BİR GÜN YENİDEN GÖRÜŞMEK ÜZERE GÜLE GÜLE ESER BEY..
Sizinle "Bütün Dünya" dergisine hazırladığınız trenlerle ilgili bir yazınız sayesinde Haydarpaşa’da tanışmıştık.Ama ben sizi çok daha önceden Hayat Mecmuasından, kardeşimin elinden düşürmediği denizcilikle ilgili kitaplarınızdan çok iyi tanıyordum…Tanıştığımız ilk gün dost olduk sizinle, hani yıllardır tanışıyormuşuz gibi denir ya, işte öyle.
Haydarpaşa’dan vapurla karşıya geçerken odama uğramadan geçmezdiniz.Haydarpaşa’yı gezmiştik birlikte,en çok hoşlandığınız yer Kumanda Merkeziydi..Trenlerin merkezden idaresinin yapıldığı bu odaya defalarca gittik birlikte.Trenleri de vapurlar kadar severdiniz.
Elinizde "Bütün Dünya" dergisi ile odamın kapısındaki gülümseyişinizi,Müzede yaptığımız sohbetleri,maket trenlerle çocuklar gibi oynayışınızı,güzel sofralarınızı hiç unutmayacağım.
Yattığınız Kızıltoprak’taki hastanenin yazlık sinema (Toraman Sineması) olduğunu,akşamları yemekten sonra minderlerinizi alıp geldiğinizi,filmin en heyecanlı ya da en romantik sahnesinde kara trenin "çuf çuf" diye düdüğünü çalarak geçtiğini anlatıp yine güldürmüştünüz beni hasta yatağınızda.
Gözünüz gibi baktığınız kitaplarınızı,arşivinizi Ali Bozoğlu ve Murat Koraltürk’e emanet ederken heyecanınızı, gözlerinizdeki güveni sevgiyi ve huzuru hep hatırlayacağım.
Bilgisizliğin, görgüsüzlüğün, vefasızlığın günden güne arttığı toplumumuzda siz de gittikten sonra artık ne özlemin eski tadı var Eser Bey,ne vapurların ne trenlerin ne de İstanbul’un…
Ruhan Çelebi.
İÇİNDEN TREN GEÇEN MÜZE (*)
ESER TUTEL
Geçen aylarda, Sirkeci Garı’ndan geçiyordum. Yarı açık bir kapının arasından, geniş
bir salonun girişinde, bir elektrikli tren vagonu gözüme ilişti.
Meğer benim ilk görüşte vagon sandığım şey, sadece makinist bölümüymüş. Girdiğim salon da, hazırlıkları sürdürülen yeni demiryolları müzesi …
Ustaların kimi boya yapıyor, kimi temizlikle meşgul, kimi de ortadaki ağır parçaları, şuraya buraya çekip yerleştirmeye uğraşıyordu.
"Bu hangi trenin ön kısmı? Nasıl getirildi buraya?" diye soracak oldum.
Sirkeci hattında aralıksız elli yıl boyunca çalıştırılan elektrikli banliyö trenlerinden 8027 numaralı olanının makinist bölümüymüş.
Bu trenler 1955’te Fransa’ dan getirilmişler. Aralıksız yarım yüzyıl Sirkeci-Halkalı hattında çalıştırıldıktan sonra da, kısa bir süre önce hizmet dışı bırakılmışlar.
Sirkeci’ deki Elektrikli Tren Loko Bakım Atölyesi’nde kesilip parçalanırlarken, hiç olmazsa bir tanesinin makinist bölümünü ayırıp saklayalım demişler. 8027 numaralı trenin makinist bölümünü kesip çıkartmışlar, Müze’ye getirmişler. Ama bir karış kadar büyük geldiği için, müze salonunun kapısından sokamamışlar. Ancak camlarını çıkartıp orta yerinden kestikten sonra zorlukla sokabilmişler.
Ben gördüğüm sırada, kestikleri yeri kaynak yaparak yerine yerleştiriyorlardı. Arada bir de gelip geçenler başlarını içeri uzatarak olup bitenlere merakla göz atmaktan kendilerini alamıyorlardı.
TCDD Birinci Bölge Müdürlüğü’nün düzenlediği törenle, demiryollarının 149. kuruluş yıldönümünde, 23 Eylül 2005 Cuma günü ziyarete yeni açılan ‘İstanbul Demiryolu Müzesi’nde neler neler yok ki!
