Arazi Kanunnâmesi ve Sultan Abdülaziz’in Avrupa Gezisi (21 Haziran 1867)
James Whittal’ın "Demiryolu şirketleri küçük muhtar cumhuriyetler biçiminde gelişecek." sözlerinde dile gelen siyasal-ekonomik tasarımın altyapısı kuruluyor.
İngilizlerin bilinen politikası dışında, Fransa’nın Kırım Savaşı sonrasında, Osmanlı "nezdinde" kazandığı "prestij"i, diplomatik bir baskı aracına dönüştürerek yürüttüğü politikaya değinmek gerekir; dahası açmak… Çünkü, bu politik geçitte döneme tarihselliğini veren tipik olaylar yaşanacaktır. Abdülaziz’in 21 Haziran 1867’de çıktığı Avrupa gezisi bunlardan birisidir.
Sultan’ın "Avrupa seferi"ne çıkmadan önce, Fransa’nın "1867 başlarında Osmanlı hükümetine gönderdiği muhtıra"yı da unutmamak gerekir. Fransa, bu "muhtıra"da "Hırıstiyan hak ve özgürlükleri konusunda önemli gelişmeler olduğunu kabul etmekle birlikte; adalet, eğitim ve maliye konularında eksiklikleri gösteriyor ve yabancıların mülkiyet hakkı üzerinde duruyordu." (Prof. Dr. Taner Timur, Sultan Abdülaziz’in Avrupa Seyahati, Tarih ve Toplum, 11. ve 12. Sayılar, Kasım-Aralık 1984) Fransa, bununla da yetinmiyor, ucu günümüze uzanan bir sorunu da "vakıf arazilerinin statüsünde de mülkiyet hakkını yaygınlaştırıcı öneriler ileri sürüyordu." Bütün bu "öneri" ya da dayatmaların o günlerin Batı dünyasının ortak stratejisi olduğunu söylemeye gerek var mı?
Nitekim Fransız Elçisi M. Bourée, 7 Mart 1867’de, İstanbul’dan Paris’e "Yabancıların mülkiyet hakkı konusunda davayı kazandık" diye yazacaktır. Uzun ve sonucundan emin olunan bir bekleyişin ardından Fransız’ın kafasına yatan (!) yasa metni, sonunda "19 Haziran 1867’de, Sultan’ın Avrupa’ya seyahatinden iki gün önce" Fransız başkentine yollanacaktır! "Yabancılara yeni ayrıcalıklar veren Ferman, Sultan Abdülaziz, tam Avrupa seyahatine çıkarken ilân edilecektir."
Sultan’ın "yüzyıllardır küçümsenen Hırıstiyan kralların (kraliçelerin) ayağına gitmesinin" kendisine "teslimiyet" gibi, "küçüklük" gibi göründüğü Osmanlı aydını, anılan gezinin tarihsel politik açıdan taşıdığı işlevi; işaret ettiği "yeni" yolu görmede de aynı nedenle gereken ilgiyi, uyanıklığı göstermeyecektir. (Timur) Ama, kalenin öte yanındaki kalemler (La Presse) Sultan’ın Avrupa’ya (Paris’e) gezisinin öngününde yabancılara taşınmaz mülkiyeti verilmesini sağlayan "ferman"ın ne anlama geldiğini, tartışmaya yer bırakmayacak bir açıklıkla yazacaklardır:
"Bu reform, yirmi beş yıldır (*) yapılan reformların hiç kuşkusuz en cesurudur, ve en verimlisi olacaktır." The Times’ın görüşü ise, yabancılara toprak mülkiyeti hakkı sağlayan fermanı, "…bir müslüman hükümdarın tarihteki en cesur eylemi" olarak selamlayacaktır! Eşzamanlı olarak Sultan Paris’e gittiği zaman gırtlağa kadar içine batılan borçlarla ilgili yeni bir "borç anlaşması"nı da imzalayacaktır. Osmanlı "ziyaret ederken", Avrupalı "ticaret" etmededir. Abdülaziz, saltanatlı bir düzenlemeyle "Paris’e yolcu olurken, Osmanlı’nın tüm geliri 3.210.092 kese (1 kese 5 lira); giderleriyse 3.411.496 kese"dir!.. (Timur)
