır. 1,2 milyarın ne şekilde hesaplandığına da ileride değinilecektir. Keşif bedelinde meydana gelen bu artışın yanında, bitirilme tarihide 3 Ağustos 1983 olarak tespit edilmiştir.

 

Bu tünel inşaatının bu gidişle değil 1983 lerde 1990 h yıllarda bile bitirilmesi kuşkuludur. Bitim tarihi olarak herhangi bir sürenin şimdiden tahmini olarak da olsa belirtilmesi bile iyimser bir yaklaşımdır. Çünkü raporumuzun giriş bölümünde de belirttiğimiz gibi tünel yapımına başlanılmadan Önce açıklığa kavuşturulması gereken önemli noktalar bulunmaktadır. Oysa, Ayaş tüneli inşaatının yapımına başlanılmadan önce jeolojik yönden yapılması gereken hiçbir etüt yapılmamıştır.

 

Haliyle tünel keşif bedelinin hesabı için de mevcut bir bir done yoktur. Ön jeolojik çalışmalar bile tünelin İhale tarihiyle birlikte başlamıştır. Ön jeolojik çalışmaların ise, arazi formasyonu hakkında ancak genel bazı bilgiler verdiği açıktır. Esas etüdün mühendislik jeolojisi yönünden 1/2000 ve daha büyük ölçek düzeyinde yapılması gerekmektedir.

 

Ön jeolojik çalışmaların bile ihale tarihiyle birlikte başladığı bir tünel işinde esas Etüdün hiç yapılmamış olması şaşırtıcı değildir. Doğaldır ki tünelin fizibilite etüdünün yapılmamış olduğunu da belirtmeye gerek yoktur. Bu koşullarda yapımına başlanılan bir tünel inşaatının hesaplanan kesifinin çok üstünde gerçekleşmesi veya gerçekleşme olanaklarının azalması normal bir sonuç olacaktır.

 

TÜNEL GÜZEBGAHINDA İHALE TABÜÜNDEN SONRA MEYDANA GELEN

DEĞİŞİKLİK VE YENİ KEŞİF BEDELİ

 

Sözleşmede 7830 metre olarak belirtilen tünel boyu, ilk tespit edilen tünel güzergâhında meydana gelen değişiklik sonucu 10086 metreye çıkmıştır. Bu uzunluk değişikliğinin bile ihale tarihinden sonra meydana geldiği ve tünel güzergâhı boyunca tesis edilen Nirengi Şebekesi yardımıyla çok sonra hesaplanmış olduğunu da belirtelim. Yani, müteahhit firmanın işe başlama tarihi olan 15.8,1976 da daha tünel giriş ve çıkış noktalarının* kot ve koordinatlarının bile belirlenmemiş olması, idarenin bu tünel yapımı işinin ihalelini hangi koşullarda yapmış olduğunu bir kez daha göstermektedir.

 

Tünel uzunluğundaki bu artış nedeniyle tahmini keşif bedeli de yeniden hesaplanmıştır. II, Keşif bedeli bu kez 1,2 milyar TL, olarak bulunmuştur, XI, Keşif bedelinin 1,2 milyar olarak bulunmasının nedeni sadece tünelin uzunluğunda meydana gelen artış değildir. Keşif bedelinin yeniden hesaplanmasında tünel uzunluğundaki bu değişiklikle birlikte, ilk keşif bedelinin hesabında hiç dikkate alınmayan bazı iş kalemlerinin geçici birim fiyatlarının bu kez dikkate alındığı belirtilmiştir.

 

Tünelin ilk keşfinin hesabında hiç dikkate alınmayan bazı iş kalemlerinin bugün mevcut tünel maliyeti içinde ne kadarlık bir yer tuttuğunu görelim. Şu anda tünel inşaatında, müteahhide ödemesi yapılan ve yapılacak olan iş kalemlerinin en önemlileri şunlardır:

 

Tünel kazısı, püskürtme betonu, çimento, sifunit, hasır cenk, iksa bulon ve tünel betonudur. Bu iş kalemlerinden püskürtme betonu, iksa ve bulon’ un birim fiyatlan tünelin keşif bedelinin hesabında hiç dikkate alınmamıştır, Şimdi dikkat edelim.

 

Bu adı geçen üç iş kalemi ise bugün tünel inşaat maliyetinin %50’ni oluşturmaktadır. Tünelin bugünkü gerçek maliyetinin hangi boyutlara ulaştığının değerlendirmesine geçmeden sözleşmenin bazı maddelerini hatırlatalım.

 

Sözleşmenin, inşaat miktarının artması veya azalmasıyla ilgili 26,2 maddesine göre işin tamamının keşif bedelinin %50 sinden fazla bir artış veya azalışla bitirileceğinin anlaşılması halinde müteahhidin yapımı sözleşme hükümlerine göre ve sözleşme birim fiyatlan ile sürdürmeyi yüklenmesi ve hususun Bakanlıkça da uygun görülmesi kaydı ile iş tamamlanıncaya dek yapım sürdürülür.

