Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

Türkiye de Deprem Gerçeği Raporu

(yorumlar kapalı)

resimTMMOB Makina Mühendisleri Odası (MMO) Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ekber ÇAKAR, 17 Ağustos 1999 Marmara depreminin 11. yıldönümü dolayısıyla yaptığı yazılı açıklamada "Depremlere karşı önlemler bütünlüğü ve güvenli yapılaşma için yeni bir yapı denetim yasasının çıkarılması gerektiğini, TMMOB’ye bağlı ilgili odaların görev ve yetki alanına giren kamusal nitelikli mesleki denetim, yeterlilik, eğitim ve belgelendirme hizmetlerine dayalı yeni bir yapı denetimi modelinin benimsenmesini" dile getirerek "Türkiye’de Deprem Gerçeği" adlı raporunu kamuoyu ile paylaştı.

 

Depremlere Karşı Önlemler Bütünlüğü ve Güvenli Yapılaşma İçin

Yeni Bir Yapı Denetim Yasası Çıkarılmalıdır.

TMMOB’ye Bağlı İlgili Odaların Görev ve Yetki Alanına Giren Kamusal Nitelikli Mesleki Denetim, Yeterlilik, Eğitim ve Belgelendirme Hizmetlerine Dayalı Yeni Bir Yapı Denetimi Modeli Benimsenmelidir.

Deprem, çok bilimli bir mühendislik, mimarlık alanı olmasına karşın ülkemizde bu disiplinler geriletilmeye çalışıldığı için gerekli katkılar alınamamaktadır. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Makina Mühendisleri Odası (MMO), bu duruma karşı etkin bir duruş sergilemekte; meslek ve uzmanlık alanlarından hareketle mühendislik eğitim, belgelendirme ve mesleki teknik denetim esas ve standartlarının yerleşmesine özel bir önem vermektedir. Odamız konut, sanayi, enerji, ulaşım v.b. birçok alana dek uzanan tesisat–mekanik tesisat sistemlerinin toplumsal yaşam, deprem ve diğer afetlerde taşıdığı önem itibarıyla, Türkiye’de Deprem Gerçeği ve TMMOB Makina Mühendisleri Odası’nın Önerileri Oda Raporundaki bazı temel hususları, 1999 Marmara Depreminin 11. yıldönümünde kamuoyunun dikkatine sunmaktadır.

resim

Türkiye bir deprem ülkesi

Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası ve bu haritaya esas sismisite verilerine göre, Türkiye topraklarının yüzde 93’ü, nüfusunun ve sanayi kuruluşlarının yüzde 98’i, barajlarının yüzde 95’i ve enerji santrallerinin yaklaşık yüzde 50’si deprem bölgeleri içinde yer almaktadır.

1999 Marmara depremi 20. yüzyılın en büyük depremleri arasında

20. yüzyılda dünyada gerçekleşen 31 büyük çaplı deprem arasında Türkiye’nin en büyük iki depremi olan Marmara ve Erzincan Depremleri de yer almıştır. Erzincan depreminde 116 bin 720 bina ağır hasar görmüş ve 32 bin 962 yurttaşımız yaşamlarını kaybetti. 17 Ağustos 1999’da merkez üssü Kocaeli/Gölcük Marmara depreminden, Ankara ve İzmir’e kadar geniş bir alan ve yoğunlukta yaklaşık 16 milyon insan değişik düzeylerde etkilendi. 1999 Marmara depreminde 112 bin 724’ü yıkık ve ağır hasarlı olmak üzere toplam 376 bin 479 konut ve işyerinde hasar saptandı, 133 bin 683 bina çöktü, 17 bin 480 yurttaşımız yaşamlarını kaybetti, 43 bin 953 kişi yaralandı, 600 bin kişi evsiz kaldı. Resmi olmayan rakamlara göre ise ölü sayısı 50 bin, yaralı sayısı da 100 bine yakındır.

Marmara Depreminin maliyetleri TÜSİAD’a göre 17 milyar dolar, DPT’ye göre 15–19 milyar dolar, Dünya Bankası’na göre 12–17 milyar dolar olarak belirlenmiştir.

Büyük Çaplı Bir Marmara Depreminin Yaratacağı Ekonomik, Sosyal Tahribat

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansı (JICA) tarafından yapılan çalışmalarda büyüklüğü 7,5 ve 7,7 olan iki ayrı deprem senaryosuna göre oluşacak muhtemel kayıp ve hasar durumu; 50 bin ile 60 bin arasında ağır hasarlı bina, 500 bin ile 600 bin arasında evsiz aile, 70 bin ile 90 bin civarında ölü, 120 bin ile 130 bin civarında ağır yaralı, 400 bin civarında hafif yaralı, bin ile 2 bin noktada su sızıntısı, 30 bin doğalgaz servis kutusunda gaz çıkışı, 140 milyon ton enkaz, 1 milyon kişi için kurtarma operasyonu, 330 bin çadır, 50 milyar dolar civarında maddi kayıp olarak tahmin edilmektedir.

Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nün raporlarına göre de İstanbul’da toplam 35–40 bin binanın tamamen, 70 bin binanın ağır, 200 bin binanın da orta derecede hasar göreceği öngörülüyor. Bu kapsamda, sadece İstanbul’da kayıpların 11 milyar dolarlık kısmının yalnızca bina hasarlarına bağlı olacağı tahmin edilmektedir. Bu noktada depreme karşı alınan önlemler konusu son derece önem taşımaktadır.

Mühendislik piyasacı bir zihniyetle ‘maliyet’e feda ediliyor

İlgili bir Bakanlık tarafından 2010–2014 yıllarını kapsayacak olan Stratejik Plan kapsamındaki "Stratejik Yönetim Projesi Süreç Raporu"nda söylenen, "Çok sayıda binanın detaylı mühendislik hesapları ile deprem güvenliğini belirlemek hem insan kaynağı hem de finansal açıdan mümkün değildir. Bu nedenle alternatif bir yola ihtiyaç vardır. Bu proje kapsamında mevcut yapı stoğundaki riski yüksek binaların detaylı mühendislik hesapları kullanılmadan hızlı bir biçimde belirlenebilmesi için hızlı değerlendirme yöntemleri geliştirilmesi planlanmaktadır" şeklindeki yaklaşım bilimsel teknik gereklilikler açısından kabul edilemez niteliktedir; mühendisliğin kamusal hizmetten tasfiyesini öngörmektedir. "İnsan kaynağı" gerekçesindeki mühendislik faktörünün, işsiz mühendisler gerçeğinin atlanarak değerlendirilmesi ve detaylı mühendislik hesapları gereklerinin bir "maliyet" ve "finansal" sorun olarak görülmesi, toplumun can ve mal güvenliğinin nasıl ele alındığını göstermektedir.

Yapı denetiminin mevcut durumu

81 ilimizin 55’inin Birinci Derece Deprem Bölgesinde bulunmasına karşın Yapı Denetim Yasasının 2001’de yalnızca 19 ili kapsamına alması, tüm illere ise ancak 1 Ocak 2011’den itibaren yayılacak olması; Deprem Şurası, Ulusal Deprem Konseyi gibi oluşumların devre dışı bırakılması ve mühendislik, mimarlık hizmetlerine gereken önemin verilmemesi, deprem önlemlerinin ülkemizdeki yetersizliğine ilişkin ciddi ipuçları sunmaktadır.

Türkiye’de 17 milyon civarındaki yapı stokunun yüzde 67’si ruhsatsız ve kaçak, yüzde 60’ı 20 yaş üzeri konutlardan oluşmakta ve yüzde 40’ı depreme karşı güçlendirilmesi gerekir durumdadır. İşte bu noktada yapı denetimi konusu birinci derecede önem taşımaktadır.

