“Müze”lik yazılar 2-“Demiryolu Müzesi İhya Edilmelidir”
Reşat Yamaner
Demiryolu müzesinin “geçici” kaydıyla Haydarpaşa’da ilk kuruluşu, Bayındırlık Bakanı Behiç ve Devlet Demiryolları Genel Müdürü Haşim Beyler zamanında, 1928 yılı Nisan ayındadır. Burada toplanacak olan eşya, “müze” biraz daha geliştikten sonra “yakın bir gelecekte” Ankara’ya taşınarak, “inşa edilecek mahalli mahsusa vaz ve erbabı meraka küşat” edilecekti (bu iş için yapılacak özel bir yapıda meraklılarına açılacaktı). Bu konuda teşkilata gönderilen yönergede (tamimde):
“Memleketimizde milli bir meslek halinde vücut bulan ve günden güne tevessü ve taazzuv eden (genişleyen ve kurumlaşan) demiryollarımızın kıymetli hatıralarını muhafaza ve demiryolu mensubininin (çalışanlarının) tarzı mesailerini ve memleketteki terakkiyatı (ilerlemeyi) tesbit edecek ve daima yaşatacak olan bir demiryol müzesi kurulması”nın ehemmiyetine işaret ve bütün daire ve şubelerle demiryolu memur ve müstahdemleri müzenin zenginleştirilmesi için mesaiye davet ediliyordu.
TCDD Müze ve Sanat Galerisi. (Foto: ÜS).
Yukarıda sözü edilen teşebbüs tarihinden (1928) bugüne kadar (1951) yirmi beş yıla yakın bir zaman geçmiştir. Bundan beş altı sene önce Haydarpaşa’daki hareket kursuna mümeyyiz (sınav görevlisi, ayırtman) olarak gönderildiğim sıralarda, kursun o zaman bulunduğu en üst katta dar bir salona üst üste yığılmış, toz toprak içinde mühmel (boşlanmış, kendi başına bırakılmış), ve perişan bir durumdaki müze eşyasını görmek fırsatını bulmuş ve bu yürekler acısı manzaradan içim sızlamıştı… Bu boynu bükük eşya arasında Türk demiryolculuk tarihinin binlerce lira pahasına da olsa bir ikincisi temin edilemeyecek değerde hatıraları vardı. Bunların ilk kuruluşundan beri düzgünce tutulmuş bir envanteri (dökümü) ve bu envantere göre müzeyi yekdiğerine (bir başkasına) devreden sorumluları var mıydı? Bugün (1951) bu demiryolu müzesi çekirdeğinden elde kalan bakaya (artık) nerelerde ve nasıl bir durumdadır? Bilmiyorum ve içimi bir kere daha sızlatacak bir cevap almak endişesiyle sorup öğrenmekten adetâ çekiniyorum. Bizde birçok iyi başlangıçların, hayırlı kuruluşların Batı âleminde olduğu gibi zamanla tamamlanarak gelişecek yerde, şahsa bağlı alâka ve gayretlerin günün birinde kesilivermesi yüzünden akim (sonuçsuz) veya hiç değilse mühmel (boşlanmış) ve metruk (bırakılmış) kaldığı az rastlanan olaylardan değildir.
Yalnız milli veya mesleki anane (görenek) ve hatıraları yaşatmakla kalmayarak nesiller boyunca gitgide fazla ilgi çekecek bir okul rolü oynayan müzelerin medeni bir süs veya toplumsal bir lüks mahiyetinde olmayıp hakiki bir lüzum ve ihtiyaca tekabül ettiği (karşılık geldiği) rahmetli [Osman] Hamdi ve Halil Edhem Beylerden beri geçen yüz yıla yakın zaman içinde memleketimizde de iyice anlaşılmış bulunmaktadır. Ankara ve İstanbul’da kapılarını dosta düşmana şeref ve iftiharla açtığımız çeşitli müzeler arasında, niçin birçok memleketlerde olduğu gibi bir demiryolu müzesi de yer almış bulunmasın?… Bugünkü şartlar altında böyle bir müzenin hemen kurulup açılmasına imkan bulunamasa bile yarınkileri bu imkandan mahrum etmemek için bugünden hazırlıklarına başlamak lazımdır.
Demiryolu müzesinin ihyasını (yeniden canlandırılmasını) bundan iki üç yıl önce Devlet Demiryollarının 25. yılı dolayısıyla (1948) önerdiğim zaman bu işe elverişli bir bina bulunmasındaki güçlükler öne sürülmüştü. Ankara’da böyle bir girişim için bina durumunun elverişsiz olduğu kabul edilmese de Sirkeci, Eskişehir ve Afyon gibi yerlerde mülga (kaldırılmış) işletmelerden kalma çeşitli binalardan bir başlangıç için yararlanılamaz mı? Bazı memleketlerin demiryolu müzelerinin hazırlıklarına baraka ve sundurmalar altında başlamış olduklarını biliyoruz. Esasen bu gibi müzelerin kurulmasının ilk aşaması, “toplama ve saklama”dır. Bu aşama, görece az bir harcama, fakat büyük ölçüde bilgi, heves ve çaba ister. Giderilmesi imkânsız bir kayba uğramadan toplanabilip iyi bir biçimde saklanan eşyanın sınıflandırma, düzenleme ve sergilenmesi ise yıllara bölünmesi mümkün ve daha uygun olan bir iştir.
Müze konusunda: “Şimdi çok daha önemli işlerle uğraşıyoruz; hele uygun bir zamanı, eşref saati gelsin, gereğine bakıyoruz” biçiminde düşünmek çok zararlı olabilir. Her geçen yıl ve hattâ her geçen gün ve saat bir daha maddi veya manevi hiçbir fedakârlıkla ele geçirilemeyecek bir eserin kaybedilmesine sebep olabilir. Lokomotifler, vagonlar sökülüp parçalanır; binalar yıkılır; hele ufak tefek eşya, yazı ve resimler, tarihi vesikalar süratle el değiştirir ve ortadan kayboluverirler! Günlük rolünü yitirmiş olan hatıralar, ancak onların memleket ölçüsündeki değerini ve uzun zaman saklama yolunu bilen kadirşinas (değerbilir) ellerde bu acıklı sondan kurtarılabilirler. Yalnız müzeye girecek eşyanın değil, bunların toplanıp değerlendirilmesinde yararlı olabilecek vukuf (donanım) ve yetkinlikteki kimselerin de yıldan yıla hizmet sahnesinden çekilmekte oldukları hesaba katılmalıdır!…
Demiryolu müzesinin kurulması konusunda, işin tamamlanması şu ya da bu nedenle ertelenebilir. Fakat tarihsel bir sorumluluğu gerektiren bu işe başlamanın, daha doğrusu, başlanmış olan işi yeniden ele alıp ihyâ etmenin (diriltmenin), düşüncemize kalırsa ne savsaklamaya ne de ertelemeye tahammülü yoktur. (Demiryollar Mecmuası, Kasım 1951, S. 2).
Ümit Sarıaslan