Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

İki 17 Nisan

Bugün (12 Nisan 2008) saat 16.00’da Petrol-İş Konferans Salonu‘nda Eğit-Der, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı ile Ankara Aydınlığı Girişimi‘nin düzenlediği bir konferans yapıldı. ODTÜ Tarih Bölümü Başkanı, Prof. Dr. Seçil Karal Akgün ile Ümit Sarıaslan konuşmacı idiler. Oturumu Köy Enstitüleri Vakfı kurucu üyelerinden, eski başkan Mustafa Aydoğan yönetti.

Prof. Seçil Karal Akgün, “Bozkırda Açan Çiçekler” adlı konuşmasında Köy Enstitüleri’nin kuruluşlarından kapatılışlarına… bir genel değerlendirmesini yaparak, bu kurumların kapatılmasının yol açtığı toplumsal yitik ve gediklere değindi. Enstitülerin toplumsal tarihimizdeki önemini rakamlar ve belgelerle irdeleyen Karal Akgün, bu kurumların kapatılmayarak, toplumsal gelişmenin önü tıkanmasa idi, (Tandoğan’da gerçekleştirilen Ulusal Egemenlik Mitingi‘ne gönderme ile) bugün yaptığımız mitinge gerek kalmayabilirdi, dedi.

Ümit Sarıaslan, konuşmasına ad olarak seçtiği başlığın ardında yatan gerekçeyi açıklamakla başladı sözlerine. Ankara Aydınlığı Girişimi’nden Dr. Cihat Oğan‘ın kendisiyle bu konferans için görüşürken, konuşmasının adını da bulduğunu anlattı. Konu başlığını esinleyen Dr. Oğan’a teşekkür ederek söyleşisine başladı. Aşağıda bu yaptığı konuşmanın geniş bir özetini bulacaksınız. Konuşma süresince, demiryolu tarihimizden fotoğrafların da geçit resmi yaptığı saydam gösterisini, yine Sarıaslan’ın arşivinden seçilen fotoğraflarla Dr. Oğan hazırladı.

***

 

(…) Tanzimat ardısıra, toplumun (Anadolu insanının) bulutlu gündemine düşen bir fotoğrafı anımsayalım: Niyazi Berkes‘in tanımladığı bu fotoğraf şöyle çerçevelenebilir:

İlerleme, ilericilik adına yapılan tüm bu işlerden ne elde edildiğini sorduğu zaman Anadolu insanının gördüğü, devletin gölge devlet haline getirildiği, azınlıkların ticaretten elde ettiği zenginlikle Türk zenaatkârını işsizliğe, köylüsünü kendi toprağı üzerinde sefalete sürüklediği, varlıklı ve girişimci bir kesimin devlete ve topluma egemen olduğudur. Bu tarihsel saptama Cumhuriyet demiryolculuğu kadar, cumhuriyet eğitimini de tanımlama da anahtar bir saptamadır. Dahası, çağdaşlaşma serüvenimizin omurgasını oluşturan toplumsal bileşenlerin billurlaşmış bir dille halkın gözünden dışavurumudur.

Takvim, Tanzimat günlerinden 1 Mart 1922’ye ağmış, Osmanlı’nın kadavrasından göveren yeni devletin, ki daha Cumhuriyet ilân edilmemiştir; Ankara Hükümeti Başkanı Mustafa Kemal, Meclis’te konuşmaktadır.

Hani, “…Yedi asırdan beri cihanın dört bir köşesine sevkederek kanlarını akıttığımız, kemiklerini yabancı topraklarda bıraktığımız ve yedi asırdan beri emeklerini ellerinden alıp israf eylediğimiz ve buna mukabil daima tahkir ve tezlil ile (aşağılayarak) mukabele ettiğimiz ve bunca fedakârlık ve ihsanlarına karşı nankörlük, küstahlık ve zorbalıkla uşak menzilesine (derekesine) indirmek istediğimiz bu asil sahibin huzurunda bugün ihtiramla hakiki vaziyetimizi alalım.” Diye sürdürdüğü o ünlü konuşmasını yapmaktadır, Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin kürsüsünden…

Bu konuşma yapıldığında, daha İzmir (Türkiye) İktisat Kongresi’ne tam bir yıl vardır.

