Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

Vagonculuğumuz

(yorumlar kapalı)

Osmanlı İmparatorluğu “Cihad-ı Ekber: Ulu Kutsal Savaş” ile milleti ayaklandırmış, çadırlara yığmıştı. Ordu beslenecekti. Ayrıca emperyalist savaş demek geri ülkenin ileri anayurtlara kurban edilmesi demekti. Alman emperyalizmi Göben ile Breslav gemilerini Yavuz ile Hamidiye’ye çevirtmekle, koca imparatorluk devesini bir tutam ota hendekten atlatmıştı. Şimdi sıra, Anadolu halkının tohumuna dek yiyeceğini çekip, kendi inine taşımaya gelmişti.

“Hemen tümüyle taşıt işlerinin deve, eşek, veya kağnı ile yapılması gerekiyordu. Büyük ısrarlardan sonra, Alman ordusu nihayet kimi taşıt malzemesi ve vagon teslim etti. Ancak bu vagonların bir kısmını kendi ihtiyaçlarına kayırmayı (tahsisi) şart koşmuştu. O sırada bu şartı geri çevirmeye imkân yoktu.”

Paşalarımızı tek üzen şey: iâşe işlerinde olduğu gibi vagon işinde de milletin soyulması, memleketin satılması değil, eski profesyonel “Tüccar” zümresi dururken, yağmaya yeni zıpçıktı vurguncuların el koymaları idi. Yabancı sermaye, klâsik tefeci bezirgânlarla uğraşacağına, devletçiliğimizin buram buram yetiştirdiği “İhvan ve Rüfeka” veya adamlarıyla suyun başını kesiveriyordu. Bütün yurdu, “Komisyon” adı altında uşaklaşmış kapıkulu ajan ağlarıyla sarmıştı. “Komisyonlarca yapılan insafsızca işlemler… Millet Meclisinde gensorulara sebep oldu… Tüccarlara hiç bir vagon tahsis edilemiyordu. Şirket kendi mallarını muntazaman taşıyordu.” (TPH, 30).

resim

Foto:1 Kasım 1913’te açılan Bağdat Demiryolu’nun İskenderun-Osmaniye hattında üstü açık yük vagonu çeken iki lokomotif.(Kaynak:www.wikipedia.org)

Böylece, yabancı sermaye, devlet içinde imtiyazlı devlet oldu. “Vagon ticareti” devletçiliğimizi Alman emperyalizmi emrinde vurgun sistemi kurmaya götürdü. Ülkeye bu hürriyeti getiren kahramanların aldıkları her tedbir, yangına su yerine petrol sıkan itfaiyenin yaptığına benzedi. Talât Paşanın, sanki bu bir tabiat âfetinden konu açar gibi serinkanlılık ve sorumluluğu hiç üzerine almaksızın anlattıklarına göre, Devletçiliğimize sırtını yaslayarak yapılan Dalaverecilik, birbirinden daha kötü sonuçlar veren üç basamaktan geçerek anıtlaştı:

1) BİRİNCİ BASAMAK: En büyük ordu derebeyi (Başbuğ Enver Paşa) ve mülkiye ağaları (Vali vb.) kanalından vurgunun ilk açılış töreni yapıldı. Vali beyefendi, Enver Paşa Hazretlerine yalvardı. Paşa Hazretleri: “Eski dostluk gereği kendisine bir veya iki vagon için verdi. Her vagonun hemen.. 5 bin lira [şimdiki 1 milyon liraya yakın) çıkar sağladığı ortalığa yayılırdı. (TPH, 30).

Demek devletçiliğimiz, her mahallede bir milyoner yetiştirmek için her yaştan, Demirkıratlığı beklememişti.

2) İKİNCİ BASAMAK: Millet Meclisi çekişmelerine dek bulaşan yağma rezaletleri önünde Başvekil Talât Paşa, Başbuğ Enver Paşa Hazretlerine rica minnet etti. Bugünkü “Tahsis”lerin atası olan vagon isteklerinin hiç değilse bir sıraya konmasını sağladı. “Numara” sözcüğünün şimdiki anlamı oradan kalmış olmalıdır: Sıraya kimlerin gireceği ile kimlerin sıra kuracağı gene o iktidar derebeyleri ile hadem haşemlerinin elinde idi. Çarçabuk “Numara sırası” na en çok ayaklanan gene o numaracılığı dileyen tüccar oldu. Bu yol da anlaşılmıştı ki: “Tüccarlar değil, ticaretle hiç ilgisi olmıyan kimseler para kazanıyordu.” (TPH, 30).Kayırma ve buyurma devletçiliğimizden başka sonuç beklenebilir miydi? Talât Paşa, sanki milletin profesyonel tüccarlar tarafından soyulması farzmış gibi, tüccarın vurgunu yapamayışına pek hayıflanır!

3) ÜÇÜNCÜ BASAMAK: İkinci “Tedbir de bir netice vermeyince”, diyor Paşa, şimdiki sözde “Kooperatif” veya “İktisadi Devlet Teşekkülleri”nin ağabeyileri sayılacak büsbütün koyu devlet tekelciliklerine imtiyazlar bağışlandı. “Yalnız demiryolu idaresine satın alma hakkı tanındı. Böylece hem Almanya’ya rekabet edilecek, hem de kazancın bir iki kişiye münhasır kalmayıp, bütün memlekete yaygınlaştırılabilmesi için, iç ticaret koruma (Himaye) altına alınmış olacaktı.” (TPH, 30) Böyle konuşuyor Paşa Hazretleri!