1999 Marmara depremi sonrasında yapılan yapı denetimi düzenlemeleri sorunları çözememiş, kamusal denetim alanını ticarileştirerek özelleştiren, katılımcılığı reddeden, meslek odalarının önerilerine kapılarını kapatan bir anlayış tercih edilmiştir. Depremle ilgili en önemli yasal düzenlemelerden biri olan 2001 tarihli 4708 sayılı Yapı Denetim Yasasında kamu yapıları denetim dışı kalmakta ve TMMOB’ye bağlı ilgili Odaların yasa ve yönetmeliklerce tanınmış görevleri içinde bulunan mühendislik, mimarlık hizmetlerinin mesleki yeterlilik, eğitim, belgelendirme ve denetleme boyutları içerilmemektedir. Diğer yandan yasa, yapıları yalnızca bina taşıyıcı sistemlerden ibaret görmektedir. Oysa Marmara Depremi sonrası yapılan incelemeler, oluşan kayıpların % 80’e varan kısmının, taşıyıcı sistemlerin gördüğü zarara bağlı olarak tesisatlarda oluşan hasarlar nedeniyle meydana geldiğini göstermiştir.

Deprem sorununa kalıcı önlemler için öneriler

Deprem sorununa güvenli önlemler açısından yapılması gereken bazı temel hususlar şunlardır.

Deprem öncesi, deprem sırası ve sonrasında yapılacak çalışmalara ilişkin kamu ve toplum yararını temel alan Ulusal Deprem Stratejisi, Türkiye Deprem Master Planı ve Afet Yönetimi Stratejik Planı oluşturulmalıdır.

Yapı denetimi uygulamasını yönlendiren her türlü karar sistemi, ilgili bütün kurum ve kuruluşların katılımıyla oluşturulmalıdır. İmar, Yapı, Dönüşüm Alanları, Yapı Denetim ve Afet Yasaları; TMMOB ve bağlı ilgili Odalar, üniversiteler ve ilgili kesimlerin katılımıyla düzenlenmeli; bu kuruluşlar mevzuat süreçlerinin asli unsurları olarak tanınmalıdır.

Mevcut Yapı Denetim Yasasının öngördüğü, ticari yanı ağır basan yapı denetim şirketi modeli yerine; uzmanlık ve ahlaki niteliklere sahip yapı denetçilerinin etkinliğine dayalı, meslek odalarının sürece etkin katılımını sağlayacak yeni bir planlama, tasarım, üretim ve denetim süreci modeli benimsenmelidir. Mevcut yasa iptal edilerek yeni bir yasa çıkarılmalı; 3194 Sayılı İmar Yasası ve bağlı ikincil mevzuat, söz konusu model esas alınarak yeniden düzenlenmelidir.

Bütün kamu yapıları yasa kapsamına alınmalı; TOKİ, KİPTAŞ vb. kuruluşların inşaatlarının denetimi, yeni yapı denetim sistemine dahil edilmelidir.

Denetçi belgeleri ve takibi TMMOB’ye bağlı Odalar tarafından verilmeli; yapı denetimi mekanizmasında yer alan meslektaşların sicillerinin tutulması ve meslek içi eğitimler TMMOB’ye bağlı Odalarca yapılmalıdır.

Bina ve doğal eki mekanik tesisatının tasarım, üretim ve bakımında üretenler ve denetleyenler MMO tarafından belgelendirilmiş konunun uzmanı mühendisler olmalı, bu husus bütün yasal düzenlemeler ve Yapı Denetimi Yasasında yer almalıdır.

TMMOB tarafından hazırlanan "Yetkili Mühendis, Mimar ve Şehir Plancılarının Belirlenmesi ve Belgelendirilmesine İlişkin Kanun Tasarısı" ivedilikle yasalaşmalıdır.

I. ve II. sınıf gayri sıhhi müesseseler kapsamındaki endüstriyel tesislerin birbirlerine güvenlik–yaklaşma mesafeleri konusunda gerekli çalışmalar yapılarak standart ve koşullar imar mevzuatına aktarılmalı; bu mesafeler içindeki alanlar Bakanlar Kurulu Kararı ile "afet bölgesi", "yapı yasaklı alan" ilan edilmelidir.

Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik, makina, elektrik mühendisleri ve mimarların tasarım, üretim ve denetim aşamalarında aktif rol üstlenebilecekleri şekilde düzenlenmelidir.

Okullar, hastaneler başta olmak üzere kamu yapılarının depreme karşı güvenli olup olmadıklarının konunun uzmanı mühendisler tarafından tespitine yönelik çalışma başlatılmalı, üniversiteler, TMMOB’ye bağlı ilgili Odalar ve Belediyeler bu çalışmada yer almalıdır.

Sağlık, su, yağmur suyu, atık su, sıcak su, kızgın su, buhar, kızgın yağ, ısıtma, soğutma, asansör, doğalgaz, LPG, sanayi gazı, yakıt, yangın, acil durum, ışıklandırma, yangın, elektrik, yalıtım, güvenlik, depolama, havuz, iletişim ve ulaştırmaya ilişkin tüm tesisat uygulamaları deprem, acil ve afet durumları açısından incelenmeli ve TMMOB’ye bağlı ilgili Odaların eğitim, belgelendirme, denetim süreçlerine tabi olmalıdır.

Doğalgaz, elektrik, ısıtma kazanları, jeneratörler ve gaz tesisatları için erken uyarıcı ve gaz/akım kesici sistemler uygulanmalı, denetimleri meslek odalarınca yürütülmelidir. Doğalgaz firmalarının MMO’dan yetki belgeli mühendislerle çalışması sağlanmalı; doğalgaz projeleri ve montaj denetimlerinin MMO’nun mesleki denetiminden geçirilmesi sağlanmalıdır.

Yapı Sigortası ve Mesleki Sorumluluk Sigortası sistemine bir an önce geçilmelidir.

MMO, bu konularda bütün yetkilileri gerekli adımları atmaya ve işbirliğine çağırmaktadır.

TMMOB Makina Mühendisleri Odası

Yönetim Kurulu Başkanı

Ali Ekber ÇAKAR

 

Türkiye’de Deprem Gerçeği ve

TMMOB Makina Mühendisleri Odası’nın Önerileri

Oda Raporu

 

İçindekiler

Sunuş

I

1900 Sonrası Türkiye’deki Depremler

II

Marmara Depremi

Marmara Depreminin Ülke Ekonomisine Etkisi

Büyük Çaplı Bir Marmara Depreminin Yaratacağı Olası Ekonomik, Sosyal Tahribat

III

Depreme Karşı Alınan Önlemler ve Mevcut Durum

Genel Durum

Yapı Denetiminin Önemi ve Mevcut Durumu

Depremini Bekleyen İstanbul’da "Yapı Denetimi"nin Durumu İçler Acısı

Deprem Bölgesindeki Sanayi Tesisleri, Enerji, Boru ve Yakıt Hatları Kentleri Patlamaya Açık Birer Bomba Durumuna Getiriyor

IV

Makina Mühendisliği Uzmanlık Alanları Önlemleri

Doğalgaz Projelendirme ve Tesisat Montaj Faaliyetlerinin MMO’dan Yetki Belgeli Mühendislerce Yapılması Gerekmektedir

Depremlere Karşı Alınması Gereken Tesisat Önlemleri

Doğalgaz Tesisatı Önlemleri

Mekanik Tesisat Deprem Önlemleri

V

Deprem Sorununa Kalıcı Önlemler İçin Öneriler

 

Ek: Türkiye Deprem Haritası

 

SUNUŞ

 

Depremler doğal afetlerin başında gelmektedir. Etkileri açısından doğal afetlerin yüzde sıralaması % 61 deprem, % 15 toprak kayması, % 14 sel, % 5 kaya düşmesi, % 4 yangın ve % 1 çığ şeklindedir.

Bilim, mühendislik ve akla aykırı uygulamalar ile rant politikaları nedeniyle, ülkemiz bir "deprem ve afet ülkesi" de olmuştur. GSMH’nin her yıl ortalama % 3’ü ile % 7’si afet zararlarını karşılamaya harcanmaktadır. Gerçekte hepsi birer doğa olayı olan deprem, heyelan, çığ/kaya düşmesi, su baskını v.b. olaylar bilinçsizce verilmiş yer seçimi kararları, mühendislik verilerinden yoksun imar planları, düşük standartlarda ve mühendislik hizmeti görmemiş yapı üretimi, kısaca ranta dayalı hızlı, düşük nitelikli, tasarımsız, plansız kentleşme ve sosyo-ekonomik politikalar sonucu insani, sosyal ve ekonomik yıkımlara dönüşmektedir. Türkiye’nin deprem sorunu bu bağlamda ve bir bütünsellik içinde ele alınmalıdır.

