Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

Garda Kedi Nefesi

(yorumlar kapalı)

Garda Kedi Nefesi

Yaşını kestirmek güç. Kimin haddine, bir başkası için yaşlı ya da genç demek… Temiz, eskiliğine rağmen kalitesini belli eden uzunca, gri bir paltosu; el inceliği göz nuru değmiş, yünden beresi var… Sağlıklı görünüyor. Ne bize dönüyor yüzünü ne raylara; sağ eliyle havayı sıkıyor önce, boğazlarcasına; sonra işaret parmağıyla daireler çiziyor ardarda; en sonunda var gücüyle fırlatıyor elindeki her neyse onu, uzağa; çok uzağa…

resim

Fotoğraf http://kraldancokkralci.blogspot.com

Başını öne eğip içini çekiyor sonra. İçeriye gidip afişlere, fotoğraflara, tarifelere bakıyor; batılardan doğulardan yer beğenemiyor kendine. Geri geliyor, platformun kenarında tekrarlıyor aynı hareketleri. Bekleme salonunun dış kısmında, sigara içilen bölümde oturuyorum. "Allah kimseyi aklından etmesin." diyor yanımdaki kadın. Sardunya pembesi dudakları kırılıyor konuşurken. "Öyle…" diyorum, adamın uzağa ne fırlattığını görmeye çalışırken.

"Görüyorsunuz ya, garların bile kendi başlarına varoluşları var." diyor, kendi başına var olamadığına hayıflanır gibi, "deli"yi burnunun ucuyla işaret ederek."Hep burada mı acaba bu adam?" "Bilmem, ben ilk defa rastlıyorum."diyorum. Ne fırlatıyor bu adam, ne, ne… "Yolculuk nereye?" "Ben gezmeye geldim." Böyle oturduğum yerden, oturduğum yerden.."Ya…" diyor Bayan Sardunya, vah vah dercesine, "evet, gezmeye…" diyorum, kolumdan tutup "deli"nin yanına götürecek bakıyor bana. "Ankara’da oturuyorsunuz yani…" derken etrafa bakınıyor, gezilebilecek yer ararcasına. "Hı… hı…" diyorum, adam giderek daha da, daha da uzağa fırlatıyor ne fırlatıyorsa. Uzun süre susuyor kadın. Beş fırlatışlık… Sonra, kafasında ölçüp biçmeleri olumlu sonuçlanınca, yüzü ışıyarak: "Değişik yerler görmek iyidir." diyor. Aklanıyorum. "İyi." diyorum, bu kez de iki kelimeyi bir araya getiremeyen bir aptal mı yoksa, düşüncesine kapılmasın diye ekleyiveriyorum  "trenleri severim de… gelip burada, gar pastanesinde bir kahve içeyim dedim."  "Ne ala.." diyor kadın. Fakat burası pastane değil, bekleme salonu yazısına bakıyor bir süre, çelişmekten yorgun: "Ben de İstanbul’a gideceğim." İyi yolculuklar diliyorum.

Neredeyse kanatlanıp uçacak "deli"nin fırlattıkları… Karşımızda oturan adam: "Karısının ümüğünü sıkmış bu adam… Yetmemiş, boynunu kırmış. Sonra da atıvermiş kenara. Artık hapiste mi delirdi, oracıkta mı delirdi ben bilmem…" diyor. Kanatlanana bakarak "Kaç kiloymuş kadın?" diye soruyorum. "Ne bileyim ben hanfendi, yanlış anladınız, tanıdığımdan değil." derken adam, kırık sardunyalı kadın gene deli’ymişim deli’ymişim bakıyor bana. "Kadını bu kadar uzağa fırlatabileceğini sanmıyorum." diyorum; kadın bana küpe taksa, gözüm yaşı alsa.. Adamın yanındaki genç çocuk: "Belki de bilinçaltından çıkarıp uzağa atıyor bu cinayeti." diye heyecanlı bir çıkış yapıyor.