Müzenin en büyük parçası, elbette 8027 numaralı elektrikli trenin makinist bölümü . Aslında ziyaretçileri içeriye çeken de ondan başkası değil! Personel kasketlerinden, eski gar saatlerine, lokomotif tampon fenerlerinden oyuncuk trenlere, yok yok müzede!
Bir kenarda durmakta olan üç karış uzunluğundaki elektrikli tren maketi, ilk elektrikli trenler geldiği zaman hediye edilmiş. Kırmızıya boyalı minicik bu iki vagon öylesine ayrıntılı yapılmış ki, şaşmamak elde değil! Büyükçe bir camekanın altında, hareket personelinin, kondüktörlerin, şef trenlerin (şefdötren) değişik zamanlarda giydiği kasketler var. Yanında da omuzdan asılan para çantaları, bilet baskı makineleri, gece bekçisi saatleri, yaka kokartları, hareket düdükleri …
Hani, büyükçe bir masanın üstünde -oyuncak demeye dilim varmıyor minyatür tren setleri vardır: Raylar, makaslar, semaforlar, gar binaları, köprüler, ağaçlar, dereler, tepeler. .. Rayların üstünde de, kimi buharlı, kimi dizel lokomotifler. Arkalarında kömür vagonu, sıra sıra yolcu vagonları, yataklı vagonlar ve de restorandan oluşan tam bir katar …
İşte, bu oyuncak (!) trenlerden müzede de bir tane var. Hornby yapımı; çalışır durumda. Mehmet Selman Kaptanoğlu’nun (1907-1990) torunu Özlem Muradoğlu 1999’da Demiryolları’na hediye etmiş. Sağ olsun, var olsun …
Yanı başındaki büyük çini soba, bir zamanlar Sirkeci Garı’ndaki bekleme salonunda kullanılmakta olan yedi sobadan biri … Nerede o eski kışlar, eski soğuklar! Koca salonu, bu Avusturya yapımı sobaların ancak yedisi ısıtabiliyormuş!
Yerde duran yuvarlak fener ise, 1925-30 yılları arasında çalışmakta olan buharlı lokomotiflerden birinin tampon üstü feneri! Sapından tutup şöyle bir yerinden kaldırayım dedim, zil gibi ağır derler ya, öylesine ağır! Güçlükle kıpırdatabildim!
Duvarın bir köşesi boy boy, renk renk, cins cins lokomotif ve vagon plakalarıyla kaplı. Kimi buharlı lokomotiflerin, kimi elektriklilerin. Kimi kırmızı zemin üstünde sarı yazılı, kimi siyah zemin üstünde kabartma …
Salonun sağ dip köşesindeki kırmızı bilet dolabı, karton biletlerin kullanıldığı zamanlardan kalma … Enveriye İstasyonu’nun demirbaşı imiş. ‘Enveriye İstasyonu nerede mi? Batı Anadolu’nun çok önemli bir ayrım noktasında … Haydarpaşa’dan Eskişehir’e uzanan ana hattan, Kütahya, Afyon yönüne ayrılan hattın kavşağında …
Her istasyondan, değişik istasyonlara gidecek yolcular için ayrı ayrı biletler basılmış.
Bir de duvar piyanosu var, İstanbul Demiryolu Müzesi’nde … Müzeyi gezdiğim sıra- i da genç bir Alman turist, piyanoyu görünce dayanamadı, kapağını açarak parmaklarını tuşların üstünde gezdiriverdi.
Müzenin kurucusu olan Eğitim Müdür Yardımcısı Ruhan Çelebi, piyanonun TCDD Yakacık Hastanesi’nden geti rildiğini, büyük bir olasılıkla da, 1935 yılında Yakacık’taki arazisini, sanatoryum yapılması şartıyla devlete bağışlayan bir İngiliz’e ait olduğunu söyledi.
Kapının iç tarafında, Osmanlı dönemindeki tren şefinin lacivert üniforması üstüne geçirilmiş, başında kırmızı fesliyle, bir demiryolu görevlisi mankeni de yer alıyor.
Kocaman yuvarlak kadranlı saat ise, yakın zamanlara kadar Sirkeci Garı’nın tarihi peron saatlerinden birisiydi. Bir camekanın içinde de, hareket düdüğü, şef tren borusu filan var
Bir başka camekanda, Yataklı Vagonları Fransızların çalıştırdığı dönemlerde kullanılmış zarif gümüşten, alpaka yemek takımları dikkatleri çekiyor ..
