Yıkılan yalnızca bir tribün mü?
Taksim’den Şeref’e Şeref’ten İnönü’ye
Bu kez konumuz kentsel dönüşümün stadlar üzerindeki etkileri. Çünkü kentsel dönüşüm uygulamasından statlarımızda nasibini almaktadırlar. Beşiktaş’ın kurulduğu yıllarda, ilk İstanbul Resmi Lig Şampiyonu olmasına rağmen herhangi bir stada sahip değildi. 1929 yılı’nın Ağustos ayında Beşiktaş, Galatasaray ile birlikte Taksim Stadı’nı aldı. Beşiktaş bu stadı 1933 yılına kadar kullandı.
taksim stadı-topçu kışlası
Papazın çayırı
1933 fb stadı
2008 fb şükrüsaraçoğlu stadı
Fenerbahçe ise Anadolu yakasında "papazın çayırı" olarak bilinen sahayı kullanıyordu. Papazın Çayırı’nda meydana gelen dönüşümde bu yazımızda pek incelenmemekle beraber İnönü stadından farksızdır.
taksim kışlası albümü
taksim stadı kapısı
Taksim Topçu kışlası 1840 Abdulmecit
Taksim Stadı’nın kışla avlusu olan zemini karla kaplı da olsa maç oynanacak. Günün Futbol Federasyonu Başkany Yusuf Ziya Öniş’in nezaretinde karlar üzerine dökülen kömür tozuyla çizgiler çiziliyor. Bu işlem tamamlanıp çizgiler çizildikten sonra takımlar sahaya çıkacaklar ve maç başlayacak… http://www.tff.org/
taksim stadı seyirciler
15.06.1923 FB_GS maçı taksim stadı maç bileti
taksim stadı oyuncular maça çıkarken
TAKSİM STADI FUTBOL ÜZERİNE ….Nazım
"Oyunu seyredenler ikiye bölünmüşler. Her biri kendi partisinin çocuklarını teşvik eder, düşman tarafa küfürü basar bir durumda. Herkes istediğini söylüyor. Herkes dilediği gibi bağırıp çağırıyor. Ortalıkta bir söz, bir düşünce hürriyeti, alabildiğine… Bu işin birçok tarafları hoşuma gitmedi, dersem yalan söylemiş olurum. Muayyen bir manada, demokrasiyi anlamak isteyenler Taksim Stadyumu’na gitsinler. Ben kendi payıma güzel ve berrak ve heyecanlı bir iki saat geçirdim orada."
Beşiktaş’a futbolu getiren Şeref Bey, Beşiktaş’ın kendi sahasının olmasını düşündü ve Çırağan Sarayı ile bahçesinin Beşiktaş’ın kendi stadı için ideal bir yer olduğuna karar verdi.
Beşiktaş şeref stadı şair nedim ilk okulu 23 nisan tören geçişi
Zamanın Beşiktaş Kulübü Başkanı Fuat Balkan Bey, zamanın İstanbul Valisi Recep Peker (sonrada bir süre Beşiktaş Kulübü Başkanlığında bulunmuştur) ile "Çırağan Sarayı"nı hükümetten almak için çok çalıştılar. En sonunda stadı 99 yıllığına 10 TL’si karşılığında kiraladılar.
Çırağan Sarayı zamanında yanmıştı, durumu çok kötüydü. Tamirat bittiğinde Beşiktaş maçlarını bu stad da oynamaya başladı, bu yeni stadın adi: ŞEREF STADI idi.
1941-1942 İstanbul lig Şampiyonu Beşiktaş Futbol takımı Şeref Stadı’nda. Soldan sağa: Hakkı Yeten, Yavuz Üreten, Halil Köksalan, Şakir Uluatlı, Rıfat Atakanı, Hüsnü Savman, Şükrü Gülesin, Şeref Görkey, Fevzi Uman, Saim Sarper, Memduh Ün, Sabri Gençsoy, M.Ali Tanman ve kaleci faruk
Şeref Stadı 1932 yılında alınıp onarımı 1940 yılında bitirildi. 42.000 TL mal oldu. 6.000 kapalı, 4.000 açık olmak üzere 10.000 seyirci kapasitesine sahipti. Beşiktaş Şeref Stadını İnönü Stadı açılana kadar yani 1947 yılına kadar kullandı. Beşiktaş Şeref Stadını 2031 yılına kadar kullanma hakkına sahipti, ancak Beşiktaş’a herhangi bir ödeme yapılmadan, stadı Beşiktaş’ın elinden aldılar ve bu dünyanın belki de denize sıfır tek stadını Otel yapımı için yıktılar.
İnönü stadı maketi
1950 dolmabahçe stadı(ilyas bazna)
2004 yılında yapılan zemin idirme ve kapasite artırma çalışmasından önce inönü görünümü
Mimari planları Mimar Vietti Violi , Mimar Şinasi Şahingiray ve Mimar Fazıl Aysu tarafından hazırlanmış olup, II. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü devrinde ve Lütfi Kırdar’ın İstanbul Valiliği ve Beden Terbiyesi Bölge Başkanlığı zamanında yapılmış ve 19 Mayıs 1947 yılında açılmıştır. 1950’li yıllarda stadyumun arka tarafında bulunan gazhane ve havagazı fabrikası daha sonraki yıllarda yıkılarak yeni açık tribünler inşa edilmiştir.
