Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

“Müze”lik yazılar 4- (*)  “Taşıdığı Değerin Kurbanı Olmak”.

(yorumlar kapalı)

Bedri Uçar (1911-1978, Akademi’den mezun olduğu yıl: 1931), Devlet Demiryolları Genel Müdürlük yapısının mimarı. Hani, Paul Bonatz’ın “Ankara’nın en güzel yapısı” dediği, inşası tümüyle 1941’de bitirilen o binanın… Mimar Şekip Akalın’ın (1910-1970) tasarımı yeni Ankara Garı ise 30 Ekim 1937’de hizmete açılmıştı. Cemal Kutay’ın (Ankara İmar Planı’nın Mimarı H. Jansen’in, Gençlik Parkı ve Ankara Garı’nın konumlandırılmalarına ilişkin açıklamalarına göndermeyle) açılış ardından yazdığı yazıda (Ulus, 3 Kasım 1937) dediği gibi, “Güzel Başşehrin Güzel Başkapısı” idi yeni Ankara Garı. Ta ki düne değin! Yapılışları üzerinden geçen yıllara karşın, gerek Uçar’ın gerekse Akalın’ın tasarımı her iki görkemli yapı için eleştiriler de getirilecekti kaçınılmaz olarak. Esininden etkisinden, güzelliğinden çirkinliğinden, devliklerine devasalıklarına varana dek… Niye ki, Taut’un sözleriyle “kent devlet gücünün simgesi” ise, ta Vitruvius’tan beri “iktidarın haşmeti, kamu binalarının görkemi” (Vitruvius, Mimarlık Üzerine) denklemi her yeni kamusal yapıda yeni bir renk ve biçime bürünerek sürüp geliyordu…

Tarihçinin saptamasından yüzyıllar sonra Taut, arkadaşı W. Gropius gibi, “mimarinin kendi başına politik olamayacağını” vurgulayacak; ancak yapıların “politik araç” olarak kullanılabileceğini, bu durumun ise mimarın “elinde olmadığını” söyleyecektir. (Nicolai; B. Taut’un Akademi Reformu ve…) İşin bu yanı ayrı, yapının yapı olup olmadığı apayrı. Şimdi Yüksek Hızlı Tren projesi kapsamında inşa edilen yeni mimari ürünü acar tren istasyonu bütün heybetiyle eski Ankara Garının üstüne çökmüştür!… Eşzamanlı, yanıbaşındaki tarihsel kültürel yapıların, o yapılarla sürüp gelen tarihin ve anıların da üstüne. (Eski) Ankara Garı, sırtına binen demir çelik, cam ve betondan oluşma dağyapının gölgesinde, gayri bir “kanarya kafesi” gibidir. Zaten bu tarihsel yapı, Gençlik Parkı’na açılan avuç içi kadar gar önü kavşağı altına konumlandırılan “bat-çık” ve hemen karşısına dikilen “Arena”yla çoktan “Güzel Başşehrin Güzel Başkapısı” olmaktan çıkmıştı. Bugün artık, gerek temel bir kentsel kültürel miras oluşuyla, gerekse işleyen altyapısıyla Ankara Garı, dalında taşıyageldiği tüm mimari kültürel değer ve anı birikimiyle yıkılmamış ama resmen ezilmiştir! Spiro Kostof, aynı konuyu işlediği yazısında şöyle diyordu: “Kentin biçimi için her an tetik durmalıdır. Büyüklü küçüklü eski yapıların kaybından acı duymamak, gündelik ihtiyaç ve zevklerimizin ötesinde herhangi bir topluluk duygusuna sahip olmamak demektir.” (Majesteleri Kazma…).

 

 Ali Cengizkan “Bir Başkentin Yıkılışı” başlıklı yazısında (Modernin Saati içinde) bizim burada değinmeye çalıştığımız sorunu temelden çatıya irdeliyordu. Kentsel konglomerada birlik ve belleğini yitiren bireylerin dramından, o bireylerin kurup kurguladığı yaralı ve yarılmış toplumsal yapıya dek… W. Benjamin’e göndermeyle kentin ve kentsel ortak yapının çevresini çehresini habire yeni yıkımlarla kangrene dönüştürürken, eşzamanlı toplumsal bireysel bellek ve bilinci de tahrip edegittiğimizin altını özellikle çizerek. Geçmiş ve bugün bağlamında kültürel düşünsel kökleriyle bizi bize anlattığı yazısında, “Bireysel belleğimiz kadar kolektif belleğimiz de hâlâ ezilmekte, ve ezen, toplum olarak da, birey olarak da, biziz” diyordu. Cengizkan’ın, bu bol kırıklı kentsel kültürel karnemizi anımsama çağrısı daha sonlanmadan mimar ressam Cihat Burak’ın yazısı çağırıyor okuru! Ne diyordu, ta 1960’ta yazdığı yazısında? Eskiden yeniye “majesteleri kazma”ya teslim edilen yapılara göndermeyle; “O bina” diyordu, “taşıdığı değerin kurbanı olmuştur!…” Ardısıra bir mimari kültürel otopsiyle sürdürüyordu yazısını Cihat Burak. (Vandalizm Üzerine).