Müzeyi gezerken, eski trenler nasıl burnumda tüttü, bilemezsiniz! Meğer tren düdüğünü bile nasıl özlemişim!
İstedim ki, o eski kara trenlerden birine bineyim, şöyle bir Ankara’ya gideyim! Restoranda yemeğimi yiyeyim, sonra kompartımanıma geçip yatağıma gireyim! Tekerleklerin raylarda çıkardığı ritmik takırtıları dinleye dinleye ta Ankara’ya gideyim, sonra inmeden geri döneyim.
Bilmem, Sirkeci Garı’ndaki İstanbul Demiryolu Müzesi, sizde de benzer duygular uyandırabilecek mi?
Tam elli yıl önce: Ilk elektrikli trenin tanıtım seferi
Yıl 1955 yani tam elli yıl öncesi. Yanılmıyorsam, Temmuz başlarıydı. Adı üstünde, haftalık ‘Hafta’ dergisinde çalışıyordum. O gün Demiryolları Birinci İşletme Müdürü Rüştü Sarp’ın daveti üzerine Sirkeci Garı’nda (en altta; 20. Yüzyıl başından bir kartpostalda) toplanan gazeteci grubunun arasında ben de vardım. Garda toplanmamızın nedeni, ilk elektrikli trenin gazetecilere tanıtım seferinin o gün yapılacak olmasıydı. O zamana kadar banliyö trenleri de, uzun hat trenleri de, hep buharlı lokomotiflerin çektiği trenlerdi.
Yani islimli lokomotifler ve de peşinde kutu gibi kutu gibi ahşap kara vagonlardan oluşan trenlerdi (sağda) … Dizel motorlular henüz pek az ve pek yeniydiler.
T.C. Devlet Demiryolları, çağın gerisinde kalmamak amacıyla, Sirkeci Soğuksu arasında elektrikli tren işletmeye karar vermişti. Yanılmıyorsam 25 bin voltluk bir akımla çalışan bu yeni trenler saatte 130 kilometrelik bir hız yapabileceklerdi. Ama yaklaşık birer buçuk km arayla sıralanan istasyonların yer aldığı Sirkeci-Soğuksu hattında, elektrikli trenlerin elbette bu hızla seyir yapması beklenemezdi! O zamanlar Sirkeci’den kalkan buharlı lokomotifler 20 dakikada Bakırköy’ü bulurdu (üstte; Bakırköy İstasyonu/ndan bir elektrikli tren). Dura kalka, çuh çuh, puf puf bir saatte Soğuksu’ya varırlardı. TCDD yetkilileri, yeni trenlerle bu mesafenin 35 dakikada kat edileceğini belirtiyorlardı. Böylece Sirkeci-Soğuksu arası 15 dakikaya, Sirkeci-Florya arası 13 dakikaya inecekti.
Bu yeni trenlerde üç vagon ‘bir dizi’ oluşturuyor, dizinin iki başında da makinistin yer aldığı kumanda bölümü bulunuyordu. Her dizi 500 yolcu alabiliyordu. İki dizi peş peşe bağlanarak daha uzun bir katar elde ediliyordu. Hatta üç diziyle, daha da uzun …
Bu dokuz vagon, sabahları Bakırköy’deki, Yenikapı’daki büyük kalabalıkları bir seferde işine gücüne, akşamları da evine barkına rahatlıkla götürüp getirebilecekti. Bu yeni trenimiz kaça mı mal olmuştu? O zamanın parasıyla, tam 35 milyon liraya! O tarihlerde bir dolar resmen 2.80 kuruştu. Ama, tabii kağıt üstünde … Gerçekte, dolar karaborsada 12 TL:den işlem görmekteydi.
İlk elektrikli trenimiz o yılın, yani 1955 yılının Cumhuriyet Bayramı günü törenle seferlere başladı.Haydarpaşa – Gebze hattında elektrikli trenin çalışmaya başlaması ise, ancak 10 yıl sonra gerçekleştirilebildi. Günümüzde, 27,5 km’lik Sirkeci-Halkalı hattında 24 elektrikli tren çalışmakta; günlük sefer sayısı da 51 ve günde 56 bin, ayda 1 milyon 680 bin yolcu taşınıyor. Bir yıldaki yolcu sayısı ise, 20 milyonu bulmakta …
(*)Popüler Tarih dergisi Aralık 2005
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: www.kentvedemiryolu.com