Türkiye aktif bir deprem kuşağı üstünde bulunmaktadır. Ülke topraklarının, sanayisinin ve barajlarının büyük bir kısmı deprem kuşağı içinde yer almaktadır.

Ülkemizin 81 ilinin 55’inin Birinci Derecede Deprem Bölgesinde bulunması, ancak depremlerle birinci dereceden bağı bulunan Yapı Denetim Yasası’nın önce yalnızca 19 ili kapsamına alması, diğer illere ise ancak 1 Ocak 2011’den itibaren yayılacak olması, Türkiye’deki deprem önlemlerinin yetersizliğine ilişkin ciddi bir ipucu sunmaktadır.

Deprem Şurası, Ulusal Deprem Konseyi gibi girişimlerin devre dışı bırakıldığı bir coğrafyada deprem öncesi, deprem sırası ve deprem sonrası önlemler bütünlüğüne dikkat çekmek sanıldığının ötesinde önem taşımaktadır.

Deprem, jeoloji ve jeofizikten, şehir plancılığı, inşaat, mimarlık, elektrik, makina mühendisliği disiplinlerine dek çok bilimli bir mühendislik, mimarlık alanıdır. Ancak ülkemizde gerek depremler gerekse birçok toplumsal olay ve durum açısından mühendisliğe gereken pozitif önem verilmediği ve hatta geriletilmeye çalışıldığı için zincirleme birçok sorun oluşmakta ve gereken katkılar alınamamaktadır.

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Makina Mühendisleri Odası (MMO) bu duruma karşı etkin bir duruş sergilemekte; kendi meslek ve uzmanlık alanlarından hareketle kamuoyunu aydınlatmaya; mühendislik eğitim, belgelendirme ve mesleki teknik denetim esas ve standartlarının yerleşmesine özel bir önem vermektedir.

TMMOB MMO, konut, sanayi, enerji, ulaşım v.b. birçok alana dek uzanan tesisat–mekanik tesisat sistemlerinin toplumsal yaşam, deprem ve diğer afetlerde taşıdığı önem itibarıyla bu raporu 2008 yılında bir ön çalışma olarak gündemine almış ve son olarak bazı güncellemeler yapmıştır.

Odamız meslek ve uzmanlık alanlarına giren mekanik tesisat uygulamalarının deprem öncesi, deprem sırası ve deprem sonrası önlemlerde önemli bir yeri bulunmaktadır. Odamız bu konularla birlikte ülkemizdeki deprem gerçeğine bütünlüklü olarak bakmaya çalışan bu rapor ile gerekli olan toplumsal, kamusal bilinçlenmeye bir katkı koymayı amaçlamaktadır.

Her zaman ve her çalışmamızda olduğu gibi bu rapor da üye ve komisyonlarımızın ve kamuoyunun sorumlu katkılarına ve geliştirilmeye açıktır.

Ağustos 2010

TMMOB Makina Mühendisleri Odası

Yönetim Kurulu

 

 

 

I. 1900 SONRASI TÜRKİYE’DEKİ DEPREMLER

Türkiye en etkin deprem kuşaklarından biri üzerinde (Akdeniz-Alp-Himalaya) yer almaktadır. Dünyadaki toplam depremlerin beşte birinin meydana geldiği bu kuşak, birbirine karşıt olarak uzanan kırıkların oluşturduğu bir ağ görünümü ile Türkiye’yi, Kuzey, Güney ve Batı’dan üç asli kırık sistemiyle kat etmekte, bu asli sistemlere, yerel kırık zonları da eklenmektedir. Deprem haritası ve bu haritaya esas sismisite verilerine göre, Türkiye topraklarının % 93’ü deprem bölgeleri içinde yer almaktadır. Öyle ki Türkiye’de son 10 yılda, 2000 Ocak–2010 Mart’ı arasında irili ufaklı 56 bin 688; yalnızca 1 Nisan 2009 –31 Mart 2010 tarihleri arasında ise 9 bin 255 deprem yaşanmıştır.

Yeryüzünde 600 milyon insanın deprem açısından riskli bölgelerde yaşadığı tahmin edilirken Türkiye nüfusunun % 98’i deprem tehdidi altında yaşamaktadır. Sanayi kuruluşlarının % 98’i deprem bölgelerinde ve % 73’ü de aktif fay zonları içinde yer almaktadır. Aynı şekilde barajlarımızın % 95’i bu tehlikeli topraklar üzerinde bulunmaktadır.

Diğer yandan enerji santralleri ve deprem ilişkisi de ilginç sonuçlar üretmeye adaydır. Yapılan bir araştırmaya göre, 1996 yılında enerji santrallerinin sayısı 124 iken, 122’si deprem riski taşıyordu ve 65 tanesi Birinci Derece Deprem Bölgesinde yer alıyordu. Bugün ise özelleştirmeler sonucu yaklaşık olarak bin (1.000) enerji santrali bulunmakta ve 419’u (% 41’i) Birinci Derece Deprem Bölgesinde yer almaktadır. Bu durum söz konusu riskin büyüdüğü anlamına gelmektedir.

1900 yılından bugüne kadar Türkiye’de belli başlı 180 büyük deprem yaşanmıştır. Aşağıda 1900 yılından 2006 yılı başına kadar Türkiye’de gerçekleşen depremlere ilişkin bilgiler bulunmaktadır.*

 

1900’den Bu Yana Yaşanan Başlıca Depremler

 

Yer

Tarih

Ağır Hasarlı

Bina

Can Kaybı

Kağızman

1900-07-12

2.000

140

Erzurum

1901-11-08

10.000

 

Çankırı

1902-03-09

3.000

4

Malazgirt

1903-04-28

4.500

2.626

Patnos

1903-04-28

12.000

3.560

Göle

1903-05-28

8.000

1.000

Zara

1905-02-10

1.500

 

Çemişgezek

1905-12-04

15

 

Mürefte

1912-08-09

5.540

216

Afyon-Bolvadin

1914-10-04

1.700

400

Tokat

1916-01-24

5.000

500

Soma

1919-11-18

16.000

3.000

Çaykara

1924-05-13

700

50

Pasinler

1924-09-13

4.300

310

Afyon-Dinar

1925-08-07

2.043

3

Milas

1926-02-08

598

2

Finike

1926-03-18

190

27

Kars

1926-10-22

1.100

355

İzmir-Torbalı

1928-03-31

2.100

50

Sivas-Suşehri

1929-05-18

1.357

64

Hakkari Sınırı

1930-05-06

3.000

2.514

Denizli-Çivril

1933-07-19

200

20

Bingöl

1934-12-15

200

12

Erdek

1935-01-04

600

5

Digor

1935-05-01

1.300

200

Kars-Kötek

1936-03-23

100

 

Kırşehir

1938-04-19

3.860

149

Kırşehir

1938-12-16

300

 

İzmir-Dikili

1939-09-22

1.235

60

Tercan

1939-11-21

500

43

Erzincan

1939-12-26

116.720

32.962

Niğde

1940-01-10

586

58

Kayseri-Develi

1940-02-20

530

37

Yozgat

1940-04-13

1250

20

Muğla

1941-05-23

500

2

Van-Erciş

1941-09-10

600

194

Erzincan

1941-11-12

500

15

Muğla

1941-12-13

400

 

Bigadiç-Sındırgı

1942-11-15

1.262

7

Osmancık

1942-11-21

448

7

Çorum

1942-12-02

300

26

Çorum

1942-12-11

816

25

Niksar-Erbaa

1942-12-20

32.000

3.000

Adapazarı-Hendek

1943-06-20

2.240

336

Tosya-Ladik

1943-11-26

25.000

2.824

Bolu-Gerede

1944-02-01

20.865

3.959

Düzce

1944-02-10

900

 

Mudurnu

1944-04-05

900

30

Gediz-Uşak

1944-06-25

3.476

21

Ayvalık-Edremit

1944-10-06

1.158

27

Adana-Ceyhan

1945-03-20

650

10

Van

1945-07-29

2.000

12

Van

1945-11-20

1.000

 

Denizli

1945-12-21

400

190

Kadınhan-Ilgın

1946-02-21

509

2

Varto-Hınıs

1946-05-31

1.986

839

Harmancık

1949-02-05

150

 