 

" 26,3 maddesine göre; "İşin tamamının keşif bedelinin %50 sinden fazla bir artış ya da azalışla bitirilebileceğinin anlaşılması halinde müteahhit işi sözleşme hükümlerine göre ve sözleşme birim fiyatları ile sürdürmeyi istemez ya da (28,2) de belirtildiği üzere devam isteği Bakanlıkça uygun görülmez ise sözleşme geçersiz sayılarak iş tasfiye edilir,"

Tünelin birinci keşif bedelinin 800 milyon TL, olarak hesaplandığını yukarıda belirtmiştik. H. Keşif bedelinin de 1,2 milyar TL. olarak yeniden hesaplandığını ve bu hesabın hangi espriyle yapıldığım yukarıda yine belirttik, 800 milyonun %50 sini alır ve 800 milyonla toplarsak 1,2 milyar TL. elde ederiz. Oysa tünel uzunluğunda meydana gelen artış ve ilk keşfin hesabında dikkate alınmayan bazı iş kalemlerinin Be hesaba katılmasıyla bulunan H. Keşif bedeli İle 1,2 milyar TL. Olarak bulunmuştur.

 

Bu Keşif bedeli, sözleşme hükümlerine göre, iş tasfiye edilmeden olabilecek artışın tam sınırındadır ve bu durumda herhalde sadece bir tesadüftür! Ancak yeni keşif bedelinin bile, tünelin bugünkü gerçek keşif bedeliyle hiç ilgisi yoktur. Şimdi bu durumun incelemesini yapalım. İncelememizi, şu sorulan sorarak ve yanıtlarını vererek sürdürmek konunun daha açık bir şekilde anlaşılmasını sağlayacaktır.

Bugün tünel inşaatının mevcut birim fiyatlarla 1 metresinin maliyeti’nedir?

— Bu tünel inşaatı mevcut birim Hatlarla kaça mal olacaktır?

1,2 milyar TL. Olarak hesaplanan Keşif bedeliyle tüneli kaçıncı Km.ye kadar açmak mümkündür?

Şimdi gelelim bu sorularımızın yanıtlarına. Şu anda geçerli olan birim fiyatlarla 1 metrelik tünelin yapım maliyeti (Sözleşmede belirtilen bütün iş kalemleri dâhil) 270 bin TL. sidir. Tünelin bugünkü maliyetini hesaplamadan Önce örnek vermek istiyoruz.

 

Tünelin 10086 metresinin bitim süresi ne olursa olsun, tüm tünel inşaatının sonuna kadar iş miktarı olarak değişmeyecek bir iş kaleminin bugünkü birim fiyatlarla maliyetini hesaplayalım. Ayaş tünelinin 1 metrelik kesitinde 95 m3 kazı yapılmaktadır.

 

Tünelin uzunluğu 10086 metre olduğuna göre, sadece tünel kazısı için bugünkü birim fiyatlarla ödenecek bedeli: 95 m3 x 1O086 x 1,98 (57,74 + 371,81) = 815 milyondur. Bu hesapta kullanılan; 1,08 = Tünel uzunluk zammı. Bu zam sözleşme hükmüdür. 57,74 TL. = 1 ms kaza taşıma bedeli 371,81 TL. = 1 m3 kazı bedeli Bugünkü birim fiyatlardır. Bu durumda, mevcut birim fiyatlarına göre tünelin tamamının sadece kazısı ve taşıması için Ödenecek miktar görüldüğü gibi 816 milyondur.

 

Tünel inşaatının bütün işlerinin mevcut birim fiyatlarla bugün için maliyeti ise 270 000 x 10086 = 2,7 milyardır. Tünelin her iki ağzındaki açık yarma hafriyatları, açık tünel inşaatı, servis yollar ve sanat yapılarının yapımı da toplam 300 milyonu bulmaktadır.

 

Böylece tünelin keşif bedelinin bugün için 3 milyarı bulduğu ortadadır. Bu miktara önümüzdeki yıllarda olabilecek işçilik ve malzeme fiyat artışları dâhil değildir. Matların hızla yükseldiği ülkemizde tünel inşaatının bitimine kadar (ki biz bu sürenin 1990’ları bulacağını söylüyoruz) tünel maliyetinin hangi boyutlara ulaşacağını önümüzdeki günler gösterecektir. Bugün için kesin olan bir gerçek vardır ki, tünel inşaatının mevcut birim fiyatlara göre maliyeti II. Keşif bedelinin bile üç katıdır. H, Keşif bedeli olan 1,2 milyar ile ve mevcut birim fiyatlarla bu tüneli 4. Km’ sine kadar açmak mümkündür.