İnönü Stadyumu’nun ilk maçı Beşiktaş ile İsveç’in AIK takımı arasında oynanmıştır. Bu stadyumdaki ilk golü de o zamanlar Beşiktaş’ın futbolcusu olan Süleyman Seba atmıştır. İlk maç 3-2 AIK’ nın galibiyeti ile bitmiştir.
1998 Yılında 49 Yıllığına Kiralandı
8 Şubat 1998 tarihinde Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ile BJK Derneği arasında imzalanan sözleşme ile 49 yıllık intifa hakkı verilmiş ve sözleşmenin tapuya tescil tarihi olan 27 Mart 1998 tarihinden itibaren BJK’ya ait olmuştur. BJK İnönü Stadyumu ile ilgili tasarruflarda bulunmaya sadece Beşiktaş Jimnastik Kulübü Derneği’nin yetkili olduğu hukuken tescil edilmiştir.
BJK İnönü Stadı’ndaki Yenileme Çalışmaları (2004)
2003–2004 sezonunun tamamlanmasının ardından hemen başlayan çalışmalarla Stad yeni bir görünüm kazandı. Zemin indirme projesiyle, tribünler ile saha arasında artık sadece 4 metre uzaklık kaldı. Bu sayede yüzde 50 artışla, toplam koltuk kapasitesi de 32,145’e ulaştı. Kapalı tribünde bulunan basın tribünü, taraftarlardan gelen istek üzerine numaralı tribün kısma alındı. Kapalı tribünün orta bölümündeki localar, tribünlerle saha arasında bulunan tel örgüler kaldırıldı. Stadın giriş ve çıkışlarını rahatlatmak için kapı sayısı da yüzde 100 artırılarak, 36’dan 72’ye çıkartıldı. BJK TV için stat içerisinde bir bölüm yapıldı. Ayrıca, tuvalet ve büfelere yenisi eklenerek, bakımları tamamlandı. Kapasite artırımı 2 milyon 750 bin dolara mal oldu.
Zemin indirilip kapasite artırıldıktan sonra İnönü stadı görünümü(himmet)
Yenilenme çalışmalarının tamamlanmasının ardından, kapasitesi 31 bine çıkacak olan BJK İnönü Stadyumunun çok özel bir konuğu vardı. Tarihi stadın mimarlarından Fazıl Aysu… Aysu’nun ilk sözleri "Çok beğendim, çok beğendim" şeklinde idi. Fazıl Aysu, 19 Mayıs 1940 tarihinde temeli atılan stadın o zamanın şartlarına göre çok büyük bir proje olduğunu hatırlatarak, "İstanbul’a bu kadar büyük bir stadın yapılması, bizim için büyük bir meseleydi. Bu stadın mimarlarından birisi olarak seçilmek, bana büyük bir mutluluk vermişti. İkinci Dünya Savaşı’nın sürdüğü bir dönemde böyle bir projeyi gerçekleştirmek, benim için bir onurdur" diyerek o günlere kısa bir süre de olsa yeniden döndü. 1947 yılında bir Avrupa takımının (AIK Stockholm) stadın açılışına geldiğini anımsatan Aysu, ilk büyük inşaat olduğu için Devlet büyüklerinin İstanbul’a geldiklerinde Vali tarafından ilk önce stada getirilmesini de, bir övünç kaynağı olarak gördüğünü söyledi. Mimar Fazıl Aysu, BJK İnönü Stadı’nın kolay ulaşılabilen bir noktada olması ve seyircilerin staddan kısa sürede çıkarak dağılabilmesinin, geçmişte olduğu gibi bugün de önemli bir kriter olduğunun altını çizdi. Fazıl Aysu, yenileme çalışmaları sonrasında BJK İnönü’nün heybetli bir görünüm kazanacağını belirterek, sözlerini şu cümlelerle tamamladı: "Binalar yaşayan varlıklardır. Hiç bir zaman yaptığınız bir bina, aynı şekilde kalmıyor. Yaşadığı için ihtiyaçları da değişiyor. Stadın da değişikliklere ihtiyacı vardı. Sahasının indirilerek kapasite artırımına gidilmesi gerekiyordu. Şu anda da bu yapılıyor. Yapılan çalışmaları yakından takip ediyorum. Stadın şu anki halini de çok beğendim. Heybetli bir görünüm Beşiktaş’a hayırlı olsun."
