Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

Gericiyim Çünkü Demiryolcuyum

Artık itiraf etmenin zamanı geldi. Vicdanımı rahatlatmam gerekiyor.

Kısmet bugüne ve bu yazıya imiş. 

Benim öyle modern bir kişi olarak durduğuma bakmayın, aslında ben bir gericiyim!

Bugün, 21. yüzyılda bile ta 19. yüzyılın ulaşım aracını savunuyorum. 

Benim neme gerek demiryolunu, lokomotifi, treni, tren ile insan ve mal taşımacılığını savunmak.*

Ne gericilik değil mi? Bu kadar da olmaz, diyorsunuz. 

Haklısınız! 

Çağa ve ortama uymam ve karayolunu savunmam gerek galiba?! 

Otoyollardan, ikiye bölünmüş asfalt yollardan, bunların üzerinde bol benzin harcayarak ve çevreyi kirleterek hareket eden lastik tekerlekli müteharrik araçlardan ve bunların içinde giderek yalnızlaşan, bireycileşen ve canavarlaşan insanlardan yana olmam gerekiyor.

İlericilik bu işte! 

resim

 Eylül 1907- Sadrazam Tevfik Paşa’nın oğlu ve Sultan Vahidettin’in kızı Fatma Ulviye Sultan’ın kocası olan İsmail Hakkı (Okday), 1907 yılında Hicaz Demiryolu’nun El-Ula mevkiindeki açılış törenine giderken… İsmail Hakkı, Hayfa Der-a bölümünde trenden inmiş Yarmuk Vadisi’ne şöyle bir bakıyor. 

Aslında benim kaskatı bir gerici olduğumu farketmemin nedeni, yanılmıyorsam, Yılmaz Ulusoy’dur. Bundan 10 yıl kadar önce TRT-2’deki bir ulaşım programında Yılmaz Ulusoy –o dönemde, yine yanılmıyorsam demek zorundayım, Ulusoy Nakliyat’ın başında idi- muhabirin bir sorusu üzerine şu yanıtı veriyordu; sözcük sözcük olmasa da anımsadığım kadarıyla yazayım: ” Şimdi bundan sonra bir nakliyat şirketinin başında bir kişi olarak söyleyeceklerim sizi çok şaşırtacak ama Türkiye’nin petrol harcama kapanından kurtulması için ülke üzerinde insan ve mal taşımacılığının %70-75 inin önce demiryolu ve sonra deniz ve havayoluyla yapılmasına bağlıdır.”

İşte, bir nakliyat şirketinin başında bulunan bir kişiden bu sözleri duydum ya gerici olduğumu fark ettim çünkü aynı görüşü paylaşıyordum.

Böylece, 20. yüzyılın sonlarına doğru gözümü diktim 19. yüzyıl çözümlerine yatıyorum kalkıyorum dua ediyorum “Demiryolculuğun Babası” İngiliz George Stephenson‘a (9 Haziran 1781-12 Ağustos 1848). Bilirsiniz, Stephenson, birbirine paralel olarak zemine yerleştirilmiş ve sonsuza kadar uzanan demirden bir yol üzerinde buharlı lokomotif (adı “Roket” idi, “Füze” de diyen var) ile 13 tonluk bir yükü saatte 22 kilometre “süratle” ve güvenlik içinde çeken ilk kişidir. Üstelik, bu buharlı makine yüksüz 45 kilometre sürate bile çıkıyordu.Ne hız ama değil mi? O günler için başdöndürücü!

resim

Hanedan- Sultan Reşat ve Enver Paşa (önde sağda, kılıçlı), İstanbul Sirkeci Garı’nda. Osmanlı hanedanı trenle bir yere gidiyor galiba?

  Zemine çakılan tahta ya da demirden yollar üzerinde atların ve diğer hayvanların çektiği yük arabaları daha önce kullanılmıştı ama buharlı lokomotif ile bu işi başaran kişi Stephenson’dır. Tarih 16 Kasım 1829. İşte, kusuruma bakmayın ben bu tarihte çakıldım kaldım!

resim

 

17 Kasım 1930- Eşsiz önder Mustafa Kemal Atatürk, özel trenle Anadolu gezisine çıkıyor. Solunda Recep Peker ve sağında tam arkasında Afet İnan. Başta Atatürk ve İsmet İnönü olmak üzere Cumhuriyet’in siyasi ve askeri önderleriyle bürokratlarının trenle Anadolu gezisine çıkması devlet ile halkın buluşmasının bir örneğini oluşturuyordu. Devlet, halkın ayağına trenle gidiyordu.

