Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

Avrupa’nın En Eski Üniversitesi İstanbul’da Magnaura Sarayı Binası

resimİstanbul’da, ilk kez 425 yılında Bizans imparatoru 2.Teodosius tarafından Magnaura Saray binası çatısı altında çeşitli bilim dallarının birleştirilerek düzenlenmesiyle ortaya çıkan, laik yüksek öğretim kurumu, üniversiteler tarihine ait listelere bakılırsa, Avrupa’nın İLK ÜNİVERSİTESİ kabul edilerek, adı “Konstantinopolis Üniversitesi” ya da Magnaura Sarayı Üniversitesi, veya yunanca “Pandidakterion tes Magnauras” olarak geçiyor.

 

Bu saraya verilen isim Latince MAGNA AULA sözcüklerinde yatar ve içine çok kişi alabilen, resmi merasimlerin yapıldığı, geniş salon anlamı taşır. Günümüzde, İtalya’da, Ortaçağ’dan kalma üniversitelerde mezuniyet töreni, “muhteşem rektör”ün (il Magnifico Rettore) hazır bulunduğu, görkemli, “AULA MAGNA” da (İtalyanca’da iki sözcüğün yeri değiştirilerek Aula Manya okunuyor) yapılmaktadır. Stockholm Üniversitesi’nin Frescati Campus’ünde R. Erskine’in 1997 tarihli tasarımı AULA MAGNA ise etrafındaki doğaya şeffaf, ana fikri klasik anfiye dayanan, çağdaş mimaride yeri olan, üniversite düzeyinde bütün kültür etkinliklerine yakışır bir yapıttır.

 

529 yılında Atina’daki Eflatun Akademisi kapatılınca, klasik devir kültürlerinin yazılı mirasını koruma, öğrenme, gelecek nesillere nakletme asil görevi kentimiz İstanbul’a, yani zamanın Konstantinopolis’ine kaydı. El yazması kitapların kopye edilmesi için manastır “scriptorium” (yazıhane)larında keşişler harıl harıl çalışıyordu. Yedikule ve Marmara sahiline yakın meşhur Studion manastırında keşişlerin bir kısmı uyurken diğer grup, aralıksız, kitapları istinsah ederek çoğaltmaya devam ediyordu (bu bakımdan bir adı Uyumazlar (Akoimetoi) Manastırı’na çıkmıştı!). Araştırmacılar, manastırlarda ilahiyata giren konuların dışına pek çıkılmazken, imparator’un isteğiyle halk için veya hayırsever (maecenas)’lerin desteğiyle çalışan sivillerin ve atölyelerin, her tür eseri çok sayıda istinsah etme işi ile meşgul olduğunu, Hıristiyanlık öncesi geçmişi yakınen bilen ve merak eden insanlar sayesinde, giderek, kentin kitap cennetine döndüğünü ima ediyorlar. İslam dünyasının iftihar ettiği , al-Ma’mun (813-833) tarafından Bağdat’ta kurulan Beyt-ül Hikme yüksek enstitüsünün, çeviri programlarına uyan Eflatun, Aristoteles gibi filozofların eserlerini elde etmek için İstanbul’a görevli kişiler göndermesi de bu geçmiş kültürlere değer verme, onları yaşatma bağlamında anlaşılmalıdır.

 

Konstantinopolis Magnaura üniversitesi imparator 3.Michael (842-867) zamanında naibi Bardas tarafından yeniden yapılandırıldı. Dersler, 15’i latince, 16’sı yunanca olmak üzere, 31 kürsüden sunuluyordu. Okulda Eflatunculuk ve Aristotelizm felsefe geleneği hep canlı tutuldu.