Mustafa Kemal, Şubat 1923’te İzmir’de yapılan bu kongre ardından çıktığı güney gezisinde, Mersin’de, “Misak-ı iktisadi”den hareketle bir konuşma yapar. Bu konuşmanın belkemiğini şu ileti oluşturur: Yeni Türkiye, üç “misak” temelinde; yani “misak-ı milli, misak-ı iktisadi” ve “maarif misak-ı üzerinde yaratılacaktır. İzmir İktisat Kongresi’nde vurgulandığı gibi, Tren, “misak-ı iktisadi” ya da “say misakı millisi” (ulusal emek misakı) gereği; Köy Enstitüleri ve ilköğretim seferberliği (ya da ulusal eğitim atılımı) “maarif misakı” gereğidir.

Orduların kalan çekirdeğinin, insanımızın eli ayağı tutanının ulusal bir tutunma hattı olarak, savaş içinde görüp kavradığı anayurda çekilmek düşüncesini tarihsel ve toplumsal gündeme sokan olaylar bellidir. Osmanlı’nın yıkıma doğru doludizgin gittiği yıllarda, dillendirilmesi nihayet akıl edilen “anayurt” düşüncesinin siyasal anlatımıdır “misak-ı milli”. Mimarı ve sözcüsü Mustafa Kemal’dir.

 kd

Savaş bitip de, kurtuluşun hemen ardısıra başlayan kuruluş savaşımında ilk sorular sorulmaya, ilk yanıtlar dillendirilmeye başlandığında, konuşulan Talip Apaydın‘ın “Bir Yol” piyesinin kilit sözü “Bir yol, bir yol!..” vurgusu olacaktır. Anadolu’ya ve onun gerçek sahibine ulaşılmasını sağlayacak bir “yol”… O “yol” çok kanatlı ve kanallı bir açılımın kısa adıdır. Şöyle tanımlanabilir o “yol”lar: Ulaşım, eğitim, tarım, sağlık…

 kd1850’lerden 1925’lere… yüz yıla yakın bir sürede, halkın derinden derine sezdiklerine, kurtuluşun önderi ve kuruluşun mimarı o adamın nasıl parmak bastığını 1 Mart 1922’deki konuşmasından aktardığımız bölüm son derece damıtık ve keskin bir dille anlatıyor. Halkın yüzyıllardır yaşaya-göre parmak bastığına, cumhuriyet kurucusu, Meclis kürsüsünden birinci sorumlu olarak tanıklık etmektedir.

Tanıklık yapılması gerekeni de içinde taşır!..

Daha Köy Enstitüleri Yasası’nın çıkacağı tarihe 15 yıl vardır.

1922 Martındaki o konuşmanın ardından Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresi yapılacak; demiryollarının olmazsa olmazlığı toplumsal gündemin başına yerleştirilecek; Mart 1924’e gelindiğinde ise, 1908’de başlanılan, 1914’te temeli atılan; ama I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle orada öylece kalan bir demiryolu tasarımı yeniden canlandırılacaktır. Doğu’ya doğru açılması planlanan demiryolunun Ankara-Yahşihan arasını oluşturan 125 km.lik demiryolu hattı bir yıl içinde bitirilecek, Yahşihan İstasyonu, coşkulu bir törenle hizmete açılacaktır: 17 Nisan 1925.

Cumhuriyet kurucuları, daha çizmelerinin tozuyla, halkın 1850’den beri görüp-sezdiği tarihsel-toplumsal fotoğrafı, dahası bu sezginin toprağında göveren çözüm çekirdeğini görmüşlerdir. Yukarıda da sıraladığımız gibi, önce “yol”, demiryoludur o!

Osmanlı’nın Dünya Savaşı ardından yüzüstü kalan bu hatta işletilen ve Kurtuluş Savaşı’nda çok yarar sağlayan 125 km.lik dekovil hattı, o hatta görevli asker ve subaylar, daha sonra cumhuriyet demiryolculuğunun kurulup kurumsallaştırılmasında çekirdek kadroları oluşturacaklardır. Önemli bir demiryolu kesiti, etkileyici ve esinleyici bir tarih toplamıdır bu hat ve üzerinde taşınan tarih. Mustafa Kemal, “Nutuk”da bu dekovil hattının kurtuluşa sağladığı büyük yardımdan hakkını vererek söz eder. Telgrafçı ve demiryolcu Manastırlı Hamdi‘den söz ettiği gibi…

 kdAnadolu’ya (halka) giden iki ana “yol”dan biri olan cumhuriyet atılımı TREN öncelikle, öteki Köy Enstitüleri olarak 15 yıl sonra, her ikisi de, bir paragraf önce altını çizdiğimiz halk sezgisinin toprağına düşen çözüm çekirdeğinden göverecektir.