Daha sonra bu demirden yol, buharlı lokomotif işi patladı. Bütün Avrupa’yı sardı: 1832’de Fransa, 1835’de Belçika ve Almanya’da, 1838’de Avusturya’da, 1839’da İtalya’da demirden yollar üzerinde çeşit çeşit buharlı makinelerin (lokomotifler) çektiği trenler yük ve insan taşımacılığına başladılar.

Ah Red Kit ah!

Zamanında ABD’de çalışmış ve Türkiye’de üst düzey siyasi makamlara ulaşmış bir Türk büyüğü “Demiryolculuk komünist işidir” deyivermiş olsa da Amerika’da demiryolu ve buharlı çekiciler, hemen 1829 ortaya çıkmıştır. Amerikalı bu, Avrupa’daki bir gelişmeyi ıskalar mı?

resim

16 Haziran 1934- Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, İran Şahı Rıza Pehlevi’yi Ankara Garı’nda askeri törenle karşılıyor. Şah Rıza Pehlevi, 10 Haziran’da Gürbulak’tan Türkiye’ye giriş yaptı. Doğu Beyazıt, Iğdır, Kağızman, Kars, Erzurum, Bayburt, Gümüşhane üzerinden Trabzon’a vardı. Trabzon’dan Samsun’a Yavuz zırhlısıyla geldi. Samsun’dan da Ankara’ya trenle. Atatürk, 16 Haziran akşamı Çankaya’da Şah Rıza Pehlevi onuruna bir akşam yemeği verdi.

Gençliğinizde Red Kit maceraları okumuşsunuzdur. Red Kit’in, Amerika’nın doğu kıyısından serilmeye başlanan demiryolunu üçkağıtçılara, çıkarcılara ve zaman zaman da Kızılderililere karşı koruduğu bir macerası vardır, anımsarsanız. Doğudan serilen ve batıdan gelen bu iki hat, minik bir mühendislik hatasıyla tam karşı karşıya gelmezler ve birleşemezler maceranın sonunda ama olsun görkemli bir açılış yapılır yine de!

Demiryolculuk komünist işidir” deyiveren Türk büyüğümüz de Red Kit maceralarının hayranı imiş; hep Red Kit okurmuş, öyle derlerdi, ne bileyim?!

resim

 

4 Haziran 1935- Yüce önder Atatürk, İstanbul’dan özel treniyle Ankara’ya dönüşünde garda karşılanıyor. Elini sıkan Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, onun sağ arkasında Ali Çetinkaya. O dönemde siyasi ve askeri önderlerin trenle seyahatleri ve karşılanmaları tren istasyonlarında heyecanlı anlara neden oluyordu.

Bu Türk büyüğünün fikrine rağmen kuzey Amerika, önce atlı arabalar sonra atlı posta arabaları ve esas olarak demiryolu ve buharlı lokomotiflerin çektiği trenlerle insan yerleşimine açılmıştır.

resim

Kalpaklı İsmet Paşa- İsmet (İnönü) Paşa, trenin penceresinden gülümsüyor. Oldukça rahat ve huzurlu belli ki… Sağ yanında ise somurtkan ama barışın sembolü bir kız çocuğu. Fotokartın arkasında 24.8.1934 tarihi var ama kalpaklı İsmet Paşa nereden geliyor olabilir?

İyi ki Kırım Savaşı oldu (!)

Avrupa’da ve Amerika’da bunlar olurken Osmanlı İmparatorluğu ne yapıyordu?