 

TÜNEL İŞÇİLERİNİN DURUMU

 

Tünel inşaatının başladığı günden bu yana işe girip, çıkmak zorunda kalan işçilerin sayısını binlerle ifade etmek doğru olacaktır, İşçiler çalışma koşullarının sağlıklı olmaması ödenen ücretlerin düşüklüğü nedeniyle zaman zaman kısa aralıklarla süren birçok direnişler yapmışlardır. Ama neticede bu insanların birçoğu işyerinden ayrılmak zorunda kalmışlardır. Tünel işçisi bulmak oldukça güç bir konu olduğu halde, işveren işçilerin en basit isteklerini dahi kabul etmeye yanaşmamıştır. Bu işçilerin büyük bir çoğunluğu doğu illerinden getirilmektedir,

 

İŞÇİLER DİRENİYOR

 

Tünel giriş ağa şantiyesinde 26 Mayıs 1978 günü başlayan işçi direnişine ayrıntılı olarak değinmek ve birtakım konuları açıklığa kavuşturmak gerekmektedir, 26 Mayıs 1978 günü başlatılan direnişte işçiler neler talep etmişlerdir.

 

Bu talepler; günlük ücretlerin 150 TL, olması, 750 TL yemek parası ödenmesi. İşçi koğuşlarına buzdolabı konulması, yıllık İki ikramiyenin ödenmesi. En kısa sürede şantiyeye doktor ve ambulansın getirilmesi. Doğum parası olarak 1000 TL nin evlenme parası olarak 2000 TL nin ödenmesi. Her ay sabun ve altı aylık işçilere havlu verilmesi, günlük süt ve yoğurdun verilmesi. Çalışılan tatil günleri için fazla mesainin ödenmesi, dini ve resmi bayram günlerinde işçilerin çalıştırılmaması şayet çalıştırıldığı takdirde fazla mesaili ücret ödenmesi, işyerinde yönetici tarafından baskı yapılmaması, senelik iznin 22 gün olarak uygulanması ve direniş nedeniyle hiç bir İşçinin işine son verilmemesidir.

Görülmektedir ki işçilerin bu taleplerinin çoğu bugün yürürlükte bulunan 1475 sayılı iş Kanunuyla bile kazanılmış haklardır. Bu hakların verilmemiş olması, işçilerin işverenden alacaklı durumda olduklarını göstermektedir. Oysa bugüne kadar herhangi bîr işçi alacağı olmadığına dair her istihkak döneminde tutanaklar tutulmuştur. Bu tutanakta işçiler adına imza atan kişinin gerçek işçi temsilcisi olmadığı yine işçiler tarafından iddia edilmektedir. Biz yine son olarak yapılan ve yukarıda belirtilen taleplerle başlatılan direnişe dönelim.

Bu işyerinde işçilerin adı Türk Demiryol-İş olan bir sendikaları vardır. Ancak bu sendikanın yönetmenlerini işçiler, direnişe başladıktan sonra Ankara’da işyerine getirebilmişlerdir. Sendika yönetmenlerinin, işçiler tarafından ileri sürülen taleplerini alacaklarına söz vermeleri üzerine direnişe 26 Mayıs 1978 akşamı son verilir. Sendika yönetmenlerince işçilere verilen süre 29 Mayıs 1978 günü dolmuş ve işçiler 30 Mayıs 1978 günü tekrar direnişe başlamışlardır. İşverenin işçileri çeşitli yöntemlerle sindirmeye çalıştığı işçiler tarafından ifade edilmiştir.

Neticede direnişe öncülük ettikleri gerekçesiyle bir grup işçinin işine son verilmiş ve diğer işçilere talep edilen haklarının verileceği vaat edilerek işe başlamaları sağlanmıştır.

 

ARÎFÎYE – SİNCAN DEMİRYOLU

GÜZERGÂHI ÜZERİNDE YENİ BİR İNŞAAT

İHAALESİ

Arifiye – Sincan demiryolu güzergâhının 0-13, kilometresi arasının ihalesi ise, Ayaş tüneli inşaatı ihalesinden tahminen 1 yıl sonra yapılmıştır. Ayaş tüneli inşaatı ihalesinde yapılan bütün hatalar bu kısımdaki işin ihalesinde de tekrarlanmıştır, Arifiye – Sincan yeni demiryolu güzergahı üzerinde tahminen 60 kilometre daha tünel yapımı olduğu söylenmektedir. Bu durumda, öncelikle Ayaş tüneli inşaatı işinin bütün yönleriyle ele alınması ve halen devam ettirilen yanlış uygulamalarına son verilmesi gerekmektedir. Yıllardır halkımızın çıkarlarım savunan demokratik meslekî kitle örgütleri olarak, bu konuda gerektiğinde Bakanlığınıza yardımcı olacağımızı belirtiriz.

Yayına veriliş tarihi: 14.06.1978

JEOLOJİ MÜHENDİSLİĞİ/HAZİRAN 1078 58

 

18.01.2005 tarihinde Sendika.org da kaleme alınmış "Washington merkezli Cato Enstitüsü’nün amacı" başlıklı makaleyi de bu habere ekleyerek Ayaş Tunelindeki ilişkiler ağına yeniden bakılmasını istedik.