BJK İNÖNÜ stadına yeni proje;
BEŞİKTAŞ yönetimi, İnönü Stadı’nın kapasitesini artırmak için uzun süredir çaba harcıyor. Stadın bulunduğu alan tarihi nitelik taşıdığı için Anıtlar Yüksek Kurulu, burada inşaat yapılmasına izin vermiyor. 2007-2008 futbol sezonun sonuna doğru Beşiktaş yönetiminin çabaları sonucunda gerekli iznin alındığı ve inşatın büyük ihtimalle 19 Mayıs’ta başlayacağı açıklanmıştı. Ancak bürokratik engellerden dolayı bu tarih haziran ayına ertelendi. Bu durum da çeşitli söylentilerin ortaya çıkmasına yol açtı.
Bir endüstri haline gelen günümüz futbolunda kulüplerin modern bir stada sahip olmadan ayakta kalması mümkün değil. Fenerbahçe’nin Şükrü Saracoğlu’nu yapıp kalıcı bir gelir kaynağı sağlamasının ardından Galatasaray da Seyrantepe’deki Aslantepe projesi ile çağı yakalama yolunda önemli adımlar attı. Beşiktaş da yeni Kartal Yuvası, yani İnönü Stadı projesi ile ekonomik gücünü artırmayı planlıyor.
Ancak kulüplerin modern statlara sahip olması eski tarihi eser kapsamındaki yapıların üstüne oturtulması girişimini haklı göstermeye yetmez
Bu nedenledir ki Beşiktaş taraftar grubu çarşı 2007/2008 futbol sezonunun İnönü’deki son maçında yeni stad projesine pankart ve sloganlarla tepki koymuştur.
Hazırlanan yeni İnönü Stadı projesine göre stat sadece maç günleri değil 200 gün çalışacağı. Üstü kapalı bir kompleks olarak inşa edilecek olan stat 42 bin kapasiteli ve 2 katlı. 6 bin kapasiteli 200 de loca yer alacağı. Ayrıca 5 bin kişilik tiyatro ve konferans salonu, 2 bin 500 araçlık da otopark yeri olacağı ifade edilmektedir.
İLK KAZMA GECİKTİ, NEDENİ ANLAŞILDI… Stadı engelleyenler Beşiktaşlı
Başkan Yıldırım Demirören,25.05.2008 tarihinde yaptığı açıklamada projenin hayata geçirilmesini engelleyenlerin Beşiktaş camiasından olduğunu açıkladı. Demiröen, Divan Kurulu’nda yaptığı konuşmada "Üst kademedekilerin bana söyledikleri, stadın yapımını engelleyenlerin Beşiktaşlı olduklarıdır. Bu, beni üzdü. Bu, Yıldırım Demirören’in projesi değil, Beşiktaş’ın projesidir. Bu proje Beşiktaş’ın istikbalidir ve her Beşiktaşlı bu projeye sahip çıkmalıdır" diye konuştu.
Başkan Yıldırım Demirören’in Divan Kurulu toplantısında "İnönü Stadı Projesi’ni engelleyen Beşiktaşlılar var" sözlerinin ardından gözler bu meçhul Beşiktaşlı’ya çevrildi.
Asbaşkan Behçet Ümitlen, projeyi engellemek isteyenlerin Beşiktaşlı olduğunu kendilerine Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’nun ilettiğini açıkladı.
Ümitlen, bakanın "Projeyi engellemek isteyen Beşiktaşlılar var" şeklindeki sözlerine çok şaşırdıklarını belirterek, "Bakanımız bu şahsın kim olduğu konusunda isim vermedi. Doğrusu kim olduğunu biz de çok merak ediyoruz" diye konuştu.
BEŞİKTAŞ yönetimi, İnönü Stadı’nın kapasitesini artırmak için uzun süredir çaba harcıyor. Stadın bulunduğu alan tarihi nitelik taşıdığı için Anıtlar Yüksek Kurulu, burada inşaat yapılmasına izin vermiyor. Beşiktaş yönetiminin çabaları sonucunda gerekli iznin alındığı ve inşaatın büyük ihtimalle 19 Mayıs’ta başlayacağı açıklanmıştı. Ancak bürokratik engellerden dolayı bu tarih haziran ayına ertelendi. Bu durum da çeşitli söylentilerin ortaya çıkmasına yol açtı.
Yönetimden yapılan bu açıklamayla beraber aynı zaman dilimine rastlayan "çarşı" grubunun kendini feshettiği haberi basına açıklandı. Kendileri için yapılan "Çarşı grubu, Kulübün önüne geçiyor" eleştirine bir yanıttı belki ama asıl sebebin "stad yapımını engelleyen içimizde Beşiktaşlılar var" ifadesinin etkin olduğunu söylememek mümkün değil. Ya da yeni stad projesi ile değiştirilmek istenen başta Beşiktaşlı taraftar profilidir. Başka bir varsayımda projeye yönetim tarafından iyi ilişkiler sonucu alınan yapım izni karşılığında sistem muhalifi bir taraftar grubunun feshi için verilen bir ödünün yerine getirilişidir.
taraftar grubu "Çarşı" kendini feshetti
Her fırsatta verdiği sosyal mesajlarla farklı bir bakış açısı ortaya koyan Beşiktaş’ın efsane taraftar grubu Çarşı kendini feshetti.