Ve görüyoruz prensip: Türk milletinin yarasına merhem olmak değil, her ne pahasına olursa olsun “Ticaret”i “Himaye” etmekti. Ticaret kimdi? Dış Alman finans kapitali ile onun iç acentesi olan yerli sermayeydi. Onun devletçiliğimizle “Korunma”sı bildiğimiz Alicengiz oyunundan başka türlü gelişebilirmiydi? Kurdun ağzına halk kuzusu amansız teslim edildi. “Askeri demiryolları idaresi”, Enver Paşanın sağ kolu Topal İsmail Hakkı Paşa Hazretlerinin kayıtsız şartsız emrindeydi. “İsmail Hakkı Paşa bir yandan aşırı gayretkeşliği sayesinde halkı eziyor öteyandan himaye ettiği kimseleri bağışlara boğuyor (ihsanlara garkediyor) idi… Demiryollar idaresi 10 milyon liradan fazla (bugünkü çeyrek milyar lira) bir kâr sağladığı halde, fuzuli (yok yere) zarar bundan çok yüksekti.” (TPH, 31).

Yaşı benzemesin: gelmiştik, bugünkü İktisadi Devlet Teşekküllerimizin boyuna zarar eden muazzam kârlarına! Yukarı ki satırları yazanı, bir daha unutmayalım: Türkiye’de alikıran tozkoparan yetkili, en kanlı zılgıtları acımaksızın güden bir devrimin ve hükümetin başıydı. Milyonlarca insanı gözü kapalı ölüme süren bu adam, bir Alman şirketi ile bir Osmanlı paşası birleşince boynu kıldan ince bir yüreği yufka gözü yaşlı âciz kesiliyordu. Çünkü kafa yapısını çizmiş “Ticaret” adlı sosyal sınıf determinizmi ondan güçlüydü. Bu açıdan düşündüğü ve davrandığı için, kendi “Cemiyet” dediği İttihat ve Terakki “Kast”ını zemzemle yıkanmış sayıyor, “(Cemiyet üyelerinden) yalnız ikisi veya üçü halkın duygularını incitecek hareketlerde bulunmuş” (TPH, 32) kanısını savunabiliyordu. Daha fecisi, yahut gülüncü, sözünü ispat için gösterdiği tanıktı. “Büyük işlerle uğraşan yabancılar da bunu inkâr edemiyecekler” (TPH, 32) diyor. Belki o satırları, Almanya’ya sığındığı zaman, emperyalist kodamanlara yaranmak için yazmıştır. Ne olursa olsun, koca imparatorluk, nasıl “Yalnız” 2 veya 3 tane kişicikle kıskıvrak bağlanırdı?

Attığının tutmadığını kendisi de sezer gibi olan Paşa Hazretleri, bir sayfa sonra, önce yazdıklarını silmeye çalışır. Der ki: “Bu üç kişinin cemiyetin siyasal gidişinde hiç bir nüfuzu olmadığını kabartılandırmak isterim. Her üçü de değerli vasıflara mâliktirler.” (TPH, 33) 2 veya 3 kişinin: İttihatçı Cemiyetine nüfuzu var mı, yok mu orası önemsizdir : Türkiye’nin talan edilmesinde ve İmparatorluk Cemiyetinin haraç mezat satılmasında hiç te nüfuzsuz olmadıkları, aldıkları sonuçtan bellidir. Bir sosyal sınıfın bir toplum içinde etkisi öylesine aldatıcıdır. En büyük aktör, ne yaptığını bilmez, en çok yerdiğini “Kıymetli vasıflara mâlik” diye övmekten kendini alamaz. Kâzım Karabekir Paşa Hazretlerinin “ŞARKILI İBRET”leri gibi, hem güldürür, hem ağlatır böyle” İBRET” doludur sosyal sınıf determinizmi.

(TPH, 29). “İmkân vardı – imkân yoktu”: Haftada iki boş vagon karşılığı olarak, beşinci kol özel sermayenin bir memleketi nasıl soyup bedava sattığı ancak bizim devletçiliğimizle açıklanabilir: Vagon bir semboldür. Paşa mantığı: “İmkân – imkânsızlık” deyince durur. İaşe yolunda kurulan “Milli Şirketler”, “Esnaf Cemiyetleri”, “İslâm Banka”ları: yabancı finans kapitalin Türkiye’deki acente ve casus örgütleri durumuna girmiştirler. Hepsinin taptıkları emperyalist tekel: “Almanya ve Avusturya Satın Alma Şirketi”dir. Bu tek yabancı kumpanya, koca imparatorluğu, sömürge çiftliğinden daha masrafsız bir köle ülke yapmıştır. Milli kahraman hürriyet diktatörü paşaca: “(O ecnebi şirket), memlekette biricik alıcı (olduğundan), her malı dilediği fiyata alabiliyor… Milli banka ve tarım kredisi kurumları bulunmadığından: alınan bütün tedbir”ler yalnızca büyük suiistimallere meydan veriyor… Cephane ve besi maddeleri taşınımından tasarruf edilen vagonların sayısı haftada iki, üçü geçmiyordu. Bunlar da, tabii, ne Adana’daki pamukların, ne Ankara’daki yünlerin taşınmasına yetmiyordu. İltimas ve imtiyaz başladı. Vagon satın alınıyor ve satılıyordu.” (TPH, 30).

Kaynak:Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi Dr Hikmet Kıvılcımlı

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: kentvedemiryolu