İzmir-Karaburun

1949-07-23

824

1

Karlıova

1949-08-17

3.000

450

Kığı

1950-02-04

100

20

İskenderun

1951-04-08

13

6

Kurşunlu

1951-08-13

3.354

52

Hasankale

1952-01-03

701

133

Misis

1952-10-22

511

10

Yenice-Gönen

1953-03-18

9.670

265

Karaburun

1953-05-02

73

 

Edirne

1953-06-18

323

 

Kurşunlu

1953-09-07

230

2

Aydın-Söke

1955-07-16

470

23

Eskişehir

1956-02-20

1.219

2

Fethiye

1957-04-25

3.100

67

Bolu-Abant

1957-05-26

4.201

52

Başköy

1957-07-07

300

 

Köyceğiz

1959-04-25

59

 

Hınıs

1959-10-25

300

18

Bitlis

1960-02-26

80

 

Germencik

1960-04-10

100

 

Tokat

1960-07-26

22

 

Marmaris

1961-05-23

61

 

Muş

1962-02-10

97

 

Iğdır

1962-09-04

 

1

Denizli

1963-03-11

54

 

Çınarcık-Yalova

1963-09-18

230

1

Denizli

1963-11-22

298

 

Siirt

1964-03-24

100

1

Malatya

1964-06-14

678

8

Manyas

1964-10-06

5.398

23

Salihli

1965-03-02

150

12

Denizli-Honaz

1965-06-13

488

14

Karlıova

1965-08-31

1.500

 

Varto

1966-03-07

1.100

14

Adana-Bahçe

1966-04-07

100

 

Varto

1966-07-12

90

12

Varto

1966-08-19

20.007

2.394

Adana-Bahçe

1967-04-07

91

 

Adapazarı

1967-07-22

5.569

89

Pülümür

1967-07-26

1.282

97

Akyazı

1967-07-30

 

2

Amasra-Bartın

1968-09-03

2.073

29

Bingöl-Elazığ

1968-09-24

 

2

Fethiye

1969-01-14

42

 

Gönen

1969-03-03

20

1

Demirci

1969-03-23

1.100

 

Demirci

1969-03-25

1.826

 

Alaşehir

1969-03-28

4.372

41

Karaburun

1969-04-06

443

 

Gediz

1970-03-28

9.452

1.086

Çavdarhisar-Kütahya

1970-04-19

41

 

Demirci

1970-04-23

150

 

Gürün

1970-07-02

150

1

Burdur

1971-05-12

1.389

57

Bingöl

1971-05-22

5.617

878

Sarıkamış

1972-03-22

100

 

Ezine

1972-04-26

400

 

Van

1972-07-16

400

1

İzmir

1974-02-01

47

2

Gelibolu

1975-03-27

980

7

Lice

1975-09-06

8.149

2.385

Kars-Susuz

1976-03-25

762

2

Doğu Beyazıt

1976-04-02

236

5

Ardahan

1976-04-30

300

4

Denizli

1976-08-19

887

4

Çaldıran-Muradiye

1976-11-24

9.552

3.840

Lice

1977-03-25

210

8

Palu

1977-03-26

842

8

İzmir

1977-12-09

11

 

İzmir

1977-12-16

40

 

Foça

1979-06-14

22

 

Antakya

1981-06-30

2

 

Muş-Bulanık

1982-03-27

424

 

Biga

1983-07-05

85

3

Erzurum-Kars

1983-10-30

3.241

1.155

Erzurum-Balkaya

1984-09-18

187

3

Malatya-Sürgü

1986-05-05

824

8

Sürgü-Malatya

1986-06-06

1.174

1

Kars-Akyaka

1988-12-07

546

4

Erzincan-Tunceli

1992-03-13

6.702

653

Dinar

1995-10-01

4.909

94

Çorum-Amasya

1996-08-14

707

 

Çorum-Amasya

1996-08-14

   

Antakya

1997-01-22

   

Karlıova

1998-04-13

69

 

Adana-Ceyhan

1998-06-27

10.675

 

Kayseri

1998-12-14

45

 

Gölcük-Kocaeli

1999-08-17

66.441

17.408

Gölcük-Kocaeli

1999-09-13

   

Marmara Adası

1999-09-20

   

Düzce-Bolu

1999-11-12

15.389

845

Orta-Çankırı

2000-06-06

2.106

 

Uruş-Güdül

2000-08-22

   

Hendek-Akyazı

2000-09-23

   

Bolvadin-Afyon

2000-12-15

250

6

Sultandağı-Afyon

2002-02-03

4.401

42

Pülümür-Tunceli

2003-01-27

67

1

Merkez-Bingöl

2003-05-01

7.800

184

Urla-İzmir

2003-04-10

   

Bandırma-Balıkesir

2003-06-09

   

Doğanyol-Malatya

2003-07-13

   

Buldan-Denizli

2003-07-23

   

Buldan- Denizli

2003-07-26

   

Buldan- Denizli

2003-07-26

   

Buldan- Denizli

2003-07-26

   

Merkez-Adıyaman

2004-02-26

   

Merkez-Bingöl

2004-03-03

   

Aşkale-Erzurum

2004-03-25

1.212

10

Aşkale-Erzurum

2004-03-28

   

Doğubeyazıt-Ağrı

2004-07-02

531

 

Gökovakörfezi-Muğla

2004-08-04

   

Gökovakörfezi-Muğla

2004-08-04 00:00:00

   

Sivrice-Elazığ

2004-08-11

   

Ula-Muğla

2004-12-20

   

Merkez-Hakkari

2005-01-25

82

3

Karlıova-Bingöl

2005-03-12

760

 

Karlıova-Bingöl

2005-03-14

   

Bala-Ankara

2005-07-30

   

Urla-İzmir

2005-10-17

96

 

Urla-İzmir

2005-10-17

   

Seferihisar-İzmir

2005-10-20

100

 

Pötürge-Malatya

2005-11-26

   

Yedisu-Bingöl

2005-12-10

   

Toplam

 

554.365

92.463

 

Kaynak: T.C. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü Deprem Araştırma Dairesi Başkanlığı Sismoloji Şube Müdürlüğü

1900–2009 yılları arasında Türkiye’de 223 büyük deprem meydana gelmiştir. Bu depremlerde resmi verilere göre 86.000 insanımız hayatını kaybetmiş, 549.000 yıkık veya ağır hasarlı konut tespit edilmiştir.* Güvenilir kaynaklarca yukarıdaki 180 deprem incelenmiştir. Bu depremlerden 25’i ile ilgili can kaybı ve ağır hasarlı bina verisi bulunmamaktadır. 180 depremin 70’inde can kaybı yaşanmayan bina ağır hasarı oluşmuş; 3’ünde ise can kaybı yaşanmış, bina ağır hasarı gerçekleşmemiştir. Diğer 155 depremden 12’si Cumhuriyet öncesi dönemde (1900–1919) olmuş, bu depremlerde toplam 11 bin 446 kişi ölmüş, 69 bin 255 bina hasar görmüştür. Toplamda ise 1900’lerden bugüne dek yaşanan ve ağır hasarlı bina ve can kaybı verileri bulunan 155 depremde 92 bin 463 kişi ölmüş, 554 bin 365 bina ağır hasar görmüştür.

Bu depremlerden gerek can kaybı gerekse ağır hasarlı bina açısından en büyük ikisi 1939 Erzincan depremi ile 1999 Gölcük merkezli Marmara depremidir. Erzincan depreminde 116 bin 720 bina ağır hasar görmüş ve 32 bin 962 yurttaşımız yaşamlarını kaybetmiştir. 1999 Marmara depreminde ise 112 bin 724’ü yıkık ve ağır hasarlı olmak üzere toplam 376 bin 479 konut ve işyerinde hasar saptanmış ve resmi rakamlara göre 17 bin 408 ve/veya 17 bin 480 yurttaşımız yaşamlarını kaybetmiştir. **

20. yüzyılda dünyada, 16’sı yüzyılın ilk yarısında olmak üzere gerçekleşen 31 büyük çaplı deprem arasında Türkiye’den Gölcük ve Erzincan Depremleri yer almıştır. 20. yüzyılda dünyada yaşanan depremlerde toplam 1 milyon 548 bin 450 kişi ölmüştür.