Maçlarda yaptıkları tezahüratların yanı sıra, besteledikleri marşlardaki ahenk ve açtıkları pankartlarla Türkiye’nin gündemine oturan Çarşı grubu, son zamanlardaki baskılar nedeniyle kendini feshetti.
"Çocuklar inanın, inanın çocuklar…" Bu sözlerle başlıyordu şarkıları. Onlar inanmış, inandırmıştı. Sadece Beşiktaş’ı sevmekti kendilerine yöneltilen cümlelerdeki suçlamaların dayanağı. Kimi zaman Beşiktaş’ın sembolü Kartal gibi göklere çıkarılan Çarşı, kimi zaman da en büyük eleştirilerin odağı haline gelmekten kurtulamıyordu. Hatta en büyük eleştirilerden biri de grubun felsefesinin dayandığı "Karşı" olmaktan yola çıkılarak yöneltilen, "Çarşı kendine de karşı" olmuştu.
Haklarında söylenen tüm sözlere rağmen takımlarını 90 dakika boyunca soluksuz destekleyen Çarşı grubu, bazı karşılaşmalarda da taraftarın tepkisini ortaya koymak adına protesto gösterilerinde de bulunuyordu.
Yaptıkları, yapacakları ve yapamadıkları ile Türk spor tarihinin sayfalarında yer alan Çarşı grubu, "Kulübün önüne geçiyor" eleştirilerine son vermek için de kendi tarzı ile hareket etti ve kendisini feshetti.
Beşiktaş Kültür Merkezi’nde Çarşı grubu için yapılan "Asi Ruh" belgelisinin galasında konuşan, grubunun lideri Alen Markaryan, Çarşı’nın kendini feshettiğini ve artık Çarşı diye bir grup olmadığını açıkladı. Markaryan, Çarşı’nın Beşiktaş Kulübü’nün önüne geçtiği eleştirilerinden yakındı ve fesih kararını şu sözlerle açıkladı.
"Çeşitli badirelerin, sayısız hüzünlerin ve nice sevinçlerin dışa vurumudur bu film. Aslında bu film, bir hayatın yollara nasıl aktığının bir belgeselidir de…
Gönül isterdi ki şampiyonlukla kucaklaşılmış bir senede bacak bacak üstüne ataraktan "inanın çocuklar başardık" şarkılarını söyleyerekten ve de şöyle 32 dişimizle gülerekten bir fotoğraf karesinde olalım. Lakin çok sakin bir
şekilde söyleyelim ki; Beşiktaş Camiası’nı o fotoğraf karesinde buluşturmak istemeyen güçler var.
Amatör ruh, profesyonel düşünce içinde hazırlanmış bu filmde belki bir şeyler hissedeceksiniz.
Kıpır kıpır olan yanınıza kulak verin. Çünkü o yanınız size mutlu bir fotoğraf karesinin adresini söyleyecektir.
Beşiktaş’ı yaşamak, Çarşı’yı hissetmek, tutkunlarına bir peri masalı gibidir. Dinleyenlerine bir zamk gibi yapışan bu aşk yaşayanlarına neler eylemektedir?
Hiç düşündünüz mü? Devamlı sırtında kamburla dolaşan, ama negatif ama pozitif mutlaka eleştirilen, her daim içine çomak sokulan, dudak dudağa bile hayalken, göz göze sevişmelerine bile ferman çıkartılan bu coğrafyayı…
Hiç düşündünüz mü? Bağırıyorken de, bağırmıyorken de her şekilde her dönemde para alıyorlar diye suçlanan, seviyesiz muhabbetlerin odak noktası bu haritanın ızdıraplarını hiç düşündünüz mü?
Ve siz "karşı" olmak ne demektir bilir misiniz? Düşünün bakalım.
Tam 1,5 saatiniz var.
Mahallenin hep kötü çocuğuyduk.
Hep içimizden, gönlümüzden bir şeyler katmaya çalıştık. Ama yalnızca çalıştık. Zaman denilen amansız girdapla hep dalga geçtik.
Zamanın tümünü Beşiktaş’la geçiren bu kitlenin ne yaptığını "zaman" bile anlayamazdı eminiz.
İyi, kötü, güzel, çirkin, farklı, ayrıcalıklı, hit ve hep bir numara birçok imzamız oldu.
Her şeyi Beşiktaş için yaptığımıza kalıbımızı basardık. Hala da basarız.
Lakin bunları yaparken, galiba sanırım zannediyorum ve hissediyorum ki zarar veriyormuşuz.
Şanlı, şerefli camiamızı rahatsız etmeye başladığımızı hissettik sanki. Biz fazlaysak, biz birilerinin adamıysak, biz Beşiktaş’sız bir hayat yaşamaya başlamışsak ve biz zarar veriyorsak hemen gidebilirdik.
Her şey Beşiktaş için değil miydi? Aslında her şey geçen sene "satılmış Çarşı" diye bağırıldığında başladı.