 

(http://www.cato.org/about/about.html) şöyle beyan edilmiştir: "Kamu politikalarıyla ilgili münazaranın parametrelerini, devletin sınırlı varlığı [limited government], bireysel özgürlük, serbest piyasalar ve barış gibi geleneksel Amerikan ilkelerini münazaraya daha fazla dahil edecek biçimde genişletmek."

Bu beyanıyla, tıpkı Grover Norquist (http://www.beseridurumlar.org/dda10.html) gibi, bireyin özgürlüğünü ve devletin küçültülmesini amaçladığı izlenimi veren Cato’nun başındaki kişi, José Piñera’dır

(http://www.cato.org/people/pinera.html).

 

Piñera, Şili’de 11 Eylül 1973 darbesiyle Allende hükümetini deviren general Augusto Pinochet’nin 17 yıllık cunta yönetiminde özel rol oynamış kişilerdendir. 300 bin Şili vatandaşının tutuklanıp işkence gördüğü (http://www.counterpunch.org/tricot12022004.html), resmi verilere göre 3192 kişinin öldürüldüğü (http://www.zmag.org/ZSustainers/ZDaily/2000-09/09landau.htm) cunta dönemde Pinochet’nin çalışma bakanı olarak görev yapmıştır. Bakanlığı sırasında (1978-80) Şili’deki en radikal "cunta reformu"na imza atan Piñera’nın, bu cunta geçmişine "rağmen" Cato’nun başına getirildiği ya da zaman içinde "sivilleşmiş" olduğu düşünülebilir. Ama o, ne "rağmen"lerle ne de yeni bir kimlik kazanmış olduğu için Cato’nun başına getirilmiştir. Piñera bugün, doğrudan doğruya cunta döneminde geliştirdiği "kamu politikaları" nedeniyle, Latin Amerika’daki ilk "emeklilik sistemi özelleştirmesi"nin mimarı olduğu için Cato’nun başındadır. Piñera yıllardır ülke ülke gezip geliştirdiği modeli anlatıyor, sosyal güvenlikte devletin rolünün nasıl şirketlere devredilebileceği üzerine çeşitli devletlerin temsilcilerine ve "sivil toplum kuruluşları"na danışmanlık yapıyor.
ABD Uluslararası Gelişme Örgütü (USAID) tarafından yürütülen bir "Ekonomi Uzmanları Programı" (http://www.usaid.ru/en/main/documents/index.shtml?lang=en&id=832), 2004 yazı ortalarında tamamlandı. Temmuz 2001 – Temmuz 2004 arası süren programın ilk adımı ise Nisan 2000’de, "dünyaca ünlü 10 ekonomist"in Rusya’yı ziyaretleriyle (1) atılmıştı.

ABD’den Louis Berger Group’un (http://www.louisberger.com) desteğinde gerçekleştirilen Program’ın (2) bu ön aşamasında, USAID’in organize ettiği Rusya yolculuğuna katılan uzmanlar arasında José Piñera da vardı. Dünya Bankası tarafından da desteklenen Program’la "seçkin Batılı ekonomistler", Rus görevlilerle "vergi sistemi, emeklilik sistemi, döviz kurları gibi konularda yapılacak reformlar üzerinde" çalışıyorlar, Rus görevlilere "ekonomik reformun temel alanlarında kısa vadeli teknik yardım sağlıyor" ve "politikaların geliştirilmesine doğrudan katkıda bulunuyorlardı." Hedef, "Rus ekonomistlerin ve politika geliştiricilerin yetkinliklerini batılı ekonomi uzmanlarıyla işbirliği yoluyla güçlendirmek"ti.(tırnak içindeki ifadelerin tümü USAID kaynaklıdır).

Piñera, 4-7 Mayıs 1997 tarihlerinde de Global Menkul Kıymetler A.Ş.’nin davetlisi olarak Türkiye’ye gelmiş. Özel emeklilik sistemleri konusunda İMKB binasında, Deniz Gökçe’nin yönettiği seminerler vermişti.

(http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi01/recepkapar.pdf).

Piñera ve diğerlerinin Rusya çıkartmasını destekleyen Louis Berger Group’un hizmetleri arasında "özelleştirme araştırmaları" da bulunuyor.

(http://www.louisberger.com/berger/services2/17privatization.php)

 

Ama bu dev Amerikan şirketinin asıl müteahhitlikten kazandığı büyük gelirleri var. Bunların en önemlilerinden biri de, Amerikan devleti tarafından ihale edilen Kabil-Kandahar karayolu inşaatı. Grup bu ihaleyi, 2000 Rusya çıkartmasını birlikte organize ettiği USAID üzerinden almıştı

(http://www.usaid.gov/press/factsheets/2003/fs031214.html).