 

Üniversite, her ne kadar işler vaziyette 15. yüzyıla kadar hayatta kaldı ise de, Latinlerin 1204’te İstanbul’u istilasından sonra, klasik devirden beri sürdürdüğü laiklik niteliğini kaybederek yavaş yavaş kilisenin tesiri altına girdi. Son bir hamle ile 2. Manuel Paleolog’un (1391-1425) kurduğu yeni üniversite gramer ve aristocu felsefe ekolleri bakımından ün saldı. Bütün bilim dallarının öğretildiği bu “Mouseion” un başında iki önemli kültür insanı vardı; birisi, Türkler şehri aldıktan sonra ilk patrik olan Aristo felsefecisi George Scholarios, diğeri Roma Kilisesi ile yaklaşmaya yatkın, Floransa’ya göçüp orada Aristo mantığı dersleri veren G. Argyropoulos idi. Geniş kültür birikimli bu Bizanslı şahsiyetlerden etkilenen, kendisi de bilgin Aeneas Sylvius Piccolomini, yani Papa Pius II, Konstantinopolis eğitimi almamış bir kimsenin kendisini tam manasiyle okumuşlu addedemeyeceğini boşuna söylememişti!

 

Üniversite deyiminin erken devirde henüz kullanılmadığını hatırlatmak yerinde olacaktır. “Universitas” ilk defa, 1088’de kurulan Bologna Üniversitesi’nin statüsünde geçiyordu ( bu nedenle “Universitas Studiorum Bolognensis” in Avrupa’nın en eski üniversitesi olduğu görüşünde olanlar var). Ortaçağ latincesinde “Universitas”, evrensel bilgiler verilen yer ile alakalı olmayıp, hukuki bir içerik taşıyordu. Bologna’da meydana gelen “universitas”, öğrenci gruplarının “studium” yani eğitim dalına göre birleşip hocaların peşinden giderek onlarla da ve diğer görevlilerle, belli şartlar ve programlar içinde, belli bir mekanda, diploma verme yetkisi ve alma hakkıyla, hepsinin bir Korporasyon halinde birleşmesinden doğan topluluğa verilen isim idi.

 

İstanbul’daki Magnaura Sarayı, aynı zamanda, meşhur kabul salonu bünyesinde yabancı elçileri, seyyahları hayrete düşüren harikalar saklıyordu. 10. asırda İstanbul’u ziyaret eden Cremonalı piskopos Liutprand salonu tarif ederken, kocaman bir tahtın iki yanında altın boyalı iki aslan heykelin muhafızlık yaptığını, bunların arada kuyruklarını yere vurarak açıkağızla ve korkutucu sesle kükrediklerini, tahtın kendiliğinden hareket ederek bir anda havada yükseldiğini anlatıyor. Tahta yakın bir altın ağaç üstünde kuşlar daldan dala uçuşarak şakırdıyorlardı. Bu kendiliğinden hareket eden aygıtlar (automata) İslam dünyasında özellikle Bağdat saraylarında da görülmüştü. Şaşaaya düşkün imparator Theophilos (813–842) zamanında Bağdat ile Bizans arasında karşılıklı hediyeler gönderildiği de kaynaklardan anlaşılıyor. Bu nedenle, Magnaura’daki ötüşen kuşlar Bağdat’tan armağan gelmiş olabilir mi?

 

Şair W. B. Yeates “Sailing to Byzantium” (Bizantium’a Yelken Açış) ilk basımı 1928 tarihli şiirinde, dallarında yapma kuşların geçmiş geçen geleceği öttüğü, Bizans’ın hayret verici ağacını hatırlar. Gönlünü uzun zamanlardan beri kültür üreten gizemli kent İstanbul’a kaptırmış yerli yabancı şairler… Oradan buradan okunan mısralarınızla kültür başkenti yeniden keşfediliyor…

 

 

Ç A Ğ R I

 

AVRUPA’NIN EN ESKİ ÜNİVERSİTESİ MAGNAURA SARAYI KALINTILARI HİÇ KİMSEYE SATILAMAZ. İSTANBUL 2010 AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ KOMİTESİ HEMEN KARAR ALIP,

 