Yazık kere yazıktı. Tam bırakıyorduk ki… 24 Saat Beşiktaş’ı yaşarken Beşiktaşsızlık nasıl bir duyguydu ki?
Ve biz nereye gidiyorduk?
Dedik ki zamansız ayrılıkları sevmiyoruz, uygun zamanını bulalım öyle terk edelim diyarı.
Ama baktık ki; hakaret almış başını gidiyor ve dayanılmaz bir ızdırap var içimizde ve biz kimin hakaret ettiğini bile göremiyoruz, maske takmış bir sürü insan atıp tutuyor… Sessizce ve kimsesizce ayrılmak geçti içimizden, hem bu limandan, hem bu can evimizden. Bu kararı verirken kaburgamızın tam ortasına saplanan bir hain hançeri sizle paylaşmak istiyorum:
"Çarşı Beşiktaş’ın üstüne geçti"
İşte bu halüsülasyon ve sınırı belli olmayan dedikodulardan dolayı…
Beşiktaş neresiydi, Çarşı kimdi? Bu ne yaman çelişkiydi ki…
Şanlı Beşiktaş olmasa Çarşı olurmuydu ki?
Neyse… İnşallah geriye bayrağı göklerde, şerefi yedi düvelde bir tribün bırakıyoruz. Dinlenmek ve yapılacakları görmek bizim de hakkımız sanırım. Hakkımız geçtiyse size hakkınızı helal edin.
Biz bizimkileri sizlere helal ediyoruz. "
ÇARŞI
Adına Alen Markaryan
Ancak bu gelişmenin ardından taraftalar şaşkına döndü kimse böylesi bir karar beklemiyordu. Alınan bu karardan dönülmesi için web sayfaları bile kuruldu.
http://www.carsikapanmasin.com/
"çArşı Feshedilmeye Karşı ! " İmza Kampanyası
Bir çok engeli gururla aşmış !
Yanlış giden her bi’ halta dimdik KARŞIYIM! diyebilmiş !
Amerika’ya bile posta koymuş !
Kaç taraftar grubu tanıyorsunuz ?
Dünya ses rekorlarını egale etmiş !
Dil , Din , Irk ayrımı yapmadan Eto’ya bile tezahurat etmiş !
Takımı pespaye edenlere bile saygıda kusur etmemiş !
Kaç taraftar grubu tanıyorsunuz ?
Dünya’da eşi benzeri görülmemiş hatalar yapan takımına , oyuncularına ve yönetimine Asla ve Asla ihanet etmemiş , sırtını dönmemiş , küfretmemiş !
Şimdi ayak üstü dedikodularınızda ; " Satılmış çArşı " cümlesini telafuz ediyorsunuz ya !
Alnınız ak , yüzünüz kızarmadan yürüyebilecek misiniz sokaklarda ?
Hiç aklınıza gelmeyecek mi bu kadar insanı ne basiretsiz bi’ şekilde üzdüğünüz !
Kırdığınız ve hatta AĞLATTIĞINIZ !
İnadına Siyah ULAN !
İnadına Beyaz ULAN !
çArşı Kapatılmaya KARŞI ! Eğer bu bildiriyi onaylıyor ve Türkiye’nin en değerli , Avrupa’nın en tanınan gruplarından olan " çArşı " ‘nın kapatılmasına siz de KARŞI çıkıyorsanız lütfen İMZA KULLANIN ! Bu Sevda Böyle BİTMEZ ! Hiç aklınıza gelmeyecek mi Sevenleri Ayırmanın GÜNAH olduğu
Adı Soyadı
İş Alanı
Doğum
TarihiŞehir
46689 Kişi Olduk …………….
Anlaşılan; vefasız, tarih tarih deyip tarihi öldüren, daha kent kültüründen nasibini almamış, bir şey yapmaktansa boş boş övünmeyi tercih eden (TÜRK, ÖĞÜN, ÇALIŞ, GÜVEN), çadır kurmayı kent kurmakla aynı zannedenler benim yazdıklarımı da belki anlamayacaklar. Kimileri diyor ki, "Hayatımızı bugün yaşıyoruz, geçmişte değil". Ben de diyorum ki acaba bu söyleyenlerin bir geçmişi var mı? Geçmişi olanlar geçmişi unutmazlar ve her fırsatta hatırlarlar.
Eğer ki bir toplum kesimi geçmişten bunca kaçıyorsa mutlaka geçmişlerinde işledikleri büyük bir kabahatın bunda büyük payı vardır.
1958 BJK
Benim en erken hatırladığım o stadda bir zamanlar Vedatların, Nikoların, Lütfülerin, Sabri Dinoların, Sanlı kaptanların, Zekeriyaların, kör Tuğrulların top koşturduğuydu. Daha sonra Boludan gelen Sinan, Bursadan gelen Tezcan ilk kez o stadda Beşiktaşlı olmuştu. Beşiktaş İlk kez Türkiye kupasını 1975’de Trabzon’u 2-0 yenerek almıştı. Hem de golleri defansta oynayan Niko ve Lütfü atmıştı. Sadece Beşiktaş’ımız mı? Fenerbahçe’nin Ziya’sı, Cemil’i, Alpaslan’ı, Ender Konca’sı, Galatasaray’ın Çilli Mehmet’i, kaleci Yasin’i, Metin Kurt’u hepsi hepsi İnönü stadında top koşturmuştu.