Paris, Londra, Viyana ve Peşte’de toplam 1 aya yakın bir süre kalan Sultan’ın Batı’daki görüşmelerinde ne konuştuğu bilinmiyor; ancak, Avrupa basınına yansıyan kadarıyla Batı başkentlerindeki görüşmelerinde, daha çok, "Hırıstiyanların durumu"nun görüşüldüğü anlaşılmaktadır, diyor Taner Timur. Yazarın tümüyle Fransız kaynaklarına dayanarak kaleme aldığı yazısından derlediğimiz bu bölümü biraz daha sürdürelim: 86
"Öyle anlaşılıyor ki, Sultan daha Avrupa’ya adımını atmadan verdiği ödünler (toprak yasasına ilişkin ferman ve diğerleri) yeterli bulunmamış, (kendisinden) yeni ödünler istenmiştir. Görüşmelerin sihirli kelimesi ‘reform’dur. Ancak, Batılı yöneticiler, ‘reform’ derken, sadece Hırıstiyanların durumunu (ve çıkarını) düşünmektedirler."87
Batı güdümünde yürütülen ve Abdülmecit döneminde kurumsallaştırılan bu "reform" giysili ekonomik-diplomatik Batı dayatması, Abdülaziz’in Avrupa gezisinde elle tutulurcasına somutlaşacak; dahası bu gezi, "Çöküş halindeki bir imparatorlukla, üstünlüğünü dünya çapında kabul ettiren bir uygarlığın doğasını yansıtan bir sembol" olacaktır. (Timur) "Bu seyahat, gerek gerçekleşme biçimi, gerekse sembolik bir biçimde yansıttığı olgular dolayısıyla Osmanlı-Batı ilişkilerini" yansıtan bir ayna işlevi gördüğü gibi; "Osmanlı siyasal rejimi ve iç politikası bakımından da aydınlatıcı" bir tarihsel kerterizdir. Neden ki, "Osmanlı toplumsal düzeni iktisadi yapısı, diplomatik ilişkileri, siyasal rejimi ve iç muhalefeti ile tutarlı bir bütün teşkil etmektedir. Ne yazık ki, bu bütünlük, bütün unsurlarıyla bağımlılık şeklinde ortaya çıkmakta ve Osmanlı aydınları arasında (devleti) modernizme götürecek bir hareket görünmemektedir. Abdülaziz’in Avrupa seyahati, bütün bu bağımlılıkları ve eziklikleri simgelemektedir."
Dönemin Fransız Elçisi, M. Bourée’nin Sultan’ın Avrupa gezisinden hemen önce, Paris’e ilettiği raporunda yazdıkları da Taner Timur’un saptamasını bir tümcede özetleyen bir tarih belgesi gibidir: "Bu seyahat, mümkün olan şeyleri daha kolay, mümkün olmayan şeyleri de mümkün kılacak"tır. Niçin öyle olmasın ki, Murat Sarıca’nın nitelemesiyle "devlet" demek, "halk+toprak+egemenlik" demek! Abdülaziz’in yaptığı, ya da daha doğrusu yapmak zorunda kaldığı "reform"un Türkçe’ye tam açılımı da bu yüzden, "egemenlik ve toprak"ı duman olmuş bir "devlet"tir… "Egemenlik" ve "toprak" gitmiş; "devlet" elde kalmıştır!.. (Bu "devlet"ten ulusal devlete ağan süreçte, sorunun köklerine Osmanlı yenileşmesinde -reform hareketlerinde- devletin yapısal konumlanmasından kaynaklanan tıkanma ve yozlaşmalara dikkat çektiği yazısı için; Murat Sarıca, "Atatürkçülük (Kemalizm) nasıl bir tarihi gelişmenin ürünüdür?" 100 Soruda Siyasi Düşünce Tarihi içinde)
Abdülaziz’in 1867 Evrensel Sergisi kapsamında yaptığı Avrupa gezisi, "Çöküş halindeki bir imparatorlukla, üstünlüğünü dünya çapında kabul ettiren bir uygarlığın doğasını yansıtan bir sembol" olduğu kadar, "imtiyaz demiryolculuğu" sürecinde de bir dönüm noktasıdır. Bu gezi, tren de içinde olmak üzere, uygarlık araç ve gereçlerinin, Batı sermayesine sermaye katmak üzere, Osmanlı topraklarına akın etmesinin önünde kalan son engelleri Batı lehine ortadan kaldıracaktır. 1875’te ilan edilecek olan devletin iflasına buradan gidilecektir. Demiryolu kumpanyaları ve sermaye sahiplerinin önünde, "mümkün olan şeyleri daha kolay, mümkün olmayan şeyleri de mümkün kılacak" yepyeni bir yol açılmıştır artık.
