Bir Uzaktan Bir Yakından Ya da”köprülerde ölür” mü?
“Kentin biçimi için her an tetikte durmalıdır. Büyüklü küçüklü eski yapıların kaybından acı duymamak, gündelik ihtiyaç ve zevklerimizin ötesinde her hangi bir topluluk duygusuna sahip olmamak demektir.” (Spiro Kostof, Majesteleri Kazma: Yıkımın Estetiği, Mimarlık 1983/10. S. 196. Çeviren: D. Altan, B. Boysan).
Cebeci Köprüsü‘nden “majesteleri kazma”nın enkaza çevirdiği Cebeci İstasyonu’na bakarken anımsadım S. Kostof’un bu saptamasını. Cebeci İstasyonu yıllardır zaten yarı ölü durumda yatardı tarihin bekleme odasında. Bir hafta oldu olmadı artık tümüyle tarihin belleğine havale edilmiş durumdadır bu eski istasyon. Dalında taşıyıp geldiği tüm kentsel/kültürel anı ve mirasla birlikte…
Üzerinde şöyle bir bakışlık yer bulup da aşağıya; raylara, raylarda taşınagelen tarihe gözatmaya çalıştığım Köprü de Cahit Külebi‘nin o unutulmaz şiiri olmasa herhangi bir köprüdür artık! Çoktandır böyledir bu. Ankara-Kayaş istasyonları arasında yapılmasına başlanılan yeniden düzenleme işlemleri kapsamında bu köprünün de tümüyle şiirin toprağına havale edilmesi kaçınılmaz görünüyor.
Kayaş İstasyonu’nun, bahçesindeki asırlık çınarlarla birlikte tek başına bir demiryolu cumhuriyeti olan bu görkemli yapının umalım başına iş gelmez bu arada!… Kentin her gün bir başka yerinden yırtılagiden fotoğrafından bir anlığına sıyrılıp da şiirin bahçelerine atınca kendimi, Külebi’nin “Cebeci Köprüsü” geldi düştü dilimin ucuna: Bir siyah-beyaz Ara Güler klasiği gibi, dayadı ellerini ölüme yatmış köprünün ne siyahı ne beyazı kalmış korkuluklarına…
Cahit Külebi Öğretmenimize selam olsun, anısı aydınlık, hatırı var olsun, bu şiirini ilk Ekim 1947’de Varlık‘ta yayımlamış. 1946’da görev üstlendiği Devlet Konservatuvarı’na gidip gelirken üzerinden geçtiği köprüyü salt edebiyatımızın unutulmazlar defterine değil, kentsel ve kültürel belleğin sayfalarına da kazımış böylelikle… İşte, 1949’da Varlık’tan çıkan “Rüzgâr” adlı kitabında da yerini alacak o güzelim şiir:
CEBECİ KÖPRÜSÜ
Cebeci köprüsünün üstü
Karınca yuvasına benziyor.
Hamallar, körler, topallar
Oturmuş nasibini bekliyor.
Cebeci köprüsü yüksek,
Altından tren geçiyor.
Ya benim aklımdan geçenler?
Kimse bilmiyor.
Şu dünya güzelim dünya
Tıkır tıkır işliyor,
İnsanlar insanlar insanlar
Neden böyle çekişir durur?
Aklım ermiyor.
Cebeci köprüsünün korkulukları
Kara boyalı.
Daha böyle köprülerden geçersin çok
Cahit Külebi!