1959-1960 Beşiktaş
Demiştim ya benim en erken hatırladığım isimler bunlar. Mutlaka yaşça benden büyüklerim efsanevi başkan Süleyman Seba’nın bu stadda ilk golü attığını bilirler. Türkiye’de hangi kulüp taraftarının böylesine övüneceği bir hatırası vardır ki?
Kim bilir belki de İnönü stadı Beşiktaş’ın cisimleşmiş halidir. Fakat işte kentsel dönüşüm ve restorasyon diyorlar ya, karşısında hiçbir şey duramıyor.
Ancak kentsel dönüşüm ve rant kaygısı hatıralarımızı öldürebilir mi… Eski Çırağan sarayının köhne soyunma odalarını, kalecileri sakatlayan Şeref stadının zımpara gibi zeminini, bir maçta hakem tarafından oyundan atılan Cihat’ın Baba Hakkı’ya "çıkayım mı Baba" diye sormasını, 1981’de Eskişehir’de 15 yıl sonra gelen şampiyonluğun sevincini, ta İzmir’lerden Beşiktaşlı olmanın gururunu ne öldürebilir ki."
70’li yıllarda Türkiye liglerinde yabancı futbolcu deyince ilk akla gelenler Yugoslavlardı. Anne tarafım Yugoslav göçmeni olduğu için, 1960’lı yıllarda bir ara Altınordu’da da top koşturmuş dayım bu futbolcular hakkında bizi epey aydınlatırdı. Kimin geldiği kulüp Yugoslavya’nın köklü kulübüymüş, kim Müslüman’mış, kim Sırpmış, kim Arnavut’muş, kim Pomak’mış, kim Torbeş’miş bol bol bilgi sahibi olurdum. İşte tüm bunların içinde Dorde Miliç, Türkiye’ye gelmiş Yugoslavların içinde en iyisiydi ona göre.
Dorde Miliç
Tıpkı 1970’lerin sonlarına doğru yüzümüzü güldürecek başka bir Yugoslav Paunoviç gibi. Miliç Adanaspor’dan Beşiktaş’ımıza gelmişti. Beşiktaş’a en faydalı olanların başında geliyordu. Futbolu bıraktıktan sonra 1980’lerin başında teknik direktör olarak Beşiktaş’ın başına geçecek ve 15 senelik hasret 1981–82 sezonunda son bulacaktı. Onun yönetiminde Beşiktaş’ımız 4. şampiyonluğunu kazanacaktı.
1970’lerin başında Galatasaray ard arda 3 kez şampiyon olmuştu ve büyük başarıydı. Takımın başında İngiliz Brian Birch vardı. Gazeteler Galatasaray’ın kondüsyon bakımından çok güçlü olduğunu söylüyordu. Nedir bu kondüsyon diye eski bir futbolcu olan dayıma sorduğumda ise bana "çok koşan, yorulmayan" diye açıklama yapıyordu. Brian Birch öyle kondüsyonlu bir takım oluşturmuştu ki o yıllarda gazetede çıkan bir haber adeta aklıma kazınmıştı. "Yağmur istiyorum, yağmur yağsın, o zaman önümüzde kimse duramıyor" diyordu. İşte bu şekilde sağdan soldan bulduğum gazetelerden ve dergilerden futbol hakkında epey bilgi sahibi oluyor arada sırada da dayıma soruyordum.
Dayım cevap verirken ara sıra "İstanbul’da kalıp Beykoz’un transfer teklifini kabul etseydim memur mu olurdum" lafını mutlaka ilave ederdi futbol konuşmalarına. Birçok eski futbolcu gibi aşırı kilolu olan dayımın dizinde, futbol oynadığı zamanlardan kalma sakatlığı ara sıra nükseder ve bu dönemlerde annem onun için çok üzülürdü. Futbolculuğu sayesinde İzmir Belediyesine memur olarak giren dayım hafta sonları saha komiseri olarak amatör küme maçlarına gider, bize orada yaşadıklarını anlatırdı.
Eskiden televizyonda gördüğüm görüntülerin etkisiyle mi nedir bilinmez istisnasız her futbolcunun jübile ile futbolu bırakacağını sanırdım. Ama işte kazın ayağı öyle değildi. Birkaç yıl bir futbolcu takımda oynar sonra adı duyulmaz olurdu. Ya başka bir takıma transfer olur ya da bir sebepten dolayı sessiz sedasız futbolu bırakırdı. Beşiktaş’ın her yıl gazeteleri süsleyen şaaşalı transfer haberlerinde adı geçen futbolcu adlarının yanı sıra bir de emektarlar vardı. İşte kör Tuğrul da bunlardan biriydi.