1839 Tanzimat hareketiyle uğraşıyordu. Tanzimat’ın tarafları ise birbirlerini şucu bucu (İngilizci, Fransız yanlısı vb.) diye suçlayıp dururken, Osmanlı’nın limanları yabancılara çoktan açılmıştı ardına kadar. Peşinden 1854 Kırım Savaşı geldi. Osmanlı, İngiliz ve Fransızlarla müttefik olmuştu. Savaşın ardından Paris Antlaşması yapıldı.. Çoktandır tıknefes olmuş Osmanlı İmparatorluğu’nun el değmemiş verimli topraklarını uluslararası pazara ve sermayeye eklemlemenin zamanı gelmişti.

resim

 İsmet İnönü- Olasılıkla yine bir yurt gezisi. İsmet İnönü trenden iniyor ve karşılayanlar.

İngiliz de Fransız da Osmanlı’nın verimli topraklarının altından ve üstünden ülkelerine gelir sağlamak istiyorlardı. Ama, yol iz yoktu Anadolu’da. Ne yapılması gerekiyordu? En verimli bölgelere demirden yol serilmesi… Böylece emperyalizm ilk sağlam adımını atıyordu Osmanlı topraklarına İzmir-Aydın demiryolu imtiyazını ele geçirerek. Tarih: Eylül 1856. Bir İngiliz şirketi, Osmanlı topraklarına demirden raylar döşeyecekti. (Ayrıca Islahat Fermanı ile Osmanlı Bankası’nın İstanbul’da açılıvermesi aynı yıldır, yani 1856!..) Hat, 1 Temmuz 1866’da Aydın’a vardı. (Bu arada, bugün Romanya’da kalan 66 kilometrelik Köstence-Çernova hattı da İngiliz şirketlerince yapıldı. 4 Ekim 1860).

resim

Şapkalı İsmet İnönü- Başında şapkası, elinde bastonu yurt gezisinden trenle dönmüş ve Ankara Garı’nda karşılanıyor. Konuştuğu kişi Refik Saydam (?) olabilir. Atatürk ve İsmet İnönü’nün muzaffer Türk ordusunu emanet ettikleri Mareşal Fevzi Çakmak (üniformalı) da onları izliyor.

Bundan sonrası çorap söküğü gibi geldi!

Osmanlı, “modernite”nin o dönemde en belirgin temsilcisi çelik ve buhara toslamıştı: Demiryolu ve demiryolu üzerinde buhar gücüyle hareket eden çelik ve demirden bir makine!

resim

Yeni iktidar- Olasılıkla Atatürk’ün özel treni ve Başbakan Adnan Menderes (sağda) ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar (solda). Trenle yine bir yurt gezisi olabilir. Celal Bayar’ın hareketine göre trenden iniyorlar. Yer ve tarih belli değil.

Bu arada, Osmanlı topraklarına giren yabancılar, İngilizler, Fransızlar ve Almanlar, İstanbul’dan demiryolu imtiyazı koparmak için her yolu deniyorlardı, yüksek değerli armağanlar ve rüşvet dahil. İmtiyazlar alınıyor ve döşenen demirden yolun sağındaki ve solundaki 20 kilometrelik şeritteki yeraltı ve yerüstünde bulunan bütün varlıklar (madenler, ormanlar vb.) imtiyazı alan şirketler tarafından işletiliyorlardı.

Üstelik, hatların yapımı için Osmanlı hazinesi yabancı şirketlere parasal katkılarda da bulunuyor, vilayetlerden elde edilen vergilere, imtiyaz anlaşması gereği, Osmanlı Borç İdaresi (Duyun-ı Umumiye) doğrudan el koyuyor ve imtiyazı almış şirkete aktarıveriyordu.

Osmanlı’nın demiryolu düşü

Abdülhamit’in ilk feyzini Abdülaziz’den aldığı Anadolu ve Bağdat Demiryolu düşünün Konya-Bağdat (Basra ve hatta Kuveyt) bölümünü imparatorluk Almanyası gerçekleştirmeye soyundu ama İngilizler ve Fransızlar –hatta Çarlık Rusyası- hattı engellemek için her yolu denediler. Engelleme çabaları yetersiz kalınca da ortak bile oldular!

resim

Ağustos-Eylül 1957- Afgan Kralı Muhammed Zahir Şah (15.10.1914-23.07.2007) trenden indikten sonra Haydarpaşa Garı (İstanbul)’nda karşılanışı. Zahir Şah’ın solunda Başbakan Adnan Menderes, sağında İstanbul’un mini mini valisi Fahrettin Kerim Gökay. Zahir Şah, 26 Ağustos 1957’de Ankara’ya uçakla gelmiş, daha sonra Konya, Karabük ve Zonguldak ziyaretlerinde de bulunmuştur.

