Haydarpaşa’daki Tahta Bavul
Bir zamanlar evlerimiz, mutfak gereçlerimiz, oyuncaklarımız, vapurlarımız, iskelelerimiz, vagonlarımız, 3 mevki koltuklarımız ve bavulumuz tahta idi. 1930’lu yıllarda başka ellerde Haydarpaşa’dan trene binen tahta bavul bu sefer öğretmen Hasan Çakaloğlu’nun elinde geldi. Haydarpaşa’ya. Hasan Çakaloğlu Aydın’dan otobüse tahta bavulu ile binerek çıktı yola. Hasan öğretmenin Haydarpaşa’ya elinde tahta bavulla yürüyerek gelişini görenler film çekiliyor zannettiler.
1960’lı yılların başına kadar kullanıldı tahta bavullar. Genellikle sade görünümlü olmasının yanında işlemeli olanlarıda vardı. Kilit emniyetinin yanında birde iple bağlanırdı tahta bavullar. Kilit mekanizması ve tutamağı genellikle tenekeden olurdu. Köşeleri çarpmalar sonucu yıpranmasın diye yine teneke ile kaplanırdı. Yıllarca seyahatlere eşlik eden tahta bavullar Almanya’ya giden işçilerin umutlarını sevdalarını da trene yükledi .. Haydarpaşa Gar’daki tahta bavul bir enstalasyon sergisinin ötesinde geçmişe ve garın geleceğine sahiplenmeydi.
Tahta bavul binanın denize bakan ön yüzünde iki büyük kapının ortasına konularak etrafı kırmızı beyaz emniyet şeridi ile çevrildi.
İlk önce polisler geldiler. Bavulu açtırıp içine baktılar. Daha sonra garın özel güvenlikçileri gelip yapılanın ne olduğunu izin alınıp alınmadığını sordular. Yazılı izni görünce onlarda uzaklaştılar. Şüpheli bir paket veya eşya görüntüsü yaratılmak değildi istenilen yalnızca dikkat çekmek. Görüldü ki bavul ilgi toplamayı başarmıştı.
“Bu ne ya” diye kendi kendine söylenenleri, bavulu yakından inceleyenleri, bavulla resim çektirenleri Hasan Öğretmen sahildeki çay bahçesinde çayını yudumlarken seyretti, zaman zamanda tahta bavulun ziyaretçilerine tahta bavulun Haydarpaşa’dan gelip geçen serüvenini bıkıp usanmadan anlattı.
Bizde buradan sonra sözü Hasan Öğretmene bırakalım. Onun anlatımı ile Haydarpaşa Gar’da Tahta Bavulla seyahate çıkalım.
” YOLCULUK VE ZAMAN “
Doğu ve Batı uygarlıklarının buluşma noktasının kenarındadır Haydarpaşa Gar’ı. Kavuşmanın, varmanın, bütünleşmenin, birliğin, birlikteliğin, kalabalığın ve dağılımın merkezidir. Taş binanın yatay görümümü ile İstanbul’a özgü bir siluettir Anadolu yakasında. Varmanın, var olmanın, yaşamanın, adıdır bir çınar gibi tarihi kentte.
İstanbul’da; veda sözcüğünün en çok söylendiği değil ama sözcüğün ruhuna en uygun olan mekândır Haydarpaşa Gar’ı. Kente ilk defa gelenlerin, deniz ile karşılaşmasıdır aynı zamanda ilk olan. Sevinçli yüreklerin, yorgun ayakların. Merdivenlerinden adımlayarak inip, İstanbul’a dahil olma serüveninin başlangıcıdır Haydarpaşa.
Son martı çığlığının duyulmasını istemez burada hiçbir yolcu.
Gurup vakti; kırmızı turuncu güneşin, karşıdaki Haliç’te kavuşmasına tanıktır yıllar yılı. Taş gövdesi ile zamana karşı bir kalıcılıktır. Fakat sonsuza değin olmayan. Zaman ve mekânın hem bütünselliğini hem de ayrışmasını yaşarız Haydarpaşa’da. Akıp giden soyut bir zamanın tutsağıdır burada insan. İster yolcu olsun ister yolcu olmasın.
Kentin bu noktasında, bir ozanın dizelerine basamaktır merdivenleri. Yada; miras paylaşım savaşlarının yorgun insanları için, garın bankları, oturup ruhlarını dinlendirdiği bir yerdir. Duyguların, vapur düdükleri ile yüreklerin lime lime olup karmaşıklaştığı…
Akıp gittiğini düşündüğünüz zamanın; adeta sabitlendiği, bir adım dahi ilerlemediğini tahayyül ettiğimiz yerdir Haydarpaşa Gar’ı. Cephesindeki saat hep güne veda etmenin hüznünü taşır çehresinde. Hâlbuki o bizi orada bırakarak yoluna devam eder dev bir kadranın dairesi içinde.