Bu konuyu kapamadan önce, Abdülaziz’in Avrupa gezisinden alınma bir tarihsel fotoğrafı daha aktarmak gerek.88
Abdülaziz’in gezisinden 2 yıl sonra, Fransa İmparatoru III. Napolyon’un karısı, İmparatoriçe Eugénie, Abdülaziz’e bir "iade-i ziyaret"te bulunacaktır. Yalnız başına yapacağı bu İstanbul ziyaretinde, Eugénie, Beylerbeyi sarayında konuk edilecektir. 30 Ekim 1869 tarihli Le Monde İllustré’nin 655. sayısı, bu gezinin haberi ve "illüstrasyon"larıyla çıkacaktır. (Eugénie’nin İade-i Ziyareti, Tarih ve Toplum, Ocak 1984) Osmanlı topraklarında ilk trenin istim salmasının saltanatına denk gelmesi dolayısıyla, İmparatoriçe, Sultan Abdülaziz’e, demiryolu dilinde "kompozisyon" diye tanımlanan bir özel vagon armağan edecektir. 1952’ye kadar TCDD Pendik Deposu’nda saklanan bu özgün vagon şimdi yitiktir! Yine, İngilizlerce Sultan’a armağan edilen bir başka vagon ise demiryolları yönetimince İstanbul’da açılan Rahmi Koç Müzesi’ne verilmiştir. Bu vagonun 1937’de Eskişehir Cer Atölyesi ustalarınca yapılmış bir maketi ise Ankara’da Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk Konutu ve Demiryolları Müzesi’nde, Abdülaziz’in kullandığı masa ve sandalyelerle birlikte sergilenmektedir. 89
23 Eylül 1856’da yapımına ferman buyurulan, 1857 Eylül’ünde temeli atılan İngiliz sermayeli İzmir-Aydın demiryolu, 130. km.deki Aydın istasyonuna, tam 10 yıl sonra, 1 Temmuz 1866’da varabilecektir!.. İşte İmparatoriçe Eugénie, bu tarihten bir yıl sonra, Fransızların da beklentilerini en üst düzeyde karşılayacak olan "toprak yasası"nın çıkarılması ardından İstanbul’a yaptığı gezide, Sultan’a armağan ettiği "vagon" İstanbul-İzmit arası ile Rumeli Hattı’nın işletmeye açılabilen (!) sınırlı bir kesiminde kullanılacaktır. Eugénie’nin, yolu ve işletmesi İngiliz’den, Sultan vagonu Fransız’dan olsun der gibi Abdülaziz’e armağan ettiği saltanat treni yolu ve işletmesi de Fransız olan hatların döşenmesine uzanan kırmızı halıya dönüşecektir!.. (Abdülaziz’in Londra günleri için bkz.: Emre Aracı, Londra’da Bir Türk Kasidesi, Cumhuriyet Dergi, 31 Ocak 1999) 90
(*) "Yirmi beş yıl" vurgusu boşuna değildir. 1867’den 25 yıl önce Lord Stratford Canning İstanbul’a İngiltere Büyükelçisi olarak atanacaktır. (1842) Canning’in İstanbul’a gönderilmesinin temel amacı, bu kurt politikacının başından beri anlatmaya çalıştığımız Batı güdümündeki "reform hareketleri"ni İngiltere öncelikli olarak yedip yönlendirmesiydi. Yine, Osmanlı, Canning’in gelişinden bir yıl önce, Hünkar İskelesi Antlaşması’yla (1833) boğazını sıkmaya başlayan Rus baskısını kırmaya yönelik olarak, 1841’de İngiltere’yle yaptığı antlaşmayla (Boğazlar Sözleşmesi) Mısır’ı elden çıkaracak, daha 1856’ya gelmeden Avrupalı devletlerin koruması altına alınacaktı! "İngiltere’ye karşı, değil düşmanlık göstermek, İngilizlerin iyi niyetinden kuşkulanmanın bile vatan hainliği" sayıldığı (Kurmuş) bu tarih kesitinde; imtiyaz demiryolculuğunun altyapısının kurulmasında temel olacak "yabancıların taşınmaz mal edinmeleri" yasası da içinde olmak üzere… Batı kapitalizminin ağababalarının önünü tıkayan ne varsa temizlenmesinin güvencesini sağlayacak hukuksal ve ekonomik değişikleri (reformları) kurup kurumsallaştırmak üzere Osmanlı masaya yatırılıyordu.
Daha kapsamlı bilgi için; Ümit Sarıaslan "Cumhuriyet Treninden Tanzimat Trenine" adlı kitaba bakınız.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: Ümit Sarıaslan