Bir futbolcu nasıl ‘tek gözlü’ olur? Ama oluyordu işte. Bizim ‘Kör’ Tuğrul’umuz vardı. Günaydın gazetesinin baş sayfasındaki bir haberde okumuştum tek gözlü olduğunu. Bir Galatasaray maçında kaleci Yasin yanlışlıkla az kalsın diğer gözünü de kör edecekti. Renkli fotoğrafta Yasin ve Tuğrul vardı. Tuğrul, hiç umulmayacak zamanlarda çalışır, didinir golünü atardı, öyle hatırlıyorum. Ve jübile yapılmadan Beşiktaş’tan kopanlardandı Tuğrul abimiz. Birkaç sezon oynadıktan sonra sessiz sedasız ayrılmıştı Beşiktaş’tan.
Radyoda maç kadroları sayılırken artık adını duymuyor, televizyondaki maç özetlerinde onu göremiyordum. Pazartesi günkü maç kritiklerinde artık Tuğrul’un ismi yer almıyordu Beşiktaş kadrosunda.
İnönü stad gazhane tarafı görünüm
1974 cumhurbaşkanlığı kupasını Beşiktaş kazanmıştı. Hiç unutmuyorum bir öğleden sonrasıydı evimizde misafir vardı. Ben maçı seyretmek için televizyonu açarken bir yandan da Allah’a yalvarıyor 70’li yıllarda sıkça baş gösteren PTT hatları arızası ya da bir elektrik kesintisi olmaması için dua ediyordum. O yıllarda elektrik kesintileri yüzünden çarşıdan üç tane gaz lambası almıştık. Artık kesintilerde mumla idare edilemeyecek bir hale gelmişiz ki 100 yıl öncesinin İzmir’ini yaşıyorduk. Misafirler salonun bir köşesinde otururken ben heyecanla maçı izliyordum. Beşiktaş Başbakanlık kupasını kazanmış şimdi de Fenerbahçe ile Cumhurbaşkanlığı Kupası için karşı karşıya geliyordu. 3–0 galip geliyor ve kupayı alıyorduk, öyle hatırlıyorum.
O yılın önemli olaylarından biri de her 1. lig maçından önce ya da devre arasında minikler arasında yapılan penaltı yarışmasıydı. Takımların kalecilerinden biri kaleye geçer ve çeşitli bölgelerden gelen minikler veya yıldızlar onlara penaltı atardı.
Sezon boyunca bu yarışma yapılmış ve sonunda İzmirspor’dan Levent Eriş Türkiye’yi temsil etmek üzere seçilmişti. Final ise İngiltere’nin ünlü stadı Wembley’de yapılmış, bu yarışmada Levent Eriş 2. olmuştu. Hatırladığım Levent Eriş’in boy ve yapı olarak diğer çocukların en boylu ve cüsseli olmasıydı. Yarışmanın birincisi ise İsrail’li bir çocuk olmuştu.
Günaydın gazetesinin yaz aylarında daha çok magazine dönüşen spor sayfasında hep Beşiktaş’a gelecek ya da gelmek üzere olan pahalı transferleri okurdum. Her sene Beşiktaş sezona yeni transferleriyle umutla başlar ama sezon sonunda hüsrana uğrardı. Bir sene yanlış hatırlamıyorsam yurt dışından Dimitrache adında bir futbolcu gelecek diye Günaydın gazetesi kıyameti koparmıştı. Sonuçta o futbolcu gelmemişti ama adını ezberlemiştim. Kimdir, neciydi, hangi millettendi şimdi unuttum haliyle. Fakat bu flaş ve pahalı transferlerin içinde Beşiktaş’a çok çok yararı olmuş iki tanesi bambaşkaydı. Sinan ve Tezcan. Tezcan Bursaspor’luydu, Sinan ise Bolu’dan gelmişti. Yıl 1975. Özellikle Tezcan goller atıyor ve Beşiktaş’a olan faydasını kanıtlıyordu. Fakat bu tür örnekler azdı. Çocuk kafamla bile zamanla pahalı transferlerin hiç bir işe yaramadığını anlıyordum. Ancak nedense yöneticiler bir türlü anlayamıyordu.
İşte 1974’ün sonlarına doğru Beşiktaş bir Romen takımıyla maç yapacaktı. Adı Rosu idi bu takımın. İlk maçı 2–0 kazanmış Romanya’ya gitmiştik. Maçı mutfaktaki radyodan dinliyordum. Beşiktaş son dakikalara berabere girmiş tura doğru koşuyordu. Sonra ne oldu, nasıl oldu, radyodan bir takım gürültüler geldi, spiker Romen takımın bir gol attığını söyledi. Sonra bir gol daha ve avantajımız kaybolmuştu. Maç uzatmaya gidecekti. Ve bir dakika sonra çok zor olan gerçekleşecek Beşiktaş bir gol daha yeyip kupaya veda edecekti. Elenmiştik. Yıllarca arkadaşlarla bu konuyu konuşacak "nasıl oldu da Beşiktaş son üç dakikada üç gol yer" diye tartışacaktım. Çok sevdiğim Beşiktaş’ın bu duruma düşmesinden büyük üzüntü duyacak ama diğer takımların da Avrupa’da yüz ağartıcı bir sonuç alamamasını Türk futbolunun geriliğine bağlayıp "ne yapalım diğerleri de öyle" deyip teselli bulacaktım.