Değer” deyince; Cengizkan’ın yeni yayımlanan bir yazısına dönmek, aynı konudaki dumanı tüten değerlendirmesine bakmak, kendimize bakmakla eşdeğerde bir sorgulama  (Türkiye’de Modern Mimarlık Yapılarının Korunması Sorunsalı…). Cengizkan, bizde modern mimarlık mirası yapılara da, diğer tarihsel yapılar gibi “sadece sürdürülen mekân” olarak, üstlendikleri işlevle kuşatılı bir eşikten bakılıyor. Bu sayrılı tutumun kaynağı ise, “ürünün (yapının, ÜS) potansiyeli ve barındırdığı değerler”i öğrenmek için çaba göstermek şöyle dursun; “yöneticileri ne denli aydınlanmış olursa olsun, onların şu ya da bu kurumun ‘idâmesini’, sözkonusu değerlerin dışında, sadece sürdürülen mekân kullanımında aramalarında ve ona bağlamalarında yatmaktadır.” Diyor. Yapılar, zamanın yüküyle yorulup örselenmekten çok, salt “Kendilerini ve barındırdıkları kurumları sürdürülebilir kılmaya çalışan yönetici ve kullanıcılar elinde değer yitimine uğramışlardır.” Diyerek… İşin kötüsü, yapıları yalnızca kendi konumsal (kurumsal) sürdürülebilirlikleri için altyapı gören anlayış, yapı içinde taşınıp gelen tarihsel kültürel terekeye de aynı “kayıt”la, kayıtsızlıkla bakmıyor mu…

Böylece, bizim temelden çatıya yapıların öğreticiliğinden nasipsizliğimizi vurguladıktan sonra, yapılara yaklaşımda bilmemiz gerekeni öğrenmeyi hiç umursamayışımıza çeviriyor bakışımızı Cengizkan.  ”Üst üste niteliksiz koruma ve kollama tavırlarıyla katmanlaşan bu değer yitimi o noktadadır ki, bir gün bir yönetsel ya da siyasal irade yıkımlarına bile karar verebilir. Aynı irade bütün bu süreci bile isteye manipüle etmiş de olabilir.” Diyerek de bağlıyor “Ders”ini… Mimarlık tarihçisi Cengizkan’ın tarihin ve güncelin dağarından süzdüğü bu saptaması, “Yok canım sen de!” deyip geçiştirilecek bir varsayım olarak görülebilir mi? Görülemeyeceği, sürüp giden tarihten bellidir…

Taut’un sürgüne çıkmasından yüz yıldan fazla bir zaman önce, Napolyon Bonapartizmiyle yıldızı (yazıları) barışmayıp da önce Goethe’nin, Schiller’in, Wieland’ın kenti Weimar’a; sonra Berlin’e gelen Mme de Staël, on yıllık sürgünlüğünün bir bölümünü bu kentte geçirecekti. Mme de Staël, ancak 1813’de yayımlanabilen ve “bütün zamanların en büyük röportajı” diye nitelenen o kitabında Berlin’i anlatırken söylüyor:  “(…) Gerek yapılar, gerek kurumlar için yıkıcılarca taciz olunmamak kadar iyi ne olabilir?” (Almanya’ya Dair).

Staël’in Berlini’nden Taut’un Berlini’ne, Kuruluş Ankarası’ndan günümüz Ankarası’na; kapıdan mihraba kapamışız gözlerimizi, kendi Babilimizi kurmak için göğe merdiven dayıyoruz! (Bu bağlamda konuyu irdeleyen yakın tarihli üç yazı: Kamusallık ve Kent Meydanları, Doç. Dr. Aydın Özdemir, A. Ü. Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü Öğretim Üyesi. Kentsel Dönüşüme Karşı Kentsel Dinamizm, Doç. Dr. Bülent Batuman, Bilkent Üniversitesi Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi. Yine, kentsel kültürel eleştiri ve uyarısıyla Bilkent Üniversitesi Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi, Doç. Dr. Nuray Bayraktar’ın yazısı: Başkent Ankara’da Cumhuriyet Sonrası “Modern” Yaşam ve Mekânsal Kurgu. (Her üç yazı da Kontrast Fotoğraf Dergisi içinde).

Taut’un “güzel bir kenti güzel yapan şey, o kentteki binaların oluşturduğu bütündür” sözünü anımsatan kucaklayıcılığıyla Hasan Özbay’ın “Günümüz Türk Kentlerinde Kaybolan Birliktelik / Kent ve Mimar” başlıklı yazısı sonra… Mimar Özbay andığımız yazısında, gecekondu usu ve estetiğinden sosyal birlik ve komşuluğu betonkent düzeninde arayan; “planlamayı parsellemeyle bir tutan”, azmanlaşmış kimliksiz kentsel yığışmalara uzanan bir çizgide hepimizin içinde olduğu bir fotoğraf tutuyordu yüzümüze!