PROJE GELİŞTİRMELİ VE GEREKEN DANIŞMANLIKLAR İÇİN ARKEOLOGLAR, BİZANS UZMANLARI, KÜLTÜR TARİHÇİLERİ, MİMARLAR ODASI, RESTORASYON MİMARLARI, KAYNAKLAR İÇİN FENER PATRİKHANESİ İLE İŞBİRLİĞİ YAPMALI. BU ANLAMLI 2010 YILINDA, BİZE, KÜLTÜRÜMÜZE BU ABİDE YAPITI TEKRAR KAZANDIRMALI, CANLANDIRMALIDIR. BUNU BİR HAYAL GİBİ DEĞİL, İSTANBULLU OLARAK KUVVETLE ARZ VE TALEP EDİYORUM.

 

Rezan Peya Gökçen

Sahibinden satılık Bizans sarayı

 

Milattan önce 337 ve 324 yılları arasında Bizans İmparatoru Birinci Konstantin’in elçileri kabul edip, toplantılar düzenlediği Sultanahmet’te yer alan Magnaura Sarayı, 12 milyon Euro’dan satışa çıkarıldığını http://www.qurbaa.com/sahibinden-satilik-bizans-sarayi.html  link adresinde yayınlanan haberden öğrenmiş bulunmaktayız.

Avrupa’nın en eski üniversitesi sayılabilecek İstanbul’daki çok önemli Magnaura Saray kalıntılarının emlak piyasasında satılığa çıkarılması (halen bir özelin elinde olması sürecinin de açıklığa kavuşması gerekir. Oysa Anayasa taşınır taşınmaz kültür varlıklarını devletin koruma görevini öngörüyor. Kültür mirasını bizim koruyamama ihtimalini engellemek üzerine skandaldan duyduğum hislerle kaleme aldığım çağrıyı Latince’ye çevirip; burada da İstanbul’u seven insanlar olduğunu hatırlatmak amacıyla, fiyatı 12 milyon Avro’ya olan Magnaura’yı satın almaya talip Vatikan sorumlularına göndermeyi düşünmüştüm. Sonra vazgeçtim, onlar araştırmalarını yapıyorlar, uzun vadeli kültür politikalarını tespit etmişler, kültür mirasını koruma felsefesinin zaten farkındalar (açıkçası utandım). Gene de, Vatikan ile kentimizden dağılan değerli kitaplar ve “illustrissimi viri bizantini” (1) katkısıyla da İtalya’da meydana gelen hümanizma, yani dini reddetmeden, insana odaklı Rönesans (yeniden doğuş) mucizesiyle ilgili, Magnaura Üniversite’sinin rolü üzerine iletişim kurmak hoş olurdu, kanısındayım. Avrupa Kültür Başkent’iyiz nihayet!

Önemli bir öneri daha aklıma geliyor: Magnaura’nın halen sahibi, turizm işinde olan (?), kişiler, Magnaura Sarayı kalıntılarını satmak yerine, gerçek kültür turizmine hizmet için araştırmalar başlatsınlar: bin yıl boyunca kimler ziyaret etmiş Magnaura Sarayı’nı? Bıraktıkları kaynaklar incelensin, basılsın, herkes okusun, çağdaş turistler gene gelsinler Magnaura’yı kendi gözleriyle görmeye. Kültür turizmine asıl hizmet böyle olur. Magnaura’nın şimdiki sahipleri, Kültür ve çevre değerlerini koruma konularında faydalı çalışmalar, girişimler yapan, herkesi, bütün kurumları içine alıp destek verebilen, başarılıları ödüllendiren Europa Nostra (EN) İstanbul 2010 kuruluşuna üye olsunlar, işbirliği yapsınlar ve de hatta Magnaura’yı bağışlasınlar. Vaktiyle İstanbul’da hayırseverlik çok gelişmişti. Bu yöntemle, hem onlar hem bu kent hem bütün Avrupa ülkeleri kazanır, binlerce yıllık gelenekler yaşamaya devam eder.

(1) büyük ün salmış Bizanslı şahsiyetler

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: Rezan Peya Gökçen