Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

Yıl 1979 …Haydarpaşa…

(yorumlar kapalı)

 kd

Yıl 1979’dur. Çiçeği burnunda bir TCDD personeli olarak, Dünyanın en güzel binalarından biri olan Haydarpaşa’da, Hukuk Müşavirliğinde çalışıyorum. TCDD müthiş bir kurum. TSK’ dan sonra, en fazla taşınmaz mala sahip, kendi içerisinde bir cumhuriyet gibi …. Kallavi hani… Sayalım mı; Kurumuna personel yetiştiren kendi okulu var, ücretsiz seyahat hakkı var (permi) , hastanesi var, atölyeleri var, dikim evi var, yemekhanesi var, limanları var… Dışarıdan hizmet alınmasını gerektirmeyecek kadar personeli var, sizin anlayacağınız var oğlu var…

 

Ve ben işimi, işyerimi, mesai arkadaşlarımı çok seviyorum, hafta sonları işyerimi ve arkadaşlarımı özleyecek kadar çok hem de…

 

Babam emekli olduğu için ailem memleketimiz olan Adapazarı’na yerleşmiş, ben ise çalıştığım için Küçükyalı’da halamlarda kalıyorum… Pembe sıcak bir odam var. Eniştem de emekli demiryolcu… Tren Şefi  kdolarak işe başlamış Gar Müdürlüğüne kadar tüm görevleri tüketmiş…

 

O gün, yani 15 Kasım 1979 günü yine mesaiden sonra eve gittim, günlük sohbetler edildi, yedik içtik belli bir saat sonra yattık… Sabaha karşı saat 05.20 sularında korkunç bir gürültü ve sallantıyla yataklarımızdan fırladık. Ben 1967 Adapazarı depremini de yaşamış olduğumdan direkt deprem oluyor diye fırladım… Halam bana sarıldı, bir şey yok… Sakin ol diye beni yatıştırmaya çalıştı, bir anlık sarsıntıydı, hemen camlara koştuk dışarı baktık ki ne görelim gökyüzü kıpkırmızı gökyüzü yanıyordu. Büyük bir yangın çıktığını düşündük bir daha yatamadık zaten.. Eniştem, hemen ajans… Dinleyelim diye TV yi açtı ama o anda bir haber falan yoktu…

 

Hazırlanıp işe gelmek için banliyö trenine binmek üzere Küçükyalı İstasyonuna geldim… Trene bindim ver elini Haydarpaşa… Bir de ne göreyim… Garda bir telaş bir panik insanlar oraya buraya koşturuyor… Garın önüne çıkınca şaşkınlıktan gözlerim fal taşı gibi açıldı… Gökyüzünü kara dumanların sarmaladığı kocaman alev topları kaplamış sanki bizleri yutmaya çalışıyordu. Ve o alev toplarının sıcaklığı insanın yüzüne yüzüne vuruyordu.

 

 kdDenize bakmaktan binaya bakmayı akıl edememiştim.. Bir arkamı döndüm ki aman tanrım O güzelim Haydarpaşa bir an gözüme enkaz gibi göründü… Güneş vurduğu zaman rengârenk ışıltılar saçan o muhteşem vitraylardan eser yoktu. Binanın bütün camları tuzla buz olmuş, bizden yardım istiyordu. Çaresizdim. Ağlamaklı olduğumu hatırlıyorum… Binaya girdim… Üçüncü katın tarihi yarımada manzaralı olan kulesinin altı çay ocağı idi, diğer personel arkadaşlarımızla birlikte çay ocağının balkonuna çıktık Taa Kadıköy’e kadar alev alev yanan denize (Evet… Abartısız söylüyorum ki. Deniz yanıyordu) Gökyüzünde uçuşan koskocaman alev toplarına, kapkara dumanlara… Ağlamaklı, hüzünlü bir şekilde hiç konuşmadan baktık… Baktık… Baktık…

 

Haliyle o gün mesai başlamadan bitti… Biz de Tüm çalışma arkadaşlarımızla birlikte binadan çıktık… Bu korkunç görüntüleri beynimizden silmek için Süreyya Sinemasına gidip film izledik…

 

 kdDaha sonra olayın detaylarını öğrendik 95.000 gros tonluk Romen Bandıralı "İndependenta" tankeri Yunan bandıralı "Evriali" şilebiyle çarpışmış bu kaza sonucu 51 denizci ölmüş 3 kişi kurtulmuş… Olaydan sonra gazetelerde çıkan haberlerden Moda ve Kazlıçeşme sahillerine zifte bulanmış yanmış cesetler vurduğunu öğrendik…

 