Bu iki cumhuriyet atılımı, çözülen ve çözüştürülen bir imparatorluktan ulusal devlete; tanzimattan cumhuriyete toplumsal dönüşüm serüvenimizdeki paslı kilidin çözülmesinin ürünüdür…

Dolayısıyla, eşzamanlı olarak, yüz yıllık bir arayışın; Batının dümen suyunda batılılaşmak düşü ya da düşüncesinin toplumsal altbilince yığdığı pas da kazınmaya başlamıştır. Yirmi yılda Osmanlı’dan kalan hurda mirası iki katına çıkaran demiryolu atılımı da, Köy Enstitüleri de, diğer yan besleyici atılımlarla birlikte bu işlemin öncüsü ve folluğu olacaktır.

Olacaktır; ama, Çiftçiyi Topraklandırma Yasası‘yla birlikte Köy Enstitüleri de “uyanık” yeni iktidarın, uyanık sözcülerinin yedip yönlendirmesiyle, bu kez, halkın tanzimattan beri görüp-sezdiği sömürgen batı karşıtlığı ustaca, cumhuriyet karşıtlığına; halkın kendisi için yapılan ne varsa onları ortadan kaldırmaya; cumhuriyet atılımlarının önünü kesip, yolunu şaşırtmaya çalışan yenitanzimatçı kafa ve kadroya alkışçılığa dönüştürülecektir.

 kdDönüştürülecektir ki, TREN de Köy Enstitüleri de, Çiftçiyi Topraklandırma Yasası da içlerinde taşıdıkları toplumsal gelişme umut ve olanaklarıyla birlikte ortadan kaldırılabilsin… Menderes ve ekibi karşısında sıkışan İsmet Paşa ve ekibinin duvara yaslanmasıyla (!) başlayan süreç, Amerikan destekli bir demokrasi oyununda, halkın ve geleceğin “yitikler” hanesine yazılmak üzere yeni demokrasi havarilerince noktalanacaktır.

Kayaş, Elmadağ (Asiyozgat-Küçükyozgat) istasyonlarının hizmete açılması ardından ulaşıma açılan ve genç cumhuriyetin ilk büyük açılış törenini yaptığı Yahşihan İstasyonu’nda İsmet Paşa, yanında Nafıa Vekili Süleyman Sırrı olduğu halde, kısa ama, çarpıcı bir konuşma yapar. Bu konuşmanın, daha sonra Onuncu Yıl Marşı‘na esin kaynağı olacak o bölümü, buraya almakta yarar vardır:

“Bugün Yahşihan’da bulunuyoruz. Mühendislerimiz, şimdi –belki- ilerdeki istasyonları düşünüyorlar. Kendilerini oraya kadar takip edeceğiz. Bütün memleketi baştan başa demirle örülmüş görmek, en büyük azmimizdir.”

Çok dağlık ve sarp bir coğrafyada inşa edilen bu demiryolu hattı, demiryolculuk tarihinde, küçük bir Erzurum Hattı denemesi gibi sayılır. Haksız da değildir bu yakıştırma… Divriği-Erzincan demiryolunda bir gündüz yolculuğu gidiş bir de gündüz dönüş yaşanmadan ne anlama geldiği kolayına kestirilemez!.. Dahası, bu demiryolu hattı; Ankara-Yahşihan fiziksel olarak da, tarihsel olarak ta Erzurum demiryolunun kapısıdır

Yahşihan İstasyonunun işletmeye açılış tarihi olan 17 Nisan 1925 tarihiyle, Türk ulusal eğitim tarihinin en önemli sayfalarını, dahası altyapısını oluşturan deneyim ve uygulamasıyla Köy Enstitüleri’ne giden yolları açan yasanın çıkış tarihinin benzerliği (17 Nisan 1940), bizi bu iki toplumsal devrim atılımı arasında gel-gitlerle konuşmaya yönlendirdi.

 kdBu bağlamda, yine bu demiryolu hattının (Ankara-Yahşihan) açılışından iki ay önce yaşanan bir başka önemli tarihsel kavşak noktasını da anımsak gerekir. O da, 27 Şubat 1925‘te kaldırılan “Aşar” vergisidir. Ekonomik ve toplumsal anlamda, Anadolu köylüsünün belini büken bu vergilendirmenin kaldırılması, demiryolu tarihçiliği açısından çarpıcı önemde bir uygulamadır. Niçin?