İlkokul yıllarımda Beşiktaş’ın bu kadar sevmemi bir tür inatçılığa ya da kendini farklı hissetme duygusuna bağlıyordum. Çoğunluk Fenerliydi, Fenerli olmayanlar ise Galatasaray’lıydı. Peki ya Beşiktaş’lılar. Onlar nadir ve soylu bir azınlıktı, Beşiktaş’ı sevmekle insan kendini daha başkalarından daha farklı hissedebilirdi.
Çocuk her gördüğünü taklit ediyor. Futbolu sevmeyen babamın tersine eski bir futbolcu olan dayımın evine pazar günleri televizyon seyretmeye gittiğimizde farkında olmadan onu taklit ederdim. Bir tarafta televizyonun gündüz kuşağında 10 dakikalık periyodlar halinde maça bakar, diğer taraftan da onların ufak transistörlü radyosunu kulağıma yapıştırırdım. Radyodan maç naklen yayını ise başka bir alemdi. Kimi zaman televizyondan verilen maçla radyoda anlatılan maç birbiriyle çakışır, televizyonda sakin bir ses tonuyla anlatılan maçtan ziyade radyodaki pozisyon tarifli, uzun cümleli, heyecanlı anlatımları daha çok severdim. İstanbul’da çoğunlukla Necati Karakaya, İzmir’de Ali Kocatepe ya da Murat Ünlü, Ankara’da Tansu Polatkan, başka bir şehirde Akın Göksu, mütemadiyen kelimesini kullanmayı çok seven Orhan Ayhan ve merkezde Tanzer Kozan. Ara ıra bu isimlere katılan ünlü sunucu Halit Kıvanç ve genç Abidin Aydoğdu. "Orta dalga bilmem kaç, uzun dalga şu kadar metre. Burası Türkiye Radyoları. Şimdi Türkiye liglerinden maç nakline geçiyoruz."
1975 yılında artık yavaş yavaş ilkokulun sonuna geliyordum. Ben 5. sınıftayken Beşiktaş’ımızın başına acaip bir Alman hoca geldi. Acayip diyorum çünkü gazetelerin yazdığına göre Almanya’da bilinen hiç bir takımı çalıştırmamıştı ve kimse tarafından tanınmıyordu. Adı Horst Buhtz’du. O dönemin popüler mizah dergisi Gırgır’da da bu tanınmamış hoca ile ilgili karikatürler çıkıyordu. Ama onun döneminde Beşiktaş unutulmaz bir başarı kazandı. Yine şampiyon olamamıştı ama Türkiye Kupasını ilk kez kazanmıştı.
1962’den beri Türkiye Kupası turnuvaları düzenleniyor ama Beşiktaş şanssızlıklar yüzünden bu kupayı alamıyordu. Ya son anda finalde elinden kaçırıyor ya da turlarda eleniyordu. Ve kupa finali. Siyah-beyaz televizyon önünde saatler önce mevzilenmem ve bir elektrik arızası çıkmaması için dualar edişim. Trabzonspor o yıl Zonguldakspor ile 1. lige yeni çıkmış ve kupa finaline adını yazdırmıştı. "Allahım ne olur bir aksilik olmasın ve Beşiktaş kupayı" alsın." Çünkü rakip çok güçlü. Gazetelerden okuyor, televizyonlardan seyrediyoruz, ilk kez 1. ligde oynamasına rağmen rakiplerine kök söktürüyor Trabzon. Sonunda siyah-beyaz ekranda maç başlıyor. Ölüp ölüp dirildiğim bir maç, ama Beşiktaş 2–0 kazanıp kupanın sahibi oluyor. Maçın sonrasında futbolcular taraftarların omzunda yarı çıplak sahada dolaşıyor. Formalar hatıra niyetine taraftarlarca kapışılmış. Salonda televizyonun olduğu tarafta oturan rahmetli babaannem de şaşırıyor ve sahada o kalabalıkta yarı çıplak ve ellerinde kupayla tur atan futbolculara bir anlam veremiyor. Ama olmuştu işte, Beşiktaş tarihinde ilk kez Türkiye kupasını kazanmıştı. Hem de golleri savunmadan iki isim Niko ve Lütfü atmıştı. Yanılmıyorsam o haftaki Gırgır dergisinde rahmetli Tekin Aral’ın köşesinde ya da derginin kapağında Beşiktaş’ın kupayı alması işlenecekti. 1975’te Türkiye Kupasını kazanmıştık ama 4. lig şampiyonluğuna ancak 1981’de ulaşacaktık.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: www.kentvedemiryolu.com