Her gün sohbetlerimizin büyük bir bölümünü oluşturan O tanker günlerce yandı durdu gözlerimizin önünde… O zamanlar nişanlı idim (bu arada kayınvalidemle aynı işyerinde yan yana masalarda çalışıyorduk) Nişanlım ailesiyle birlikte Moda’da oturuyordu sanırım Patlamadan 22 gün kadar sonraydı o gün ben de onlardaydım.. Saat 22.40 civarı biz neşe içinde sohbet ederken yine bir patlama ve sarsıntı ile yerlerimizden fırladık. Doğru moda sahiline koştuk. Aman tanrım gökyüzü yine 22 gün önceki gibi kırmızı siyah olmuş dev ateş topları yeniden canlanmış ortalık yanıyor… Yine Haydarpaşa düştü aklıma acaba ilk patlamadan kalan binanın arka tarafındaki tek tük camlar da kırılmış mıdır bir zarar gelmiş midir diye… Ama sabaha kadar sabretmek zorundaydım…

 

Sabah işe geldik… Neyse fazla bir hasar yoktu… Yanan tankerin içinde sıkışan bir petrol ambarının patladığını öğrendik

 

Daha sonra bu kazadan dolayı kırılan Haydarpaşa binasının vitrayları İTÜ’den mimar ve vitray ustası Şükriye Işık tarafından onarılmış ve yenilenmiştir…

 kd

Haydarpaşa gar binası Ülkemizin en güzel tarihi eserlerinden biridir. Bu tanker yangını olduğu zaman gökyüzündeki alev toplarının binaya vuran kızıllığı, kırılan camların görüntüsü, bizi çok ürkütmüş ve üzmüştü…

 

Ama o zamanlar Haydarpaşa; "Demiryollarınındı, Demiryolcularındı, Avrupa’nın Anadolu’ya, Anadolu’nun Avrupa’ya açılan kapısıydı… Kelimenin tam anlamıyla halkındı."

 

Şimdi Haydarpaşa’nın üstünde kara bulutlar dolaşıyor. Marmaray denilen "ucube" projeyi neden gösterilerek, "Haydarpaşa zaten atıl kalacak" diye kentsel dönüşüm ve gar dönüşüm projeleri çerçevesinde siyasi iktidarı ve dolayısıyla TCDD yöneticilerinin çanak tutması yerli ve yabancı sermaye pazarlanmak isteniyor. Otel mi yapsak, alışveriş merkezi mi yapsak, buralardan nasıl para kazansak çaba ve gayretleri TCDD bürokratlarına kendi SİT kararlarını iptal ettirmek için mahkeme kapılarına başvurmaya sevk ediyor… Bu şahane binayı halktan, halkı da bu şahane binadan mahrum etme planları beni ve gerçek demiryolcuları o tanker yangınındaki durumdan çok daha fazla üzüyor ve ürkütüyor…

 

Ya sizi?

 

Sonuçta tanker yangını bir kazaydı, ama bugün Haydarpaşa için düşünülen projeler bilerek ve isteyerek yapılmaya çalışılıyor…

                                                                                                                                          AYŞEN DÖNMEZ

 

 kd

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Haluk Özözlünün itfaiye eri tarafından tanker yanında çekilmiş fotoğrafı

Fotoğraflar gazeteci Haluk Özözlü’den alınan izinle kullanılmış olup, tanker faciasının yaşandığı geceyi birde gazetecinin kaleminden okumak için http://www.sihirlitur.com/olaylar/tanker/tanker_yazi.html  adresini ziyaret ediniz.

 

 

DİP NOT:

TBMM 22 dönem 3. yasama yılı 3 Mart 2005 tarihli 66 birleşiminde AKP grubu adına konuşan İstanbul Milletvekili Yahya BAŞ’ın anlatımıyla Boğazlarımızdaki tanker trafiği kazalarını yaşanan çevre katliamını aşağıda konuşması ile anlatarak boğazda yaşanan büyük tanker facialarını tarihlerine göre sıralamıştır.

 

Değerli milletvekilleri, hepinizin de çok iyi bildiği gibi, Boğazlarımız, gerek tarihî süreci içindeki önemleri gerek coğrafî, jeopolitik yeri ve nitelikleri açısından, diğer boğazlar arasında ayrı ve özel bir öneme sahiptir. İstanbul Boğazı, üçbin yıllık tarihe ve yaklaşık 13 000 000 nüfusa sahip olan ve UNESCO tarafından dünyanın kültür merkezi ilan edilen bu büyük kentin ortasında ve tarihî mekânları arasında bulunmaktadır. Böylesine büyük öneme sahip olan Boğazlarımız, büyük bir risk altındadır. Boğazlarımızda meydana gelebilecek bir tanker kazasının oluşturacağı çevre kirliliğinin yanı sıra, tarihî değerlere ve doğal yapıya vereceği zararlar da ortadadır. Türk Boğazları ve Marmara Denizi, Karadeniz ile Akdeniz arasında gemi geçişlerini sağlayan tek su yoludur. Boğazlarımız deniz trafiği açısından çok yoğundur ve bu trafik hacmi gün geçtikçe artmakta ve giderek çok kritik ve tehlikeli boyutlara ulaşmaktadır. Trafik yoğunluğunun yanında, Boğazlarımızdan geçen gemiler tonajı bakımından da çok artmıştır. Bu durum da, elbette, deniz kazaları riskini biraz daha artırmakta ve 13 000 000 nüfusuyla İstanbul’un can, mal ve çevre güvenliğine ciddî bir tehdit oluşturmaktadır.