 

II. MARMARA DEPREMİ

17 Ağustos 1999’da merkez üssü Kocaeli/Gölcük olan ve Marmara depremi olarak da anılan depremi yakın tarihimizdeki diğer depremlerden ayıran, yarattığı yıkımın boyutları oldu. 7,8 şiddetinde gerçekleşen Marmara Depreminin etkileri esas olarak Marmara Bölgesinde yaşandı ancak Ankara’dan İzmir’e kadar geniş bir alanda da ciddi etkileri görüldü.

Resmi rakamlara göre bu depremde 17 bin 480 kişi öldü, 43 bin 953 kişi yaralandı ve 505 kişi de sakat kaldı. 327 bin 871 konut, 48 bin 508 işyeri, toplamda 376 bin 479 konut ve işyeri hasar gördü*. 133 bin 683 bina çöktü, 600 bin kişi evsiz kaldı.

Resmi olmayan rakamlara göre ise, ölü sayısı 50 bin, yaralı sayısı 100 bine yakındır.

Bu depremde yalnızca Gölcük ilçesi itibarıyla ise 5 bin 383 kişi ölmüştür. Bu, Gölcük’te o tarihte yaşayan her 5 kişiden birinin öldüğü anlamına gelmektedir.

Marmara Depreminden geniş bir alan ve yoğunlukta yaklaşık 16 milyon insan değişik düzeylerde etkilendi.

Marmara Depreminde illere göre saptanan ölü sayıları şöyledir.

Bolu : 270

Bursa : 268

Eskişehir : 86

İstanbul : 981

Kocaeli :9.477

Sakarya :3.891

Yalova :2.504Zonguldak: 3

Toplam 17.480

Depremden yaklaşık 3 ay sonra 12 Kasım 1999 tarihinde merkez üssü Düzce olan 7,5 şiddetinde bir depremin daha yaşandığı bölgede ikinci büyük deprem sonucunda da 763 kişi yaşamını kaybetti.

Toplam hasar gören 376 bin 479 konut ve işyeri içinde yıkık ya da ağır hasarlı konut sayısı 112 bin 724, orta hasarlı konut sayısı 124 bin 131, az hasarlı konut sayısı ise 139 bin 524’tür.

Buna karşın konut yapımında Kocaeli’nde 17 bin 348, Sakarya’da 7 bin 28, Düzce’de 8 bin 4, Bolu’da bin 458, İstanbul’da bin 209, Yalova’da 5 bin 508, Bursa’da 80 ve Eskişehir’de 30 olmak üzere toplam 40 bin 665 konut yapımı planlanması ve nihai planda toplam 43 bin 53 konut yapılmış olması dikkat çekicidir.

 

Bu konutların 2 bin 574’ünün hibe yoluyla, 12 bin 68’inin Dünya Bankasınca, 15 bin 502’sinin Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası kredisiyle, 3 bin 50’sinin Avrupa Yatırım Bankası kredisiyle, 7 bin 650’sinin bütçeye konulan ödenekle yapımı planlanmıştır. Burada kamunun payının % 17 gibi düşük bir oranda kalması düşündürücüdür.

Deprem Sonrası Yapılan Konut Sayıları ve Finansman Kaynakları

 

İLLER

Hibe

Dünya Bankası (PUB)

Avrupa Yatırım Bankası (PUB)

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı

Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası

Toplam

Kocaeli

656

8.480

1.120

 

7.520

17.776

Sakarya

1.488

2.572

1.000

 

3.168

8.228

Düzce

 

1.004

466

7.000

 

8.470

Bolu

 

 

 

 

1.734

1.734

İstanbul

 

 

 

650

160

1.928

Yalova

358

 

 

 

5.118

5.476

TOPLAM

3.061

12.056

2.586

7.650

17.700

43.053

 

Kaynak: Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Kriz Merkezi

Ayrıca depremzedelerden ev almak veya kendi arazisi üzerine konut yapmak isteyenlere 6 milyar TL tutarında kredi verilmesi planlanmıştır. Ancak bunun konut yapımında ciddi bir sayısal gösterge oluşturmayacağı bellidir. Şöyle ki afetzedelerin kendi arsaları üzerinde bina bedelinin yarısı oranında kredi yardımı alarak evlerini yapmaları yöntemi ile yaklaşık 8 bin konut yapılmıştır.

Hak sahiplerinin ülkenin herhangi bir kentinde tamamlanmış konutlardan satın almaları için kredi desteği sağlanması yönteminden de 6 bin kişi yararlanmıştır.

Deprem sonucu oluşan konut açığı ise halen sürmektedir. 2008 yılı itibarıyla 58 bin konut açığı bulunmaktadır.

Marmara Bölgesinde Konut Durumu

 

İLLER

Yıkılan

Konut

Yapılan

Konut

Konut Açığı

Sakarya

24.588

8.264

16.324

Kocaeli

34.275

17.860

16.415

Yalova

14.113

5.478

8.635

Düzce

24.588

8.756

15.832

Bolu

2.532

1.734

798

Toplam

91. 853

42.902

58.004

 

Kaynak: Afet İşleri Genel Müdürlüğü verileri

Yapılan konutların büyük bir kısmına depremzedeler yerleşmiş, fakat yer seçiminde yapılan hatalar, yapılan konutların depremzede vatandaşların ihtiyaçlarına uygun olmaması gibi nedenlerle bir kısım kalıcı konut boş durumda kalmıştır. Bu durum afet yönetimi kapsamında yeniden inşa aşamasında da önemli hatalar yapıldığını göstermektedir.

Böylesi büyük maddi-manevi yıkım ve kayıplara yol açan bu depremin vicdani ve hukuki açıdan adil sonuçlara yol açacak şekilde soruşturulması ve sorumluların hesap vermesi gerekmekteydi. Ancak geçen süre içinde, sorumluluk silsilesinin belirsizliği, adli sistemin ve bilirkişilik kurumunun yetersizliği v.b. etkenler çelişkili kararlar oluşmasına ve açılan davaların sonuçsuz kalmasına neden olmuştur. Oysa bu süreçte asıl sorumlu olan kamu yöneticileri, birkaç örnek dışında ciddi bir yargılamaya tabi tutulmamış, tutulamamıştır. Kamu görevleri yargılama usulleri açısından izne tabi ve koruma altındadır. Bu nedenle açılan genel sorumluluk davalarında genellikle yetkisizlik kararı verilebilmektedir.

Marmara Depreminden sonra inşaat hatalarından dolayı çöken binalarda oluşan ölüm ve yaralanmalara sebebiyet vermekten dolayı binaların müteahhitlerine yaklaşık 2.100 dava açıldı. Bu davalardan 1.800’ü Şartlı Salıverme Yasası ve hukuki boşluklardan dolayı cezasız kalmıştır. Geriye kalan 300 davanın 110 kadarına ceza verilse de çoğu ertelenmiştir. Diğer davalar ise 16 Şubat 2007 günü 7,5 yıllık zaman aşımı sürelerini doldurmuş ve düşmüştür.

Deprem sonrası açılan davaların bir kısmına örnek oluşturması bakımından aşağıdaki bilgiler önem taşımaktadır.

Düzce Ersoy Apartmanı: 36 kişi öldü, dava zaman aşımına uğradı.

Düzce Ömür Hastanesi: 11 kişi öldü, dava zaman aşımına uğradı.

Yalova Ceylankent Sitesi: 98 kişi öldü, 2 sanığa verilen hapis cezaları ertelendi. Kocaeli Ubay Apartmanı: 58 kişi öldü, müteahhit hakkında verilen ceza ertelendi.

Yüksel Sitesi: 316 kişi öldü, 5 sanığa verilen çeşitli cezalar ertelendi.

Can Göçer ve Zafer Coşkun: Veli Göçer’in oğlu ile ortağı yakalanamadığı için haklarındaki dava zaman aşımına girdi.

Sakarya: 695 davadan sadece 5 kişiye ceza çıktı, diğer davalar zaman aşımına uğradı.

Kocaeli: 600 dava açıldı, 12 kişi 10’ar ay hapis cezası aldı. 6’sının cezası infaz edildi, 6’sı için süre istendi.