Devlet-özelleştirme şirketi – "Hortum tüneli" müteahhidi zinciri Toplam 270 milyon dolar başlangıç bedelli proje 2002 yılında Louis Berger’e ihale edilirken, projedeki işler de, üçü Türk, biri Afgan-Amerikan, biri de Hint, beş şirket arasında paylaştırılıyordu. Türk şirketler, Mensel JV, Kolin JV ve Gülsan-Çukurova JV’ydi.Mensel JV’nin ortakları, Metis İnşaat ve Nurol İnşaat şirketleridir (http://www.mensel.com/compprof/index.htm). Türkiye’deki özelleştirme ihalelerinde adı duyulan, bu ihalelerin en etkin şirketleri arasında yer alan Nurol Holding, aynı zamanda Türkiye’de "milli savunma sanayi"nin belkemiğini oluşturan sermaye grupları arasındadır. Kendi ifadeleriyle (http://www.fnss.com), "FNSS Savunma Sistemleri AŞ, Amerikan United Defense LP ve Nurol Holding’in oluşturduğu bir Amerikan-Türk yatırım ortaklığıdır. Türkiye’de Savunma Sanayi’ne yönelik ilk özel sektör kuruluşu olan FNSS’in %51 hissesi United Defense’e, %49 hissesi Nurol Holding’e aittir.. FNSS, Türk Silahlı Kuvvetleri için Zırhlı Muharebe Aracı (ZMA), Geliştirilmiş Zırhlı Personel Taşıyıcı (GZPT), ve Zırhlı Tow Aracı (ZTA) üretmektedir."

 

Nurol Holding’e geçmişte sermaye birikimi sağlayan en önemli işlerden biri ise Ayaş Tüneli inşaatı olmuştur. 21 Mart 2004 tarihli Sabah gazetesinde, o güne kadar basında kim bilir kaç kez gündeme gelen Ayaş Tüneli, "Hortum Tüneli" başlığıyla bir kez daha göndeme getiriliyor, 1976 yılında başlanan ve bir türlü bitmeyen inşaatla ilgili şu ifade kullanılıyordu (http://www.sabah.com.tr/2004/03/21/gnd101.html): "Devlet-siyaset-müteahhit yolsuzluk üçgeninin 30 yıllık özeti: Bir türlü bitmeyen 10 kilometrelik Ayaş Tüneli 700 trilyonu yuttu."
23 Ağustos 2001 tarihli Milliyet’teki yazısında Tuncay Özkan ise şöyle diyordu (http://www.milliyet.com.tr/2001/08/23/yazar/ozkan.html): "Nurol firması kazandı, Arada gidip gelenler kazandı. Biz kaybettik. Hazine kaybetti. Türkiye kaybetti. Ankara, İstanbul arasında hızlı tren projesi 1970′ li yıllarda başladı. Şimdi böyle bir sistemimiz yok. Oysa dünyada bütün gelişmiş ülkelerde var bu. Sebep, Nurol Ayaş Tüneli’ni bitirecek! Yalanınız bugün battı işte."

 

Ağustos 2001’de, Nurol’un patronu Nurettin Çarmıklı ile birlikte katıldığı "Tünel incelemesi"nde, zamanın ulaştırma bakanı Oktay Vural kısaca kestirip atıyordu.

(http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/HABERANADOLU/HABER-ANA/2001/08/HA21X08X01.HTM): "Bu proje başlanmış, ama nereye, nasıl gidebileceği belli olmayan projedir." Öte yandan, USAID’den Louis Berger Group aracılığıyla iş alan Mensel JV’nin adının Kutlu Savaş’ın Susurluk raporunda geçtiğini (http://siyaset.bilkent.edu.tr/susurluk/kutlu/p5.html) de not edelim:"’Bütün bu hususların dışında; Grand Türkmen Oteli’nin renovasyonunu gerçekleştiren Mensel JV’nin (Metis, Nurol, Yüksel ortaklığı) Yönetim Kurulu üyelerinden Güven Sazak ile Abdullah Çatlı’nın ortağı olduğu Baysa şirketi kurucularından (Meclis Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu’nda, Baysa Şirketinin kurucuları, T. Ticaret Sicili Gazetesi’nin 2.10.1992 tarih, 3127 sayılı nüshasında yayınlanan İstanbul 1. Ticaret Mahkemesi’nin 24.9.1992 tarih, E:1992/3924, K:1992/3674 sayılı kararına göre, Ant Güven Sazak, Ahmet Baydar, Silva Sazak, Mine Baydar ve Alper Baydar olarak görülmektedir) bazılarının soyadlarının aynı olması da ilgi çekici bulunmuştur.Yüksel A.Ş’nin ortağı olduğu AY-SEL şirketinin, diğer Türki Cumhuriyetleri’nde yatırımlar yaptığı, Eximbank’tan temin edilen listelerde görülmektedir.’
Çatlı’nın Güven Sazak’ın çiftliğine gittiğine, ilgili bölümde temas edilecektir." (3)
Son olarak bir de Nurol Holding’in "karanlıklar prensi" ya da "Benador’un prensi"
(http://www.beseridurumlar.org/dda2.html) Richard Perle ile beraber mesai yaptığını (http://www.radikal.com.tr/veriler/2001/12/13/haber_23675.php) ekleyelim:"Ankara ile ABD arasındaki diplomasi trafiği de artıyor. ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın geçen haftaki ziyaretinin ardından Irak’ın ikinci hedef olması için ısrarla bastıran ‘şahin’ Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’in de gelecek hafta Türkiye’ye geleceği öğrenildi. Reagan döneminde Savunma Bakan Yardımcısı olan, Bush’un savunma danışmanı Richard Perle ise FMC Nurol Savunma Sanayi A.Ş (FNSS) yönetim kurulu toplantısı için Ankara’da bulunuyor."(Radikal gazetesi)"Amerikan olmayan politikaları savunan kuşak"