 

İstanbul Boğazında gerçekleşen deniz trafiğinin iki önemli unsuru bulunmaktadır; bunlar, yerel ve transit olarak isimlendirilebilir. İstanbul Boğazında yoğun bir yerel deniz trafiği bulunmaktadır. Bir günde karşılıklı sefer yapan şehir hatları gemileri, deniz otobüsleri ve dolmuş motorlarının sayısı yaklaşık 1 500 civarındadır. Bununla beraber, geniş bir sahaya yayılan ve tüm İstanbul Boğazını içine alan İstanbul Limanında, limaniçi hizmet veren gemilerin trafiğiyle beraber, çok sayıda balıkçı teknesi ve özel deniz vasıtaları da bu suyolunu kullanmaktadır.

 

Türk Boğazlarından, yılda, yaklaşık 50 000 gemi de transit geçiş yapmaktadır. Bunlardan 6 000-7 000 adedi ise tehlikeli madde taşımaktadır. Bu da, yaklaşık olarak, günde 142 gemi, saatte 4 gemi demektir. Bu sayıya, İstanbul Boğazında yaşanan yoğun şehiriçi trafiğini de eklediğimiz zaman, trafik yoğunluğu çok daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Montrö Sözleşmesinin imzalandığı yıl olan 1936 yılında, Türk Boğazlarından yılda 2 000 civarında, günde 4-5 geminin geçtiği düşünülürse, bu rakamın, o tarihten bugüne ne denli büyük bir artış gösterdiği daha iyi anlaşılacaktır.

 

Gemi sayısındaki artışın yanında, bir diğer önemli husus da, son yıllarda, yılda ortalama 103 000 000 ton petrol ve türevleri ile diğer türde kimyasal ve tehlikeli maddenin Türk Boğazları yoluyla taşınmakta olmasıdır.

 

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm bu rakamlar, Boğazlarımızın ne denli büyük bir risk altında olduğunun açık bir göstergesidir. Boğazlarımız her an bir deniz kazası riskiyle karşı karşıyadır. Meydana gelebilecek bir tanker kazası sonucu oluşacak yangın hava kirliliği yaratarak, hem insan sağlığını ciddî boyutta etkileyecek hem de maddî hasara yol açabilecektir. Ayrıca, denize dökülebilecek petrol ve ürünleri, deniz ekosistemi üzerinde olumsuz etkiler yaratarak, denizde yaşayan organizmaları etkileyecektir. Olası bir kazanın, Boğazlarımızdaki kültürel değerler üzerinde yapacağı olumsuz etkiler de maddî olarak ölçülmeyecek boyuttadır.

 

1952-1991 yılları arasında, boğazlarımızda 444 deniz kazası meydana gelmiştir. Bu kazaların yüzde 35’ine karşılık gelen 155 tanesinin bu dönemin son dört yılında meydan gelmiş olması, kaza risklerinin de olumsuz yönde artış eğilimine girmiş olduğunun bir başka kanıtıdır.

 

Bu kazalar içerisinden birkaç tanesini -hepimiz yaşadığımız için- zikretmek istiyorum.

 

· 15 Kasım 1979 tarihinde, Haydarpaşa önünde, Romen bandıralı Independenta tankerinin bir Yunan tankeriyle çarpışması sonucu 95 000 ton petrol denize dökülmüştür.

 

· Yine, 28 Ekim 1983 tarihinde, İstanbul Limanında, Blue Star adlı kimyasal yüklü tankerin Gaziantep tankeriyle çarpışması sonucu, tankerde bulunun 1 000 ton amonyak gazı denize ve havaya karışmıştır.

 

· Yine, 29 Mart 1990 tarihinde, İstanbul Boğazında, Jambur ve Datongsham adlı tankerlerin çarpışması sonucu yara alan Jambur adlı tankerden yaklaşık 2 600 ton gazolin denize yayılmıştır.

 

· 13 Mart 1994 tarihinde, İstanbul Boğazında, 100 000 ton petrol taşıyan Kıbrıs Rum bandıralı Nassıa adlı tankerin bir kuru yük gemisiyle çarpışması sonucu büyük bir yangın çıkmış, 30 kişi ölmüştür. Denize dökülen yaklaşık 5 000 ton petrol, bir hafta boyunca yanmaya devam etmiştir.

 

· 29 Aralık 1999 tarihinde Marmara Denizinde, yine "Volganeft 248" adlı tankerin ikiye ayrılması sonucu yaklaşık 1 000 ton fuel-oil denize dökülmüştür.

 

Bu kazalar neticesinde önemli miktarda petrol ve petrol türevi maddeler denize dökülmüş ve ortam, kaza sonucu dökülen petrol ürünleri nedeniyle, geniş çapta etkilenmiştir.

 

 

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: www.kentvedemiryolu.com