Yalova: 173 dava açıldı, hemen hemen tamamı sonuçlandı. Ceza aldığı bilinen tek isim olan Göçer 18 yıl 9 ay hapse mahkûm edildi. Düzce: Yaklaşık 220 dava açıldığı sanılıyor. Yargılamalar sonucu hiç kimse cezaevine girmedi.

Temyiz edilen bazı davalarda, suçun oluştuğu tarih olarak, depremin gerçekleştiği değil, binanın yapıldığı tarih esas alındığı için "zaman aşımı" nedeniyle dava sonuçları ortadan kaldırılmıştır. Fakat Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu suçun oluştuğu süreyi depremin olduğu tarih olarak belirleyince zaman aşımı süresi 2007 Şubat ayına kadar uzamış, ama bu kez de davalar süresinde sonuçlanamayınca, yargılananlar "zaman aşımı" dolayısıyla yine kurtulmuşlardır.

Davalara bütünsel olarak bakıldığında, yargıya intikal eden olay sayısının, toplam hasarlı bina sayısının oldukça küçük bir kısmı olduğu anlaşılmaktadır. Birçok bina için dava açılamamıştır. Bunun en önemli nedeni, birçok yerde enkazın yeterli inceleme olanağı vermeyecek biçimde ortadan kaldırılmasıdır. Bir diğer neden de birçok bina için dava açacak insanların bulunmaması ya da ortaya çıkamamasıdır.

Aynı zamanda açılan davalar içinde cezai hükümle sonuçlananların oranı da oldukça düşük bulunmaktadır. Bu durumun en önemli nedenleri, mahkemelerin ve mahkeme bilirkişilerinin ihtisaslaşmamış olmasından kaynaklanan hatalı raporları, yorumları ya da sorumluluk isnat edilen kişilerin somut olarak tanımlanamamalarıdır.

Sayıştay’ın "Bayındırlık ve İskân Bakanlığının Marmara ve Düzce Depremleri Sonrası Faaliyetleri Hakkında Performans Denetim Raporu"na göre hasar tespit çalışmaları için 1.200 teknik personel görevlendirilmiş ve 20 günde 334 bin konut ve işyerinin hasar tespiti yapılmıştır. Yani bir görevli günde ortalama 14 bina hasar tespiti yapmıştır.

İlk belirlemelere göre; konut ve işyerlerinin 77 bin 345’inin yıkık ya da ağır hasarlı, 77 bin 169’unun orta hasarlı, 89 bin 872’sinin az hasarlı olduğu tespit edilmiştir. Hasar tespitlerine itiraz için bir haftalık süre tanınmış ve 27.09.1999 tarihinde itirazlarla ilgili hasar tespit çalışmalarına başlanmıştır. Ancak 12.11.1999 tarihinde gerçekleşen Düzce depremi dolayısıyla itiraz süresi tüm illerde 07.12.1999 tarihine kadar uzatılmış, çalışmalar Yalova, Sakarya ve Kocaeli’nde 03.02.2000 tarihinde tamamlanmıştır. Bu üç ilde hasar tespit raporlarının yaklaşık ⅓’ine depremzedeler tarafından itiraz edilmiş ve itirazların Kocaeli’nde % 86’sı, Sakarya’da % 50’si, Yalova’da % 42’si kabul edilmiştir.

Hasar Tespitlerine Yapılan İtirazlar

 

 

Sakarya

Kocaeli

Yalova

Hasar Tespiti Yapılan Bina ve İşyeri Sayısı

188.102

110.179

96.300

Hasar Tespitlerine Yapılan İtiraz Sayısı

39.500

38.300

25.200

Kabul Edilen İtiraz Sayısı

29.000

19.489

10.675

 

Kaynak: http://www.sayistay.gov.tr/rapor/perdenrap/2002/2002-3deprem/marmaradep.pdf

Hasar tespit çalışmalarının sonuçlarına karşı çok sayıda itiraz olması ve sonradan bu itirazların büyük bir bölümünün ikinci incelemelerde haklı bulunması, ilk hasar tespitlerinin sağlıklı yapılmadığını ve gerçekleri yansıtmadığını göstermektedir. Hasar tespitleriyle ilgili bu sonucun ortaya çıkmasında hasar tespit çalışmalarına katılan personelin büyük bir bölümünün deneyimli, eğitimli, belgelendirilmiş ve ilgili meslek odalarının mesleki denetim sürecinden geçmiş olmaması ve hasar tespit ölçütleri ile hasar tespit formlarının yeterli olmaması büyük rol oynamıştır.

İmalat sanayi ve ağır sanayi üretim tesisleri, petrol rafinerileri, kentsel alan ve nüfus yoğunluklu bu bölgede, deprem olduktan sonra yaşanan hemen müdahale edileme durumu, depremin ilk anlarından itibaren yaşanan haberleşme, ulaşım, barınma ve yardım dağıtımı kaosu, kısaca afet yönetimi ve arama kurtarma çalışmalarının yetersizlikleri, acı sonuçlara yol açmıştır. Depremin boyutunun büyüklüğü ve bu çaptaki bir afete hazırlıklı olunmaması, can, mal kayıpları, hasar tespiti sorunları ve diğer yakıcı büyük sonuçlara yol açmıştır.

Marmara Depremi, afetlere ilişkin yürürlükteki mevzuatın eksikliklerini ve sorunları bir bütün olarak açığa çıkaran bir afet olma özelliği kazanmıştır. Geçmişten bu yana, deprem ve afetler gerçekleştikten sonra gündeme gelen yara sarmacı ve zararların asgari düzeyde giderilmesi için mevzuat düzenlemelerine başvurulması yaklaşımı, Marmara Depremi’nde de izlenen yanlış bir yöntem olmuştur.

Büyük Marmara Depreminin insani, sosyal, hukuki sonuçları ve hasar tespitleri ile ilgili yaptığımız değerlendirmeler ve aktardığımız verilerden sonra depremin yarattığı ekonomik tahribata dair de bir değerlendirme yapmak gerekir. Bu, bundan sonraki depremlerde yaşanacak insani, sosyal, ekonomik tahribatları minimuma indirmek için son derece önemli ve gereklidir.

 

Marmara Depreminin Ülke Ekonomisine Etkisi

Marmara Depremi gerek nüfus yoğunluğu gerekse üretim hareketlilikleri bakımından Türkiye’nin çok önemli bir hattında etkili oldu. Depremi içine alan Yalova, Kocaeli, Sakarya, İstanbul, Düzce, Bolu, Bursa ve Eskişehir illeri Türkiye nüfusunun yaklaşık % 23’ünü kapsamıştır. Bu illerin Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) içindeki payı da % 35’ti. Depremin en fazla tahribatta bulunduğu Kocaeli, Sakarya ve Yalova’nın GSMH içindeki payı ise % 7 seviyesinde idi.

İçinde petrol rafinerileri, petrokimya tesisleri, tekstil hammadde üretimi, motorlu kara taşıtları yapımı, lastik sanayi ve metal ana sanayi tesisleri gibi birçok ağır iş kolunu bulunduran bölgenin bir diğer önemi de diğer sektörler için ara malları üreten tesisleri de barındırmasıydı.

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) 1999 Marmara Depreminin ekonomi üzerindeki etkilerine dair yürüttüğü çalışmada depremin etkileri, doğrudan maliyetler, dolaylı maliyetler ve ikincil maliyetler olarak sınıflandırılmıştır. Doğrudan maliyetler, sermaye mallarına ve stoklara depremin etkisini gösterirken, dolaylı maliyetler, üretim ve gelir kayıplarının yanında acil yardım harcamalarını da içermektedir. İkincil etkiler ise depremin kısa ve uzun dönemde ekonominin genelindeki, örneğin mali politikalar ve ödemeler bilançosu, enflasyon, işsizlik gibi göstergeler üzerindeki etkilerini yansıtmaktadır.

TÜSİAD, DPT ve Dünya Bankası tarafından hazırlanan çeşitli çalışmalarda Marmara Depreminin ekonomik sonuçlarına dair birbirine yakın rakamlar verilmektedir. Örneğin toplam maliyet TÜSİAD’a göre 17 milyar dolar, DPT’ye göre 15–19 milyar dolar, Dünya Bankası’na göre 12–17 milyar dolardır. Bu verilere ilişkin ayrıntılı rakamlar aşağıdaki tabloda görülmektedir.