· Louis Berger Group, devletin küçültülmesi ve özelleştirme gibi stratejik konularda danışmanlık yapması için tarihteki en koyu devlet aygıtlarından Pinochet cuntasının bir bakanını, şimdi Cato Enstitüsü yöneticisi olan José Piñera’yı 2000 yılında Rusya’ya götürmüştür.

· Müşterileri için özelleştirme araştırmaları yapan Louis Berger Group’un gelir kaynaklarının başında devlet gelmektedir.

· Louis Berger Group, 2002’de Amerikan devletinden aldığı 270 milyon dolarlık Afganistan ihalesinde işin önemli bir bölümünü, "Hortum Tüneli"nin müteahhiti ve gene kendisi gibi devletten ("milli savunma sanayi") büyük gelir elde eden Nurol Holding’e vermiştir.

Liberalist Cato’nun dilini referans alacak olursak, "bir geleneksel Amerikan ilkesi" olarak "devletin sınırlı varlığı" ile devletin temel gelir kaynağı olması ("bireysel özgürlük" yolunda direksiyonun bir cunta bakanına verilmesini şimdilik bir tarafa bırakalım) nasıl bağdaşmaktadır? Diğer ilkeler, "serbest piyasa" ve "barış"ın temelleri gerçekten "Amerikan ilkeleri"nden mi kaynaklanmaktadır?

Bu noktada Grover Norquist’i anmamak olmaz. O, "Amerikan ilkesi" demese de, "Amerikan olan" ve "Amerikan olmayan" ayrımı yapmaktadır. Norquist’e göre ABD tarihinin bir döneminde "Amerikan olmayan" politikalar savunmuş bir kuşak olmuştur ve bu kuşağın kalıntıları, şükür ki artık yaş haddinden biner biner mezara gitmektedir. 12 Eylül tarihli El Mundo gazetesinde İspanyolca yayınlanan röportajda Norquist şöyle demektedir.

(http://www.weeklystandard.com/Content/Public/Articles/000/000/004/695jwmmb.asp)

"Her yıl, İkinci Dünya Savaşı’nda savaşmış ve Büyük Bunalım [Great Depression] yıllarında yaşamış iki milyon kişi ölüyor. Bu kuşak Amerikan tarihinde bir istisna olmuştur, çünkü onlar Amerikan olmayan politikalar savunmuşlardır. Oylarını refah devleti ve zorunlu askerlik hizmeti için kullanmışlardır. Onlar Demokratik Parti’nin tabanıdır. Ve ölüyorlar." (4)Norquist’in "Amerikan olmayan politikaları"na ve o politikaları savunan kuşağın yaşadığı yıllara gidersek, bugünün gündemindeki "devletin küçültülmesi", "özelleştirme" ve bireyin bu yoldan özgür kılınması tezlerine daha farklı açılardan bakabiliriz.

 

Bugün Norquist’in dağıtılmasını istediği sosyal güvenlik sistemi (http://www.beseridurumlar.org/dda10.html) ABD’de 1935’de kurulmuştur. Norquist’in sözünü ettiği "Amerikan olmayan politikalar" ise, 1935 doğumlu sosyal güvenlik sisteminin bir parçası olduğu "New Deal" politikalarıdır. ABD Başkanı Franklin Delano Roosevelt’in 1933’de "National Industrial Recovery Act "le (NIRA) başlattığı New Deal’e (5) nasıl gelinmiştir?

 

Sistemin tarihsel çöküşüne acil müdahele: "New Deal"1929’da tüm ABD’de 1 milyona yakın insan işsizken, sadece iki yıl içinde, Aralık 1931’de işsiz sayısı 10 milyonun üzerine çıkmış, altı ay sonra 13 milyonu bulmuş, Mart 1933’de ise 15 milyona ulaşmıştır. New Deal uygulamalarının başladığı 1933’de ABD’de işsizlik oranı yüzde 24.9’dur.

Tarihe "Büyük Bunalım" ("Great Depression") olarak geçen ve 1929 yılında Borsa’nın çökmesiyle başlayan ekonomik krizin atlatılabilmesi için Roosevelt tarafından konulan temel hedef şu olmuştur: "Mümkün olabildiğince hızlı istihdam yaratmak."