Sonuçta, Bağdat Demiryolu hattı bitmedi, bitirilemedi. Şebeke tam anlamıyla kurulamadı ve birbirine bağlanamadı. Birbirine bağlanamamış, kopuk kopuk hatlar orta yerde kalıverdi. Konya’dan başlayan ve Torosları aşmakta zorlanan Bağdat Demiryolu hattı, İmparatorluk Almanyasının “Doğu’ya itilme/çekilme” siyasetinin bir parçasıydı. Osmanlı için ise bölgeye hızla asker yetiştirmek anlamına geliyordu. Olmadı!

Anadolu-Bağdat Demiryolu hattının Anadolu kesimi (İstanbul-İzmit-Ankara ve Eskişehir-Konya hatlarından oluşur), Osmanlı’nın adeta Anadolu’daki kullarıyla geç kalmış bir tanışmasıydı. Anadolulu için de Osmanlıyı… Demiryolu ve trenle Anadolulunun hareket yeteneği arttı, kentler ve kasabalar arasında gidip gelmeye başladı, tarladaki ürününü trenle taşıttı ve sattı. Karşılığında ise işlenmiş madde aldı. Özellikle pamuklu dokuma Anadoluluyu şaşırttı. Ölçülü ve düzgün yapılmış binalarıyla tren istasyonları ise Anadolulunun sosyalleşme merkezleri haline dönüştü. Üniformalı istasyon şefi de bir “rol modeli” olmuştu.

resim

Atatürk’ün treninde- Tarih yüksek bir olasılıkla 1959. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Demokrat Parti bakanları ve milletvekilleri Atatürk’ün özel treniyle Kayseri’ye gidiyorlar. Tam karşıda Cumhurbaşkanı Celal Bayar. Meclis Başkanı Refik Koraltan (solda), Bayındırlık Bakanı Kemal Zeytinoğlu (sağda), Milli Eğitim Bakanı Atıf Benderlioğlu (fotoğrafın sol ön köşesinde, bıyıklı) ve milletvekilleri.

Abdülhamit’in hem askeri hem de siyasi/dini ikinci düşü olan Hicaz Demiryolu hattı ise Osmanlı kullarının bağışları ve demiryolculuk konusunda eğitilmiş elemanlarının çabasıyla yapıldı. Osmanlı memurlarının maaşlarından da her ay bir miktar kesildi. İnşaat sırasında binlerce asker kullanıldı; çoğu çöllerde hastalıktan ve gıdasızlıktan ölüp gittiler. Bu hat da Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizler ve İngilizler tarafından kullanılan Araplar tarafından bölüm bölüm havaya uçuruldu, hat üzerinde ulaşım engellendi.

Sonra geldi Kurtuluş Savaşı yılları. İşte, bu yıllarda ben daha da gericileştim!

İstanbul’dan Ankara’ya kaçan ve oradan Konya’ya gönderilen demiryolcu subayların –biri de benim baba tarafından aile kanatlarından birinin üyesidir- cansiperane hizmetleri beni bu hale getirdi.

Behiç (Erkin) Bey gibi bir kurmay albayın elde kalan demiryolu hatları üzerindeki tanımlanamaz başarısı, beni daha da gerici kıldı!

Bunlar nasıl komünist böyle? 

Sonra yıllar geçti, Avrupa’da trenlere, hızlı trenlere bindim. Şaşırdım, bu Avrupalılar ne menem komünistlerdi böyle! Ne güzel ne hızlı lokomotifleri ve lüks yolcu vagonları vardı.