Marmara Depreminin Maliyetleri (Milyar Dolar)

 

MALİYETLER

TÜSİAD

DPT

DB

Doğrudan Maliyetler

10

6,6–10,6

3,1–6,5

Konutlar

4

3,5–5

1,1–3

Şirketler

4,5

2,5–4,5

1,1–2,6

Altyapı

1,5

0,5–1

0,9

Dolaylı Maliyetler

2,8

2–2,5

1,8–2,6

Katma Değer Kaybı

2

2–2,5

1,2–2

Acil Yardım Harcamaları

0,8

0,6

Toplam Hasar Kaybı (Yuvarlatılmış)

13

9–13

5– 9

İkincil Etkiler

     

Genel Değer Kaybı

2

3

Mali Maliyetler

2

5,9

3,6–4,6

 

Kaynak: OECD, Economic Effects of the 1999 Turkish Earthquakes: An Interim Report, Economics Department Working Papers No. 247, 2000, p.37.

Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) açısından bakıldığında ise zarar TÜSİAD’a göre GSYİH’nin % 9’u, DPT’ye göre % 8–10’u, Dünya Bankası’na göre % 6,3–9’u oranında olmuştur.

 

Büyük Çaplı Bir Marmara Depreminin Yaratacağı Olası Ekonomik, Sosyal Tahribat

Marmara Denizindeki olası en az 7 büyüklüğündeki bir depremden etkilenmesi beklenen ve sanayinin kalbinin attığı İstanbul, Bursa, Kocaeli ve Sakarya’da, ciddi ve güvenilir envanter bulunmaması nedeniyle bu afetten sanayinin ne kadarının, hangi oranda etkilenebileceği tam olarak saptanamasa da bununla ilgili yapılmış araştırmalar mevcuttur ve elimizdeki veriler itibarıyla bir takım sonuçlara ulaşmak olanaklıdır.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansı (JICA) tarafından yapılan çalışmalarda büyüklüğü 7,5 ve 7,7 olan iki ayrı deprem senaryosuna göre oluşacak muhtemel kayıp ve hasar durumu şu şekildedir: *

50 bin ile 60 bin arasında ağır hasarlı bina

500 bin ile 600 bin arasında evsiz aile

70 bin ile 90 bin civarında ölü

120 bin ile 130 bin civarında ağır yaralı

400 bin civarında hafif yaralı

Bin ile 2 bin noktada su sızıntısı

30 bin doğalgaz servis kutusunda gaz çıkışı

140 milyon ton enkaz

1 milyon kişi için kurtarma operasyonu

330 bin çadır

50 milyar dolar civarında maddi kayıp

2006 yılı verilerine göre kamu ekonomisine kaynak sağlayan her 100 TL’den 53,7 TL’si yukarıda belirtilen 4 il tarafından karşılanmaktadır. Ayrıca ülkemizin nüfus ağırlığı olarak en büyük sanayi, ticaret ve turizm faaliyetleri anlamında motor gücü diyebileceğimiz ili olan İstanbul’un, depremden etkilenme riski olan bölgelerin başında ve birinci ve ikinci derece deprem tehlikesi içeren bir alanda olduğunu düşündüğümüzde, kaybın ne kadar büyük olacağını kestirmek çok zor değildir.

Dış Ticaret Müsteşarlığı verilerine göre bu 4 ilin toplam ihracatı 2006 yılı verilerine göre 53 milyar 174 milyon doları buluyor. Bu rakam aynı zamanda Türkiye’nin toplam ihracatının % 72,3’üne denk gelmektedir. Bu, olası bir Marmara depreminde yaşanabilecek kayıplar konusunda oldukça fikir vermektedir.

Bu bölge içerisindeki sanayi kuruluşlarının bir depremde hasar görmesi ile ortaya çıkacak olan sanayi üretiminin durması, işsizlik, yoksulluk, toplumsal kaos gibi önemli sorunlarla birlikte ciddi bir çevre kirliliği de yaşanacaktır. Marmara’da bir deprem durumunda sanayinin insan sağlığına zararlı hangi maddeleri hangi oranda çevreye salacağı hâlâ bilinmemektedir. Sanayi ve yerleşimin iç içe geçtiğini düşündüğümüzde tablo daha da karanlıklaşmaktadır.

Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nün raporlarına göre İstanbul’da toplam 35–40 bin binanın tamamen, 70 bin binanın ağır, 200 bin binanın da orta derecede hasar göreceği öngörülüyor. Bu kapsamda, sadece İstanbul’da kayıpların 11 milyar dolarlık kısmının yalnızca bina hasarlarına bağlı olacağı tahmin edilmektedir.

Bu noktada depreme karşı alınan önlemler konusu son derece önem taşımaktadır.

 

III. DEPREME KARŞI ALINAN ÖNLEMLER VE MEVCUT DURUM

Genel Durum

Depremlerin de içinde yer aldığı afetler hidrometrik (sel, fırtına, kuraklık, sıcaklık veya soğuk hava), jeolojik (deprem, yanardağ patlaması, heyelan, deniz dalgası, tsunami), çevre ve teknolojik etkenler (orman yangını, tanker veya sanayi kazaları) veya iklim değişikliği (ozon tabakası incelmesi, sera etkisi) niteliğini taşıyabilirler. Afet ve özel olarak depremlerin etkilerinin eskiye oranla daha şiddetli hissedilmesi artan nüfus yoğunluğu, sanayileşme ve kentleşme ile yakından ilgilidir.

Bu alanda karşılaşılan sorunların temel nedeni, yıllardır uygulanan siyasi ve ekonomik rant amaçlı, hatalı ve denetimsiz yapılaşma politikalarıdır. Bu nedenle planlı, güvenlikli ve çağdaş kentleşmeyi yaratacak ve depremlerde yıkımı en aza indirecek düzenlemeler gündeme gelmemektedir.

7. Beş Yıllık Kalkınma Planından beri kamusal hizmetlerde olduğu gibi afetlerle ilgili yasa ve mevzuatlara ilişkin yaklaşımlarda da özelleştirme ve piyasaya açılmacılık egemen kılınmıştır. 1999 Marmara depremi sonrası Dünya Bankası’nın dayattığı zorunlu deprem sigortası da bu temelde gündeme gelmiş ve etkisiz kalmıştır.

17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 Marmara depremleri ile 2003 Bingöl ve diğer depremlerin ivedilikle gerektirdiği dersler çıkarılmamış, mühendislik önlemlerini içeren "afet yönetimi" çalışmaları yürütülmemiş, Deprem Şurası, Ulusal Deprem Konseyi oluşumu v.b. girişimlerin hakkı verilmemiştir.

2000 yılında bir Başbakanlık Genelgesiyle oluşturulan Ulusal Deprem Konseyi, Türkiye’de bir Ulusal Deprem Stratejisi geliştirilmesi gerekliliğini belirtmiş ve "Deprem Zararlarını Azaltma Ulusal Stratejisi" raporunda şu saptamaları dile getirmiştir: "Deprem ve afetlerle ilgili olarak yürürlükte bulunan mevzuatın bütünlük ve tutarlık gösteren bir politika ya da strateji oluşturmadığı bir gerçektir. Ayrıca, bunları yürütmekle yükümlü organ ve kurumların da bir sistem oluşturmak şöyle dursun, kimi durumlarda karşıt işleyişler gösteren çok başlı bir yapılanma gösterdiği, üzerinde görüş birliği bulunan bir olgudur. Bu nedenlerle, mevcut sistemde yapılacak iyileştirmelerin, başvurulacak yeni düzenleme alanlarının, yasal önlem ve kurumlaşmaların neler olması gerektiği ve bunların hangi kuruluşlarca nasıl yerine getirileceğinin bilimsel açıdan belirlenmesi bir temel ödev olarak durmaktadır." Bu yaşamsal saptamalarda bulunan Konseyin kaderi ise son derece trajik olmuş ve 2007 başında hiçbir gerekçe açıklanmaksızın feshedilmiştir.