 

NIRA’ya, 1933 tarihli "Agriculture Adjustment Act" (çiftçilerin desteklenmesi), 1934 tarihli "Civil Works Administration" (sadece bu idarenin oluşturulması ile 4 milyon işsiz istihdam edilmiştir), 1935 tarihli "Works Progress Administration" (emek yoğun "hafif projeler"le hemen alım gücü yaratma hedefli), gene 1935 tarihli "Social Security Act" ve 1936 tarihli "Soil Conservation Act" (tarımın desteklenmesi) eşlik etmiştir.

"Congressional Digest"in Temmuz 1938 tarihli sayısında temel nedeni "tüketici gelirlerinin pazardaki malları tüketecek kadar hızlı artmaması" olarak formüle edilen krizden, bu devlet destek politikaları ile bile ancak kısmen çıkılabilmiştir. 1940’a gelindiğinde işsizlik oranı yüzde 15’e çekilebilmiştir.

 

Amerikan ekonomisini asıl kurtaran ise, CATO’ya göre "geleneksel Amerikan değerleri" arasında yer almayan bir şey, bir dünya savaşı olmuştur. ABD savaşa girdikten sonra bir yıl içinde askeri harcamalar 16.9 milyar dolardan 51.9 milyar dolara, 1943’de ise 81.1 milyar dolara yükselmiş, devletin savaş ekonomisine yatırımları sonucu 1942’de işsizlik bir yıl önceye göre yarı yarıya, 1943’de ise bir kez daha yarı yarıya azalmış ve sonunda ülke için bir sorun olmaktan çıkmıştır.

 

Bu arada NIRA’nın hemen öncesine bakalım. 6 Nisan 1933’da, dehşet verici işsizliğe bir çare olarak Alabama senatörü Hugo L. Black tarafından önerilen ve haftalık çalışma süresini 30 saate indiren "Black Kanunu", herkesi şaşırtan bir biçimde Senato’da 53’e 30 oyla kabul edilmiştir. Herkes tasarının Temsilciler Meclisi’nden de geçip kanunlaşmasını beklerken Roosevelt araya girip bu kanunu NIRA’yla değiş tokuş etmiştir.

 

Oysa söz konusu yıllar, Kellogg, Standard Oil, Hudson Motors gibi büyük şirketlerin bile kendiliğinden çalışma sürelerini azaltmaya başladığı yıllardır. 1935’de Kellogg, artık beş yılı bulan "30 saat deneyimleri"nin sonuçlarını raporlaştırmıştır. Bu raporda, günde 6 saat mesai ile, aşırı yük birim maliyetinin ("burden unit cost") yüzde 25, emek birim maliyetinin yüzde 10, kazaların yüzde 41 azaldığı ve aynı süreçte şirkete çalışan sayısının yüzde 39 arttığı belirtilmektedir. Şirket tarafından yayınlanan açıklamada ise şöyle denmektedir:

"Bizim açımızdan bu sadece kuramsal bir şey değildir. Beş yıllık deneyimlerimizle kanıtlanmıştır. Gördük ki, daha kısa iş günü ile çalışanlarımızın verimliliği ve morali o kadar yükseldi ki, kaza ve sigorta oranları o kadar iyileşti ki, birim üretim maliyeti o kadar düşürüldü ki, eskiden sekiz saatlik çalışmaya ödediğimiz ücreti artık altı saatlik çalışmaya ödeyebiliriz."

Devrimi mi tercih ederdi?

 

Şimdi düşünebiliriz: "Amerikan olmayan politikalar"a karşı Norquist hangisini tercih ederdi?
Her dört kişiden birinin işsiz olduğu ve kesinlikle iş bulma umudu taşımadığı, geri kalanların ise her an işsiz kalma korkusu yaşadığı, girişimcilerin on biner on biner battığı bir ülkede, 1917 Rusya’sını gölgede bırakacak bir ayaklanma ile, "değişim değeri" denen şeyi hemen lağvettikten sonra "mali kurumlar"ı üretim – tüketim ve dağıtım süreçlerinin dışında bırakarak devam edecek bir devrim iyi bir seçenek olabilir miydi? Banka binalarının toplu konuta dönüştürüldüğü, kimsenin eski anlamını yüklemek istemediği yeşil dolarların artık sadece yakacak olarak -ya da daha da az soylu bir iş için- kullanıldığı bir devrim?

Yoksa Norquist, Kellogg örneğinin yaygınlaşmasını ve gelir dağılımının alt sınıflar yararına düzenleneceği, insanların "ücretli köle" olarak daha az çalışmak zorunda olduğu bir Amerika’yı mı tercih ederdi?

 

Norquist’in sahtekârlığı bu noktada inanılmazdır: Artık her yıl "New Deal kuşağı"ndan ikişer milyon kişinin ölmesiyle tabanını yitidiğini söylediği Demokratik Parti, 1933’de, "ücretli köleler"e iki saat armağan etmeyi sistem açısından fazla radikal bir değişiklik, belki bir "devrim habercisi" olarak görmüş, sistem için patronlardan daha tutucu davranıp Black Kanunu’nu "New Deal"le değiştirmiştir.

