Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

Anılarımızdan Çalan Hırsızlar

Anlattığım yıllarda, göz bebeği kızını özel sınavla kazandığı Notre Dame de Sion (Kız) Lisesi’ne yatılı gönderen tüm ebeveynler, Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu”nu hatmetmiş, idealist Feride’ler yetiştirdiklerine inanıyorlardı. Zaten çoğunun hayali, bilim insanı, akademisyen, diplomat, sanatçı ve kölemşor evlatlarla fazlasıyla doğrulandı.

Hubert Köşkü’ndeki o tek ders yılı, ailelerinden ilk ayrılığın yürek ağrısına, yedikleri dokuz kuduz aşısının karın ağrısı karışan NDS yatılıları, Haydarpaşa Garı’ndan yarıyıl tatiline kalkacak vuslat trenini bekliyordu ki…

İstanbul, korkunç bir soğuk ve geride bıraktığımız 20. yüzyılın en yoğun kar tabakasına gömüldü. (1963 Ocak ayı) Okullar, zamanından önce tatil edildi. Ancak yatılı öğrencileri ülkenin dört bir yanına göndermek kolay değildi. Haydarpaşa’dan Anadolu’ya kalkan trenler tıka basa doluydu.

Ama o yıllarda Notre Dame de Sion’lu “ablam”, şimdi Büyükelçi Feryal Çotur’un babası da TCDD genel müdürü, babamın kadim arkadaşı Seyfi amcaydı! Dolayısıyla trene vagon eklendi ve Feryal Çotur liderliğindeki Ankaralı NDS öğrencileri, Haydarpaşa’dan kalkan son katara bindiler. Kar yüzünden başka tren kalkmayacağı gibi, bizimki de zaten kara saplanacak ve yolda kalacaktı…

Hayatımın en eğlenceli yolculuğuydu. Zümrüt yeşili gözleriyle okulun en güzel kızı Feryal abla, Elvis Presley hayranıydı ve tüm şarkılarını ezbere bilirdi. Yarıyolda kara saplanan trende mahsur kaldığımız iki günde, trende yiyecek bitti, müzik bitmedi. Sınıf arkadaşı Remziye ile birlikte, Elvis’in tüm repertuvarını seslendirdiler. TCDD yönetimi, içinde kızların olduğu vagonu, ne olur ne olmaz, kilitlemişti. Karnımızı pencereden ekmek ve su veren yardımsever köylüler doyurdu. Sonunda yol açılıp Ankara’ya vardığımızda, o trenden mutluluğu ömür boyu sürecek anılarla indim.

Nasıl başlarsa öyle sürer ya, Haydarpaşa Garı’ndan hep sıradışı yolculuklara çıktım. Bazen, trene bile binmeden… Can dostum Memet Baydur, yeni bir oyun yazıyordu. Haydarpaşa Garı’nda hayal ettiği “Kadın İstasyonu”nu ilk kez Haydarpaşa Gar Lokantası’nda, tren düdüklerinin arasında dinledim, Memet’ten. Oturduğumuz masayı, beyaz örtü üzerindeki iki kadeh rakıyı, kocaman gözlüklerin ardında muzip gözlerini, çocuksu yüzünü bugün gibi anımsıyorum.

Zaten anılarımızı çalanların, tarihi hoyrat bir iştahla yakan, yıkan, satan, yok etmediğini bile illa ki dönüştürenlerin sorunu bu: Bizim güzel anılarımızın beşiği mekânlar, onların unutmak istediği özgeçmişin, artık inkâr ettiği kimliğin tanıkları. Çıktığı kabuğu beğenmeyen ‘oldumcuk’a aslını, ‘buldumcuk’a neslini, bağcıyı kovana dağdan inmişliğini, kentli gibi yapana köylülüğünü anımsatıyorlar.

Haydarpaşa Garı’na yamalı poturuyla inen yoksul, yağmaladığı İstanbul’a efendi olur da çulsuzluğunu anımsatan Haydarpaşa Garı’nı korur mu hiç? Aslını inkâr ederken ardında tanık bırakır mı?

Zaten yaktı, elbette yıkacak. Geçmişine tanık olmayan yegâne zenginlik ölçüsüne vuracak, içini boşalttığı tarihi. AVM yapacak, otel konduracak. Haydarpaşa’yı, kendisini dönüştürdüğü gibi sıradan, zevksiz ve abartılı bir görgüsüzlük abidesine dönüştürecek.

Taksim Gezi’deki ağaçlık alana, onlara çaresiz ve ürkek dolaştıkları beş parasız gençliklerini, belki de utanç duydukları kimi geceleri anımsattığı için ordusu yok edilmiş bir kışla kondurmak istiyor, olamazlar mı?

Emek Sineması’nı, çocukluğunda, gençliğinde bu güzel sinemada güzel filmler seyreden, anılar edinen kim gözden çıkarabilir? Elbette kapısından kovulan, bilet parasını denkleştiremeyen, sevgilisiyle el ele tutuşamayanların hıncı satar, yıkar ancak!

Ama işte bunlar, bir kez paralanmayagörsünler…

Karısının kızının en küçük çantasına 5 bin TL ödeyip koluna taktığı Chanel, Haydarpaşa Garı’nda çekilen ve milyonlarca dolar harcadığı reklam filmiyle tanıtırken dünyaya, seçkinlik markasını…

Haydarpaşa Garı’nı, o trenlerden çarıklı ayakları, yamalı poturlarıyla indiklerini unutmak için yok edenler… Seçkinliğin, kendi talihine yar olmasa da tarihe sahip çıkmak, yani soyluluk olduğunu asla öğrenemeyecekler.

Çünkü soyunu inkârla soylu olunmaz.

Anı hırsızları tarihi soysuz, tarihe saygısız olmak zorunda.
12 Şubat 2012 Cumhuriyet
Mine G. Kırıkkanat