"Oğlunuz mu?" diyorum adama, fırlattığı cinayetse bilinçaltında mı yoksa olabildiğince üstte mi? Adam, ben birilerinin bir şeysi olmak zorunda mıyım canım, terslenmesiyle: "Değil." cevabını yapıştırıyor, vallahi de, alnımın ortasına. Genç, ağzını açacakken bir gürültüdür kopuyor. Garın devi olsa gerek, bir adam, "deli"nin üstüne yürüyor "Sen kime el kol hareketi yapıyorsun lan?!" diye. "Sen ne fırlatıyorsun lan?" diye yürüse bir koşu katılacağım; belki cevap bulacak, huzur duyacağım. Pastanenin çaycısıyla, lokantanın şef garsonu anında, gara özgü bir büyüyle mutlaka, devi yatıştırıyorlar. Ellemeyin, o "deli". Dev, lokantaya; "deli" fotoğraf başına..Oturduğum yerden seçemiyorum fotoğrafları. Sol taraftakilere bakıyor en çok; sonra dışarı çıkıp fırlatmaya devam ediyor. "Ben fotoğraflara bir bakayım." diyorum, pembesi solmaya başlayan sardunyaya. "Tabii, tabii gezin.."diyor. Adamla gence başımla selam verip içeri, fotoğraf sergisine koşturuyorum. Sol taraftaki fotoğraflarda trenler de trenler var: tünelden çıkan, kıvrılan, dağlar arasında ilerleyen, istasyonda duran trenler..Koştura koştura dışarı çıkıyorum; "deli" pastane tarafına yakın duruyor. Gene boşluğun uzağına fırlatıyor.. Geçerken Sardunya Hanım’a bakıyorum. Başını sandalyenin arkasına yaslamış, pembesini dinlendiriyor. Koşarak gezen’e gözlerini deviriyor. El sallayıp pastanenin dışarıdaki tek masasına oturuyorum. Hayır, içeri geçmek istemem, soğuktan şikayetçi değilim. Bir sade kahve, bir de kültablası lütfen.. Daha az insan, daha çok ray görüyorum şimdi. Bir tren gelir, eli kulağında.. Fırlata fırlata yaklaşıyor adam. Fırlattığını seçemiyorum. Saçı dağılmış, hırkasının düğmeleri yanlış iliklenmiş, gençten bir kadın kızının elini tutmuş; bana doğru geliyor. Dört yaşında mı kız, beş mi.. "Çeşme nerede?"diye soruyor kadın, nasıl bıkkın nasıl bıkkın; kız, elindeki boş şişeyi sallıyor gözümün önünde. "Şurada bir ok var, ileriyi gösteriyor ama.." diyorum, kadın önce bana, sonra işarete bakıyor. Nasıl seviniyor, nasıl rahatlıyor; "Sağolun." Onlar çeşmeyi buldururken "deli" yanı başıma geliyor. Raylara mı fırlatıyor, yok.. Havaya? Değil. Tren geliyor, duruyor önümde ve karşımda. Adam, durup trene bakıyor. Kadınla kız, su yolun dan dönüyorlar. Aman, diyorum, iyi; kadın yolda bayılıp kalmamış. Anne, kızını çekiştiriyor; "deli"nin uzağından geçmek için. Belli ki "anormal" davranışlarını görmüş adamın, şimdi duruyor ama, belli mi olur. Ama kız, inatçı. "Hadi kızım, yürü, bak çekme o tarafa.."diye söylenen annesinin elini bırakıp adamın yanına koşuyor. Gözüne gözüne bakıyor sonra.

Adam, harekete geçiyor: havayı boğuyor, işaret parmağıyla daireler çiziyor, tutup fırlatıyor uzağa. Trene bakarak duruyor sonra. Annesi kızın yanına varıyor. Bir kurtarsa kızını "deli"nin yanından.. Kız, annesine dönüyor: "Kedisi varmış küçükken. Babası tutmuş boğazından tepmiş çuvala, çuvala ipi dolamış dolamış geçen trenin içine fırlatmış atmış. Kedi uzağa, çok uzağa gitmiş. Dönememiş. Ona üzülüyor." Elindeki suyu adama uzatıyor sonra, cam şişeden su içiyor adam. "Su sende kalsın." diyor küçük(mü) kız; annesinin elini tutup uzaklaşıyor. Adam cam şişeye ağlıyor; adam trene; adam kediye..

NOT: Bu makale 09.09.2004 tarihinde http://www.kedigen.com/konu/20/2218 adresinde yayınlanmıştır.

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: İpek Güngeç