Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

Anılar İçinde Bir Yolculuk

(yorumlar kapalı)

resimAklımda böyle kalmış adı: Güney ya da Kurtalan Ekspresi… Haydarpaşa Gar’ında beklerken, hoparlörden yükselen bir ses genellikle bizi sevindirirdi: "Dikkat dikkat, Haydarpaşa-Eskişehir üzerinden Kurtalan’a gidecek olan yolcu treni beş dakika sonra hareket edecektir…" Bu anons, ardından yabancı bir dille yinelenirdi. "Attention, attention…" Uzun bekleyişlerin, yorgunlukların, esnemelerin ardından gelen bu ses birçok yolcuyla birlikte bizi de hareketlendirirdi.

resim

Kısa sürede kompartımanların içinde bulurduk kendimizi. Üçüncü mevki biletler ve tahta oturaklar… İstasyonun o kömür ve buhar kokan havasından kurtulduk, derken trenin o kendine özgü gurbet kokusu… Her şeyleri arkada bırakırdık. Boğazda gidip gelen tembel gemiler, bazen bir kıyıdan seyrettiğimiz o çalışkan liman işçileri, martılar, vapur düdükleri, koşuşturan insanlar, sırtlarında o ağır yükleriyle hamallar, yosun kokusu, üst geçitler, buralardan treni izleyen, içerdekilere el sallayan insanlar… Ve trenin o sallantıları, balkonlarda gazetelerini okuyan pijamalı adamlar, yolculuk boyunca süren tak taklarla dolu ritim, kulaklarımızın ağırlığı…

Akçadağ’a yaptığımız ilk tren yolculuğumuzu anımsamaya çalışıyorum. Aradan kırk yedi yıl geçmiş. Yarım yüzyıl. Beni Haydarpaşa Gar çok etkilemişti. Saray gibi bir bina… Orada bizi bir polis vagonlara yerleştirmişti. Hatta kompartımanın birinde iki yolcu vardı, onlara rica etti, bizi bir grup olarak oraya yerleştirdi. O yıllarda polislerin o körüklü çizmeleri oldukça ilgimi çekmişti. Hoşuma gitmişti bu çizmeler…

Sonra uzun bir yolculuk… Dağlardan geçiyorduk, vadilerden geçiyorduk, düz ovalardan geçiyorduk. Canımız sıkılınca koridora çıkıyorduk. Bize bazı yolcular sorular soruyorlardı. Nereden geliyorsunuz, diyenlere Yunanistan’dan geldiğimizi söylüyorduk. Kimileri ilgileniyor, kimileri de muhabbeti orada kesiyordu. Bazıları, Yunanistan’da Türk var mı, diye bize göre cahil cahil soruyorlardı. Ama çoğu kez bu insanlarla iyi ilişkiler kuruyorduk.

Tren ilerliyordu. Köprülerden, tünellerden geçiyorduk. Bir sessizlik oluyordu tünellerden geçerken tren. Konuşmalar kesiliyordu. Sonra birden bir aydınlık. Bir gölün kıyısından geçerken sürüyle mandalar görmüştük. Sazlar, kıyıda kayıklar… Birileri oltayla balık avlıyordu. Kompartımanlarda yorgun insanlar… Kimileri saz çalıyor, türkü söylüyordu. Sırtlarında çocukları kadınlar, oturacak boş yer arıyorlardı. Bazı yorganlı döşekli insanlar… O akşamlar ne çabuk oluyordu öyle… uyur muyduk, uyumaz mıydık, hatırlamıyorum. Bazen koridordaki pencereden dışarısını seyrederken birden dizlerim çözülüyordu. Gözlerimi bir açıyordum ki, tren bir istasyonda durmak üzere oluyordu… Pencerelere doğru ellerindeki yiyecekleri yolculara uzatan satıcılar… Bazı yolcular kompartımanlardaki masaları açıp orada bir şeyler yemeye çalışıyorlardı.