 

Demokratik Parti (1933-53 arası Roosevelt ve Truman yönetimleri), Norquist’in özgür bireyin yaşaması açısından tek atmosfer olarak gördüğü sistemin tarihsel kurtarıcısıdır. Üstelik özgür bireyi New Deal’le kurtarmakla kalmayıp, ölüm makinaları üretip kullanarak, öldürerek daha da kurtaracak, savaş sonrasında ABD’ye kutsal bir miras olarak bir "askeri ekonomi" bırakacaktır.

 

Bu aşamada sadece birkaç not daha (6) düşelim:

 

– Norquist için adeta bir tanrı olan başkan Reagan’ın döneminde, New Deal’den beri gelen politikaların yarattığı atmosferde, savunma endüstrisinde çalışanların ve orduda profesyonel olarak görev yapanların sayısı 6.7 milyondur. O dönemde ABD’deki işgücünün çok kritik bir yüzde 5.6’sını bunlar oluşturmaktadır.

 

— Gene 1980’lerin sonlarında Pentagon projelerinde kontratlı çalışan şirket sayısı 20 bine, bu şirketlerle çalışan diğer şirketlerin sayısı ise 100 bine ulaşmıştır. Reagan – Bush (baba) yönetimleri boyunca ise ABD’de tüketilen malların yüzde 10’unu askeri mallar oluşturmuştur. 80’li yıllar boyunca her yeni 100 dolar sermaye yatırımının 46 doları askeri ekonomiye gitmiştir.

— Ulaştığı boyut itibarıyla Amerikan ordusu ayrı bir ulus olarak hesaplanacak olsa, dünyanın 13. ekonomisi büyüklüğündedir.

 

Öte yandan,

 

— 1929’da ABD’de Gayrisafi Milli Hâsıla’nın yüzde 12’sini oluşturan devlet harcamalarının payı, 1975’de yüzde 33,2’ye çıkmıştır.

— Gene 1970’lerin ortalarında ABD’deki çalışanların yüzde 19’u kamu sektöründe çalışmaktadır. Devlet ülkenin en büyük işvereni konumundadır
Bugünkü Amerikan bütçe açığı temelinde Amerikan ekonomisini değerlendirenler için de iki ekstra not:

— Birinci büyük savaşın ardından, 1919’da ABD’de bütçe açığı Gayrisafi Milli Hâsıla’nın yüzde 27,7’sine, ikinci büyük savaşın bitiminde ise yüzde 39’una ulaşmıştır.
— 1997’de askeri bütçe Pearl Harbor’dan beri en düşük düzeye inmiştir. 234 milyar dolarlık askeri bütçe Gayrisafi Milli Hâsıla’nın yüzde 3’üne eşittir. Amerikan askeri bütçesi "teröre karşı savaş"la birlikte yükselişe geçmiştir. 2005 askeri bütçesi 447 milyar dolardır
(http://www.washingtonpost.com/ac2/wp-dyn/A43997-2004May20?language=printer) ve artık Soğuk Savaş yıllarının tepe noktasına yaklaşmaktadır. Bütçedeki artışlar, tıpkı 2. Dünya Savaşı yıllarında olduğu gibi büyük bir ekonomik kaynak, büyük bir istihdam zemini oluşturmaktadır.

(1) 2000 Nisanındaki ziyarette uzmanlar üst düzey Rus görevlilerle toplantılar yapmış ve bütçe, sosyal güvenlik ve mülkiyet hakları konularına odaklanan yapısal ekonomik reformları kapsayan "Gref Planı" üzerine görüşlerini iletmişlerdi.

(2) Programı Rusya’dan destekleyen kuruluşlardan bazıları şunlar: Center for Economic and Financial Research (http://www.cefir.org/index_eng.html), Center for Macroeconomic Analysis and Short-term Forecasting (http://www.forecast.ru/English/eng_mainframe.asp), Economic Expert Group (http://www.eeg.ru/(e)index.html), Higher School of Economics (http://www.hse.ru/eng), Institute of Economy in Transition (http://www.iet.ru/index.php?&lang=en), Leontieff Center (http://www.leontief.ru/index.html)
(3) Alıntıdaki tek tırnaklar arasındaki bölüm, Türk Eximbank dosyalarını inceleyen Başbakanlık Müfettişi’nin ifadesinden alınmadır.

(4) Bu bölümün İspanyolca orijinalinde aslında "Amerikan olmayan" değil, "Amerikan karşıtı" (anti-American") ifadesi geçmektedir. Weekly Standard dergisinden Matthew Continetti buna takmış, teyp kayıtlarını incelemiş, Norgquist’in aslında "Amerikan olmayan" (un-American") ifadesini kulandığını görmüş ve dergiye bu konuda, "hatayı düzelten" bir makale yazmıştır.

(5) Bu yazıda New Deal politikalarına referanslarda ve veriler için kullanılan kaynak: The End of Work, Jeremy Rifkin, Tarcher/Putnam, 1996

(6) Aynı kaynak

 

 

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: kentvedemiryolu.com