Köprü’nün sade altından değil, üstünden de akan tarihin sularını düşünüp düşlerken bir başka köprü; üstgeçit düştü fotoğrafın içine: Cebeci demiryolu üst geçidi. O da Cebeci İstasyonu’yla eşzamanlı yıkıldı şimdi, bir kez daha öldü ya da! Yıllar önce, 2000 başlarıydı herhalde, Cebeci İstasyonu’nun Kurtuluş çıkışında yer alan bu emektar üstgeçit yıkılıp yeniden yapılmıştı. Eski Ankaralıların “Tahta Köprü”sü demiryolu üstgeçidi çoktan tarih olmuştu. Ya benim yıkılmasına tanıklık ettiğim üst geçit de az yaşlı değildi!… Cebeci’de kiracı olarak oturduğumuz rayların eteğindeki evde olan biteni gözlerken bir şiir gövermişti yıkık köprünün ayakları dibinden:
KÖPRÜLER DE ÖLÜR
Köprü deyip geçerdiniz
Gördünüz mü çocuklar
Okul öte yanda
Siz bu yanda kalakaldınız
Raylarda insan gölgeleri
Çığlık çığlığa trenler
Erkencileri Cebeci’nin
Merdivensiz şaşakaldınız
Bağdaş kurup cumaları
Hayır dua dilenciler
Mendil serer beklerdiniz
Havada kaldı elleriniz
Gördünüz mü çocuklar
Bir yağmurlu sabah vakti
Başı kesilmiş tavuk gibi köprü
Şaşkın telaşlı bakakaldınız
Akan su yanan ışık gibi
Köprüler de, serilince uçurumu
Ayağınızın altına ansızın
Anlaşılır gelip geçmenin gizi
(Bir Uzaktan Bir Yakından, Şiirler,
Filika yayınları, İstanbul 2005)
Fotoğraf: 1930 Ankara Cebeci İstasyonu Hilmi Duman Kolleksiyonu İstanbul Demiryol Müzesi arşividir.
Cebeci Köprüsü’nden Cebeci üstgeçidine, dünden yarına kentler de ölür elbet. Erken cumhuriyet mimarisinde sorumluluk yüklenmiş kentbilimci, mimar Martin Wagner, ta seksen yıl önce söylemiş bunu. Söylemiş de Sedad Hakkı Eldem‘in demesiyle “iyi eskimiş” kentlere, insana göndermeyle söylersek, “iyi yaşamış” kentlere göndermeyle… Dört bir yandan kendi olmaktan, kendisi olmaktan çıkarmak için seferber olduğumuz, yaşarken öldürdüğümüz kentlerimiz için değil.
Fotoğraf: 1930 Ankara Cebeci İstasyonu Hilmi Duman Kolleksiyonu İstanbul Demiryol Müzesi arşividir.
Doğan Kuban son yazısında anıt, anıtyapı koruma alanında son günlerde öğrendiğini söylediği “olumsuz uygulamalara” dikkat çekiyordu. Öyle diyordu da, benim bildiğim yarım yüzyıldır yapagidiyordu bu uyarıyı, bilgilendirmeyi. Kentlerde süregiden akıl almaz ve plansız yapılaşmaya dikkat çekerek, azmanlaşmış kentlerden taşraya Anadolu’da yürütülegiden uygulamanın “tarihi varlık ve kimliğimizin yok edilmesi operasyonuna” dönüştüğünü söylüyordu. Bu noktaya gelişimizin sorumlusu kafanın aklına estiğinde “Sirkeci ve Haydarpaşa istasyonlarını, Dolmabahçe’yi de” yıkabileceğine işaret ediyordu acı acı… (Bizim gibi ülkeleri çökertme amaçlı iki yöntem: Yozlaştırma ve ötekileştirme, Herkese Bilim Teknoloji, 5 Ağustos 2016, S. 19).
…
Yapılar yaşamın zarfıdır! “Kent gibi” yaşayıp yaşlanmasına, “iyi eskimesi”ne izin vermeyip de yaşarken öldürdüğümüz kentlerimizi düşününce, Kuban’la Spiro Kostof’un saptama ve uyarıları daha bir somutlaşıyor. Sözünü ettiğimiz zarfın trajik “mazruf”una dönüşüyor söyledikleri. Gerçek tüm acılığıyla çöküyor belleğin ve bilincin bahçelerine. “Uygarlık ve çürümenin (acımasız) yasası” işliyor!… (6 Ağustos 2016).
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: Ümit Sarıaslan