Yerinde kalan zaman mı? Haydarpaşa Gar’ı mı? Yoksa ona ait duygular mı?
Sonsuzluğun sarmalında taşın ve zamanın yarışıdır kalıcılık adına Haydarpaşa Gar’ı.
Gecenin son trenine; hareket emri veren emrini veren düdüğün sesi, kopmanın ve kesinliğin işaretidir gidenlere ve yolcu uğurlayanlara. Ya da; alacakaranlıkta, kente gelen yorgun lokomotiflerin selamladığı bir mekândır. Zamanın durdurulamayan değişkenliği içinde.
Hem ayıran hem birleştiren bir yer olmanın güzel karşıtlığını yaşattı bağrında yıllar yılı.
Bulmanın, buluşmanın, ayrılmanın ve ayrılığın mekânıdır Haydarpaşa Gar’ı.
Bizi getiren ve ötelere götüren parlak demir rayların bitim noktası, bir algı yanılmasıdır belki burada. Ya da gar binasını çepeçevre saran rüzgârın; kapı, pencere, kemer ve yolcu peronlarından, geçip sonsuzluğa doğru akışıdır bir ressamın imgeleminde.
Sinema sanatımızın; geçmişte kalan siyah-beyaz filmlerinde, Her yolcunun elinden düşürmediği bir nesnedir. İster tahta olsun, ister deri. Rüyaları süsleyen taşı toprağı altın İstanbul’da var olma yaşama mücadelesinin hem sesiz tanığı hem değiştirilemez simgesidir tahta bavullar. İstanbul ‘a gelen insanların en önemli eşyasıdır bavullar.
Ayrılığın kesinliğini bavulu çevreleyen bir ip sağlar. İp aynı zamanda geçmişten gelen bir çizgidir. Gelebildiği güne kadar.
Terk ettiği toprakları, çocukluğunu, gençlik yıllarını, düşleri, sevinçleri, acıları, mutlulukları, kazançları, kayıplarını içine toplamıştır tahta bavul.
İster Anadolu’da bir köy, ister Rumeli’de bir kent olsun, ayrılığa atılan ilk adımda bu tahta bavul vardır hayat yolcusunun yanında.
Tahta bavul çok önceleri İstanbul’da bir iş bulmanın ya da dükkân açıp hayatını düzene koymanın bir simgesidir. Belki yıllar önce öğrenimini başarmak için İstanbul’a gelen öğrencinin yol arkadaşıdır tahta bavul.
Onun için; bir tahta bavula en uygun ortam ,diğer bir değişle en anlamlı mekan Haydarpaşa Gar’ının kapısıdır..Fakat bir şartla .O tahta bavulun sahibi ile birlikte tek bir defa bile olsa Haydarpaşa Gar’ında geçerek yolculuk yapması. Yada uzaklardan gelerek İstanbul’a merhaba demiş olması.
Kapının tam ortasına bırakılmış bir tahta bavul hem de buradan defalarca geçmiş bir bavul ayrı bir anlam yüklüyor Haydarpaşa Gar’ının kapısına.Bu bavula bir ad verilseydi ne olabilirdi?Belki bundan çok daha önemlisi kapının ortasında kalması.Besbelli bir belirsizlik var..Nesne İstanbul’ a mı ait? Yoksa geldiği yere mi ait? Acaba birkaç adım ileri konsa İstanbul a ‘ait olup kente ait bir nesneye mi dönüşecek anlamca.?
Yolcu salonuna doğru bırakılsa daha mı iyi olurdu? Yolcunun geldiği yöne doğru.
Galiba tahta bavulu farklı yerlerde konumlandırarak farklı anlamlar yükleme gayemiz olamaz. Bu hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğimiz bir amaç.
Yaşanmış hayatların sahiplerine ait nesneler hala yaşıyor böylelikle. Bu tahta bavul o zaman bir bavul olmanın ötesine geçiyor burada. Geçen süre zarfında yıllarca açılmadan beklemiş olan bu bavul bir yaşam öyküsü mü? Yoksa geçen bir zamanın tanığı mı?
Sahibini, yaşantısını ve ayrıntılarını bilmediğimiz bir insanın defalarca geçtiği bu mekânda bu bavulun niçin başındayız?
Her eşyanın bir öyküsü vardır. Sadece bir nesne olmanın ötesinde bir anlam yüklüyoruz, bizim düşünselliğimizde ona atfettiğimiz işlev ya da anlamla.
İster geçmişteki buharlı, ister günümüzdeki elektrikli olsun, son düdüğünü çalan bir lokomotif, son çığlığını atan bir martı, son kez bir tahta bavulun buradan geçmesi, bölünemeyen ve durdurulamayan, aslında durmayan sabit bir zaman bütününün parçalarıdır.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: kentvedemiryolu