Lâcivert giysileri içinde bir memur, (bunlara kondüktör dendiğini daha sonra öğrendik) her istasyona yaklaştığımızda kompartıman kapılarını açarak "…inecek olan yolcular hazır olsunlar" diye uyarıda bulunurdu. Tren dunca bazı yolcular inerlerdi trenden. Bazı yeni yolcuların bindiği de olurdu. İnsanlar vedalaşırlardı birbirleriyle. Tren çekilirken eller durmadan sallanırdı. Sonra uzun süren bir sessizlik. Hemşerim yolculuk nereye?.. Orada bulunan birileri sorardı. Sonra usul usul bir muhabbet başlardı. Bazı yolcularsa uzun süre konuşmaz, derin düşünceler içinde raflardaki eşyalara boş boş bakarlardı.

Bazen küçük bir istasyonda dururdu tren. Bir yolcu tahta bavuluyla istasyon binasının yanından geçerek daracık bir patika içinde yitip giderdi. Bir kadın evinin bahçesinde bir ipe çamaşır sererdi. Gözleri trende, yalnızlığını bir an olsun gidermek istercesine dolaştırırdı.

resim
Eskişehir Peron

Eskişehir Garına girişimiz olduğu gibi aklımda. Gece olmalı yada bir sabaha karşı… yarı karanlık içinde satıcıların sesleriyle uyandık. Salep… salep… Benim o güne değin böyle bir şey gördüğüm yok. Hangi arkadaştı, hatırlamıyorum, çok güzel, dedi, onun öğüdüyle aldım, içtim, ama hiç sevmedim. Bir daha da salep içmedim tabii.

resim
Eskişehir Depo ve Çalışanlar

Eskişehir garda büyük demi hangarlar, yüzlerce lokomotif, raylar, düzensiz bir kalabalık yağlı bir aydınlık ve kulakları rahatsız edici bir gürültü… Ve daha öteleri karanlık… Ben bu kalabalık içinde yıllar önce köyümüzü terk edip buraya yerleşen komşulardan biriyle karşılaşırım diye kalabalık arasında gezdiriyorum bakışlarımı.

Ah, bir görebilsem… içimde anlaşılmaz bir umut. O an, kendimi köyümde buluyorum. Böyle yorgun ve uykusuz değilim. Züleyha’nın o kâğıt gibi yüzü içimde bir tatlılık. O kapının demirindeki salıncakta. Ben onu sallıyorum. Sonra ona ovadaki kova otlarından ördüğüm şapkayı uzatıyorum. Sevinçle alıyor bunu, başına koyuyor. Dalmışım, birileri geç kompartımandaki yerine diyor. Şimdi bir sürü yolcu biniyor. Yerimizi kaplamasınlar. Daha çok uzun bir yolculuğumuz var… Emin değilim, ama birilerinin bunları söylediğini anımsıyorum. Orada mı, bir başka istasyonda mı?.. ama daha orada aklıma koydum. Başka kez burada durup o akraba ve tanıdıkları bulacağım… Eskişehir içimde anlam taşıyan bir şehir olup gidiyor o an… Eskişehir’i sevmeye başladım bile…

Tren çekilirken biraz da üzülmüyor değilim… Şaşıyorum… Oysa önümüzde daha gidilecek ne yollar, ne istasyonlar, ne yerler varmış?..

Biz insanlar ne tuhaf yaratıklarız. Dünü, bugünü ve geleceği de birlikte yaşıyoruz çoğu kez. Dünden bugüne kaçışlarımız, bugünden yarına dönük kaçışlarımız…

Birazdan yazımı burada kesip kahveye çıkmaya niyetleniyorum. İnsanlar yine orada birbirleriyle dertleşecekler. Bunu başaramazlarsa bile hiç olmazsa birbirleriyle atışacaklar. Bereket ki televizyon kanalları var… Yoksa millet birbirini kırıp dökecek… Herkes patlama noktasına gelmiş. Oysa hiç kimse neye kızdığını, niçin kızdığını bilmiyor. Herkes kendininden başkalarını yanlışlar içinde görüyor. Yanlışlar içinde yürümek insanı bir yerlere götürmez ki…

(Anılar İçinde Bir Yolculuk-4/ Rahmi ALİ, Şafak Dergisi, sayı:120-Gümülcine/YUNANİSTAN)

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: Rahmi ALİ,