İmtiyaz demiryolculuğu serüveninde Anadolu topraklarına demiryolu döşenmesinin güvence senedi bu “aşar” vergisiydi. Osmanlı’nın batılı demiryolu kumpanyalarına elaçarak demiryolu döşettirmek isteğinde, “aşar”ın (halk deyişiyle öşr’ün, onda birlerin) merkezlere taşınmasının kolaylaşacağı beklentisi de egemendi elbet. Ancak, batılı demiryolu kumpanyalarının umurunda değildi Osmanlı’nın bu beklentisi. Onların beklediği, kaç vilayetin “aşar” vergisinin yapmaya yanaştıkları demiryolu hattının giderlerini güvenceye alabileceği idi. Devletin kendilerine daha baştan peşin olarak sunduğu “kilometre garantisi” karşılığında ipotek altına aldıkları bu vergilerin güvencesini gördükten sonra, bu topraklara demiryolu döşemeye girişecektir elin adamı… Güvence de kağıt üstünde değil, devlet içinde devlet olarak Osmanlı’nın kalbine yerleşen Düyunu Umumiye yönetiminin kefilliği ve yönetimi altında olacaktı!..

Cumhuriyet, elinde bulunan maddi olanakları sıfır derecesinde iken “aşar”ı kaldırdığı yıl, yani 1925’te; 1908’den beri bekleyen bir demiryolu girişimini kurup işletmek işinde sonuca yaklaşırken, Osmanlı “aşar”ı yabancı demiryolu kumpanyalarına ipotek ederek işe başlayabiliyordu!..

Çiftçinin topraklandırılması temelinde yürüyüp yükselecek bir Toprak ve Tarım Reformu ile ağalık ve aşiret yapılanmasının maddi zemini; ilköğretim reformu ile (Köy Enstitüleriyle) de bu “zemin”in hem ürünü; hem destekleyicisi teokratik ve çağgerisi yapılanma kırılacaktı…

İyi ama, o zaman, yeni moda San Fransisko markalı çok partili hayata oynayan Amerikan muhiblerini kim destekleyecekti?! Emin Ağa (Sazak), CHP’nin Eskişehir milletvekili, toprak ağası müteahhit. Bir Çifteler Köy Enstitüsü ziyaretinde, İsmet Paşa’ya hitaben, “Bu çocuklar hepsi böyle okursa, bize kim hizmet edecek?..” diye takılırken haksız mıdır? O Emin Ağa ki, Yerköy-Kayseri demiryolu hattının müteahhitidir. Çifteler’i ziyaret ettikleri tarihe ise, daha yirmi yıl vardır…

Köy Enstitüleri’nin kapanmasına yönelik ilk eylemli adım 1947 tarihlidir. 1954’te defterleri dürülecektir! Demiryolunu karayoluna ezdirmek amaçlı Amerikan planının (yine eylemli olarak) uygulamaya konulduğu tarih de 1947’dir.

Enstitülerin 5-6 yaşında, Çiftçiyi Topraklandırma Yasası’nın (Haziran 1945) daha doğmadan boğulması, demiryolu atılımlarının karayolculuğa boğdurulması şeytan üçgenindeki burgaçlara iyi bakmak gerekiyor.

Ceyhun Atuf Kansu, çok eski bir yazısında batı ve batı karşısındaki tutumlarımızı irdeleyip incelediği bir denemesinde, “köylü” ve Köy Enstitülü şair Ali Yüce‘nin bir şiirinden (Sorular) yola çıkarak, kendi şiirli ve duyarlı anlatımıyla sürdürüyordu yazısını. Şimdi biz de aynı “köylü” ve Köy Enstitülü şairin 1973’te yazdığı bir başka şiiriyle noktalayalım sözümüzü:

 

“Kara Batı (I)

 

Sözcüğü bir altına

Bilim satmış bana

Teknik satmış Batı

Uzasın diye uykum

Bin kapı satmış da

Bir anahtar satmamış

 

Metresi bir altına

Demiryolu döşemiş

Yurduma Batı

Büyüsün diye borcum

Eğri büğrü döşemiş

Uzatmış yolu Batı

 

Adımı bir altına

Gelmiş bana

Basmış toprağıma batı

Adımına bin vermiş de

Gitmemiş Batı

Zincir olmuş ayağıma

 

 

 

 

 

 

 

 

 

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: ümit sarıaslan