Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

MUTLULUK…

(yorumlar kapalı)

Soğuk bekleme salonları olurdu eskiden istasyonların… Ortasında salondan daha soğuk bir soba ve bir kenara büzüşmüş bir kaç yolcu. Bekleme salonuna bakan bir pencerenin önünde bir istasyon görevlisi dalgın düşünceli tüttürüyor sigarasını…

Bir zaman sonra bir düdük sesi duyulur uzaklardan. Bir koşuşturma başlar bekleyenlerde…

Çünkü tren kısa bir süre durup tekrar hareket edecektir. Herkesin gideceği yer bellidir. Ona göre alınmıştır biletler. Ama bazılarının nereye gideceği belli değildir. Son istasyona almıştır biletini. Ondan sonrasını oraya varınca düşünecektir. Ne bekleyeni vardır ne de beklediği. Öylesine umutsuz bir yolculuk anlayacağınız. Kimileri sevinçle bekleyenlerine koşuyorken, kimilerinin içinde fırtınalar kopuyordur belki de…

Ne zaman içinizde fırtınalar kopsa, kendinizi sessiz sakin koylara atmayı deneyin. Fırtınayla uğraşmaktan belki çevrenizde ki güzellikleri fark edemeyebilirsiniz. Ama fırtına dindiğinde her şey çok net çıkacaktır ortaya. O zaman yanaştığınız yerin hiç te kötü bir yer olmadığını fark edeceksiniz.

Ortalık sakinleştiğinde yaşadığınız yere döndüğünüzde bir çek şeye farklı bakma ihtimalide yok değil hani. Yaşadığınız şehir, mahalle, sokak birden farklı gelecek size. Göremediğinize yanacaksınız belki de. Kim olduğunuzu ne olduğunuzu ya da olmadığınızı fark edeceksiniz.

Belli belirsiz bir mutluluk yayılacak yüzünüze. Mutluluk dediysem lafın gelişi. Ustalar defalarca söylemiş, mutluluk diye bir şey yoktur diye. Doğru söylemişler. Hakikaten de mutluluk diye bir şey yoktur.

Topdağı İstasyonu Foto: Hazım Engin

Dünya baştan sona bir acılar denizi aslında. Bu acılar denizinde fırtınalarla uğraşırken kendimizi attığımız sessiz sakin koylardır bizim mutluluk sandığımız şey.

Fırtınaların etkisini azaltan bu sığınaklarda geçirdiğimiz kısa zamanlara biz mutluluk diyoruz. Oysa kısa bir moladır yaşanan… Doğrusu da bu zaten.  Doğumdan ölüme kadar,  bir kez olsun fırtınaya yakalanmamış bir hayatın ne anlamı olabilir ki. Tatsız tuzsuz yemeğe benzer. Öyle değil mi?  Bir yemeği güzelleştiren, ona tat ve lezzet veren içine kattığınız tatlı, tuzlu, acı, ekşi, hatta tadını daha önce hiç bilmediğiniz baharatlar değil mi?

Yaşadığınız acıları, karşılaştığınız fırtınaları hayatın baharatları sayın. Güneşin her gün doğması önemli bir şey değil ki. Günlerce süren yağmurdan, çakan şimşeklerden, deli esen rüzgârlardan sonra çıkan güneştir güzel olan. O zaman kıymetini anlarsınız güneşin. Yoksa sabah doğ akşam bat kimin umurunda. Bu nedenle mutlu olmak için çabalamayın. Bırakın hayat aksın. Elbet bir mutluluk durağı olacaktır bu akışın. O anın keyfini çıkarmaya bakın.

Kendinizle de uğraşmayın fazla. Tanıyorsunuz zaten kendinizi. Başkalarına tanıtmak içinde çabalamayın boşuna. Tanıyamazlar sizi. Bilemezler sizi. Sizi sizden başka kimse bilmez, bilemez.

En net siz bilirsiniz kim olduğunuzu. Dünya da kandıramayacağınız bir tek kişi var. O da kendinizdir. Kendini kandırmak diye bir söz duyarız bazen. Böyle bir şey mümkün mü sizce. Tabi ki değil. Çünkü kendinizi kandıramazsınız.

Her aynaya baktığınızda ya da bakmanıza da gerek yok. Hemen tanırsınız kendinizi. Nerede ne şekilde görürseniz görün en net tanıyacağınız kişi siz, kendinizsiniz. Kendinizi nasıl tanırsanız tanıyın ama asla küsmeyin kendinize.

Dünya da ki en kötü şeydir insanın kendisine küsmesi. Tüm dünyaya küsün, isterseniz tüm insanlara küsün hiç önemli değil. Bir çaresi bulunur elbet. Ama kendinize küsmeyin. İnsanın kendine küsmesinin çaresi yok.  Kendinizi sevmeyi de unutmayın tabi ki. Unutmayın sizin sizden başka kimseniz yok ki.

Servet Tunç