Tren hızla giderken, lüks yolcu vagonundaki yerimden kalkıyor, trenin büfesine gidiyor çay, kahve ve sandviç alabiliyordum.

resim

Kasım Gülek- Fotoğrafın arkasında 5 Nisan 1951 tarihi ve İngilizce olarak “To Smiling Face” (“Gülümseyen Yüze” anlamında) yazan bir not düşülmüş. İmza okunamıyor. Kasım Gülek, CHP’den 1948 yılında Ulaştırma Bakanlığı yapmıştır. Siyasiler, trenden bir türlü vazgeçemiyorlardı!

Ayrıca, karşı ya da yan koltukta oturan hoş İngiliz ya da Fransız kadınlarla göz teması kurabiliyor, gülümseyebiliyor ve uzun bir sohbete girişebiliyordum. Şanslı isem bir telefon numarası da koparabiliyordum. Gericiliğin daniskası işte!

Üstelik, tren bir gara girdiğinde hemen karşı hatta insanı kentin içine taşıyacak tramvay bekliyordu ya da yürüyen merdivenlerle hemen metroya ulaşabiliyordum.

Bir başka ilçeye gitmek istiyorsam iki ya da en fazla üç vagonlu moto-tren hemen oracıkta bekliyordu.

Komünistlik buydu işte, her şey düzenli, disiplinli, her şey tam zamanında idi. Bu denli düzen, disiplin ilericileri mutlaka rahatsız ederdi.

Sonra bu Avrupalılar arasında en hızlı ve en konforlu treni yapma yarışı başladı. Fransızlar, Almanlarla kapıştılar. Ürettikleri trenler adeta uçuyordu. Dünyanın ta öbür tarafından Japonlar da karıştılar yarışa; bizim trenlerimiz de uçar diyerek!..

Hatta Japonlar, superiletkenler üzerinde yola temas etmeden hareket ettirdikleri Maglev trenini 2003 yılında 581 kilometre hıza ulaştırdılar. (Bu trenin bir örneği, yanılmıyorsam, Şanghay’da çalışmaya başladı bile)

Yine bir komünist oyunu işte!

İşte, bütün bunları okudukça, gördükçe, yaşadıkça ben gerici oldum!

Benim ne suçum var?

Dedim ya, gericiyim çünkü demiryolcuyum!

* Demiryolundan, demiryolculuktan sadece lokomotiflerin çektiği trenleri anlamıyorum. Benim bakış açımdan, tramvay ve metro da demiryolculuk kavramı içindedir.

“Memetçik Memet”

Türkçenin büyük şairi Nazım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları” kitabının başlangıç bölümünün ikinci kısmı da beni gerici yapmıştır. Buraya kısa bir bölüm aktarıyorum ama belirttiğim bölümü açın ve tümünü okuyun, lütfen!

 

(…)

Ne korkunçtur hasreti

yaylı bir karyolada ölmenin.

Bunu Sakaryalı Şakir bilir.

Kartallı Kazım

başını dayadı tahtasına bölmenin.

Kısıldı sarı kurt gözleri.

Vagonla birlikte sarsılarak

başı sallanıyor iki yana.

Gözetliyor Şakir’i

“Mehmetçik,” diye düşünüyor,

“Memetçik, Memet.”

Ve teker teker

Kesilmeden tekrarlıyor tıkırdayan tekerlekler

(gitgide daha çabuk, gitgide daha sert):

“Memetçik, Memet,

” Memetçik, Memet.”

(…)

Gece gündüz cephelere sevkiyat gider.

Nerede başlayıp, nerede biter?

Ocağında çam ağacı yakan tirenler.

Hat boyları yanmış odun kokusu.

Askeride hat boyunun tapısı

Memetçik, Memet

Memetçik, Memet.

Dört cephe içinde koptu kıyamet.

Vagonların kırk kişilikse de yapısı

seksen Memet, yüz Memet yüklü hepisi.

Kilitlenmiş vagonların kapısı.

Tirenler gidiyor Memetçik dolusu.

Memetçik, Memet

Memetçik, Memet.

(…)

Bu dizelerdeki “Memetçik, Memet” tekrarlarını yüksek sesle, hızlıca okursanız kulağınıza neyin seslerini veriyor?

İşte, Nazım Hikmet’in bu “Memetçik, Memet”leri de beni gerici, yani demiryolcu yapıvermişti!

 

 

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: T. Arslan Bartu