Bir geceyarısı herhangi bir kentimizde otobüsten inen insanın o kenti ancak kent tabelasını görünce tanıyabileceğini söylüyor ve soruyordu: “Suçlu kimdir? Mimarlar mıdır, plancılar mıdır? Yoksa sorun, düzen sorunu mudur?” Hemen ardından “Sorun, kültür sorunudur.” Saptamasıyla sürdürüyordu yazısını. S. Kostof’un sözleriyle, “gündelik ihtiyaç ve  zevklerimizin ötesinde herhangi bir topluluk duygusuna sahip olmamak” kültürünün bir başka eşikten tanımı ve tanıklığıydı bu (Majesteleri Kazma, Yıkımın Estetiği). Kendi hayatının seyircisi edilgin özneler değil de, hayata ve yaşanagidene katkısı ve katılımıyla etkin özneler olmak denklemini bir türlü çözemeyişimizin bir sonucu ya da. E tabii, Taut’un 1938’de İstanbul Sergisi’nde tekniğin hegemonyasında tektipleşen kentlerin tanınmaz olduklarını vurgulayan eleştirisini anıştırır bir süreğen olumsuzluk hali de eşzamanlı…

Okurun dikkatini tekrar o çalışmaya, Yer’in Sesi / Ulus İşhanı’nın Söyledikleri’ne (Ali Cengizkan ve Didem Kılıçkıran) çeviren iletisi ve içeriğiyle bir kapama notu yerine: Akademi’de “Şehircilik Eğitimi” 1939’da ayrı bir ders olarak okutulmaya başlanmış. Aynı yıl ülkemize gelen ve Bayındırlık Bakanlığı Müşavirliği de yapan Prof. Gustav Oelsner, 1943-1948 yılları arasında mimarlık bölümünde Şehircilik Eğitimi dersi verirken öğrencilerine şöyle dermiş: “Bütün Türk milleti, belediyelerin kasalarındaki imar planlarının tatbik edilmemesi için dua etmelidir. Zira bu planların tatbik edilmesi halinde uğranılacak zararın ve tahribatın altından ebediyen kalkamayacaktır…” (Cansever).

Ümit Sarıaslan 

(*) Yazarın 2018 başında yayımladığı Aramızdan Ayrılışının 80. Yılında Bruno Taut / Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Mimarı adlı yeni kitabından.

Yeni Ankara Garı videosu

Yazıda adı geçen kaynaklar:

-Bruno Taut, Kentlerin Dağılımı, Türkiye’de Mimar ve Öğretmen, 1936-1938, Berlin Güzel Sanatlar Akademisi, Türk Alman Kültür İşleri Kurulu, Stuttgart Dış İlişkiler Enstitüsü ve Ankara, İstanbul, İzmir Alman Kültür Merkezleri işbirliğiyle hazırlanan “Bruno Taut Sergisi” broşürü, Kasım 1982 – Şubat 1983.

-Ali Cengizkan, Türkiye’de Modern Mimarlık Yapılarının Korunması Sorunsalı: Egli’nin Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Yüksek Ziraat Enstitüsü Yapıları, Ernst A. Egli / Türkiye’ye Katkılar, Mimarlar Odası Y. Eylül 2017.

-Vitruvius, Mimarlık Üzerine; Önsöz. Latince’den çev.: Çiğdem Dürüşken, ALFA Y.  I. Bası, İstanbul 2017.

-Bernd Nicolai, B. Taut’un Akademi Reformu ve Türkiye İçin Yeni Bir Mimariye Uzanan Yolu I. Atatürk İçin Düşünmek, Milli Reasürans T.A.Ş. Y. I. Bası, İstanbul 1997.

-Spiro Kostof, Majesteleri Kazma, Yıkımın Estetiği, Mimarlık, Ekim 1983. Çev.: Deniz Altan, Burak Boysan.

Ali Cengizkan, Modernin Saati, “Mimarlar Derneği 1927”, Boyut Yayın Grubu, I. Bası, Eylül 2002.

-Cihat Burak, Vandalizm Üzerine, Yeni Ufuklar, Sayı: 133, Haziran 1960.

-Mme de Staël, Almanya’ya Dair I, M.E.B. Yayını, 1945. Çev.: Nasuhi Baydar.

-Kontrast Fotoğraf Dergisi, “Dünden Bugüne Ankara” Özel Sayısı, Eylül / Ekim 2013, S. 37.

-Hasan Özbay, Günümüz Türk Kentlerinde Kaybolan Birliktelik / Kent ve Mimar, Mimarlık, Sayı. 237, 1989/5.

Ulus İşhanı’nın Söyledikleri, Ali Cengizkan ve Didem Kılıçkıran, Vekam Y. I. Bası, 2008.

-Mimar Turgut Cansever, Toplum, Şehir, Yapı ve Sorunlar; Yeni Ufuklar, a.g.s.