1999 Marmara Depremi sonrasında kurulan TBMM Araştırma Komisyonu Raporunda söylenenler anlamlıdır. Denilmiştir ki: "Yeni bir deprem politikası oluşturulmalı devlet politikası olarak uygulanmalıdır… Gecekondulaşma, kaçak yapılaşmayı teşvik eden imar affı politikasından kesinlikle vazgeçilmelidir. Planlama ve yapı sektöründe görev alan meslek dallarının uzmanlık alanlarının yetki ve sorumluluklarını belirleyen meslek yasaları çıkarılmalıdır. Bu yasalarda meslek odalarına üyelerini denetleme yetkisi verilmelidir. Gereği yerine getirilmezse odalar da sorumlu tutulmalıdır."

İTÜ’nün 31 Aralık 1999 tarihli bir değerlendirme raporunda da olası afetler için kentlerin imar planı yapılırken acil durum istasyonları ve ulaşım ağının belirlenmesi, doğal afetlerin yaratacağı zararlara karşı okullar ve hastaneler öncelikli olmak üzere durumlarının denetlenmesi, acil boşaltma durumları için yapıların yanlarında boş yeşil alan bırakılması gibi önerilere yer verilmiş; olası bir gaz sızıntısı durumunda aydınlatma için yakılacak bir kibritle ne tür durumlara yol açılabileceğine işaret edilmiş; başta telekomünikasyon olmak üzere tüm kent altyapı yatırımlarının depreme ve diğer doğal afetlere karşı dirençlerinin araştırılması, uydu aracılığıyla iletişim sağlanabilecek bir donanıma kavuşturulması gereğine dikkat çekilmiştir. Raporda üzerinde durulan önemli bir nokta da, öncelikle kamu yapılarında olmak üzere, yıkım öncesi ve sonrasında kaçış, çıkış nokta ve yollarının belirlenmesi gereğidir

Ancak depremin üzerinden tam 10 yıl geçmesine karşın toplumsal hafıza zayıflığı ve yaşanan felaketlerden gerekli derslerin alınmamış olması aynı sorunları yıllar sonra tekrar tekrar tartışmamıza neden olmaktadır.

1999 yılında deprem sonrasında TBMM’de gündeme gelen bazı mevzuat değişiklikleri bile hâlâ komisyonlarda bekler durumdadır. Diğer yandan 1999 Marmara Depremi sonrasında 38 Yasa ve Kanun Hükmünde Kararname, 28 Kararname, 6 Yönetmelik, 17 Tebliğ ve 9 genelge yürürlüğe girdiği de belirtilmektedir. Ancak bunların büyük bir kısmı için, afetlerin sonuçlarına yönelik düzenleyici önlemler diyebiliriz.

"Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik" ise 06.03.2007 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve 03.05.2007 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan "Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelikte Yapılacak Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yönetmelik" ile de bir değişikliğe gidilmiştir. Ayrıca 2010–2014 arasında bu yönetmelikte yeni revizyon çalışmaları yapılması da planlanmaktadır.

Depremlerle ilgili önemli bir sorun da, mühendislik hizmeti görmüş binalar için hazırlanan formların kullanılmaması ve daha basit ve kırsal binalar için hazırlanan formların kullanılmasıdır. Daha önce bu raporun Marmara Depremi bölümünde değinilen hasar tespiti kaynaklı hukuki karmaşanın temelinde bu sorun da bulunmaktadır.

Diğer yandan "Mevcut yapı stokunun büyük bir bölümünün, fen ve sanat kurallarına, yasa ve yönetmelik hükümlerine uygun olarak yapılmadığı, mühendislik hizmetlerinin bulunmadığı, kaçak ruhsatsız ve ruhsata aykırı yapıların bulunduğu, yaşadığımız doğal afetlerin sonuçlarından anlaşılmaktadır. Bu nedenlerle mevcut yapıların büyük bir bölümü doğal afetlere karşı güvenli bulunmamaktadır" gibi son derece önemli saptamalar bizzat ilgili Bakanlık tarafından yapılan çalışmalarda belirtilmektedir.

Ancak konu "yapılması gerekenlere" gelince, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığınca hazırlıkları yapılan 2010–2014 yıllarını kapsayacak olan Stratejik Plan kapsamındaki "Stratejik Yönetim Projesi Süreç Raporu"nda kritik bir yanlışa düşülmektedir. Raporda önce, "Geçmiş depremlerde mevcut bina stoğunun önemli bir kısmının deprem güvenliğinin yetersiz olduğu ortaya çıkmıştır" denilmekte ama hemen ardından "Çok sayıda binanın detaylı mühendislik hesapları ile deprem güvenliğini belirlemek hem insan kaynağı hem de finansal açıdan mümkün değildir. Bu nedenle alternatif bir yola ihtiyaç vardır. Bu proje kapsamında mevcut yapı stoğundaki riski yüksek binaların detaylı mühendislik hesapları kullanılmadan hızlı bir biçimde belirlenebilmesi için hızlı değerlendirme yöntemleri geliştirilmesi planlanmaktadır" denilmektedir.

TMMOB Makina Mühendisleri Odası, bu yaklaşımın bilimsel teknik gereklilikler açısından kabul edilemez bir yönelim olduğunu ve mühendisliğin kamusal hizmetten tasfiyesini öngördüğünü bu rapor aracılığıyla kamuoyu ile paylaşır.

"İnsan kaynağı" gerekçesindeki mühendislik faktörü, işsiz mühendisler ordusu ve mesleği dışında iş yapmak zorunda kalan mühendislerin çok sayıda olduğu gerçeği atlanarak değerlendirilmektedir. Diğer yandan mühendislik ve detaylı mühendislik hesapları gereklerinin bir "maliyet" veya "finansal" bir sorun olarak görülmesi, toplumun can ve mal güvenliğinin bilimsel teknik gereklilikler dışında ele alınmak istendiği sonucunu verecektir. Bu durum, kamusal denetim alanının bizzat kamu tarafından mühendislerin dışlanması yoluyla zayıflatılmasına yol açacaktır. Açık ki bu durum deprem güvenliği çalışmalarını sekteye uğratacak, hasar tespiti çalışmalarında düşülen yanlışlar yinelenecek ve yapıların güvenliğini oluşturma, iyileştirme ve deprem süreçlerinde yine aciz durumda kalınmasına neden olacaktır.

Oysa depremle ilgili sorunlar ve yapı güvenliğinin sağlanması, jeoloji, jeofizik, şehir planlaması, inşaat, mimarlık, elektrik ve makina mühendisliği disiplinleri ile birinci dereceden bağlantılıdır. Mühendislik, mimarlık gerekleri ve meslek odalarının yapı denetimi ve güvenliği alanına bizzat kamu tarafından öncelikli olarak dahil edilip edilmemesi, deprem sorununa yaklaşımda temel bir sorun olarak varlığını koruyacaktır.

 

"Yapı Denetimi"nin Önemi ve Mevcut Durumu

İnşaat Mühendisleri Odası’nın "Türkiye’de Konut Sorunu ve Konut İhtiyacı Raporu" ve TÜİK verilerine göre Türkiye’de 17 milyon civarında yapı stoku bulunmakta ve bu stokun % 67’sinin ruhsatsız ve kaçak, % 60’ının 20 yaş üzeri konutlardan oluştuğu ve % 40’ının depreme karşı güçlendirilmesi gerektiği belirtilmektedir. Kısaca, gerek yasal düzenlemelerin eksikliği, gerekse denetimlerdeki boşluklar, sağlıksız yerleşim alanlarının önünü açmakta ve bu noktada "yapı denetimi" konusu birinci dereceden önem taşımaktadır.

Diğer yandan makina mühendisliği disiplini açısından çok önemli bir konuyu oluşturan, depremlerde oluşan kayıpların % 80’e varan kısmının taşıyıcı sistemlerin gördüğü zarara bağlı olarak tesisatlarda oluşan hasarlar nedeniyle meydana gelmesidir. Oysa uzmanların görüşüne göre bir yapının taşıyıcı sisteminin maliyetinin toplam yapı maliyeti içindeki payı % 35’i geçmemektedir. Bu durum, konunun bir rant – kâr alanı haline çevrildiğini göstermektedir.

1999 Marmara depremi sonrasında "güvenli yapılaşma" adına getirilen "yapı denetimi" düzenlemeleri ise sorunları çözememiş hatta yeni kargaşa yaratmış; denetimsiz yapılaşmayı teşvik eden, kamusal denetim alanını ticarileştirerek özelleştiren, katılımcılığı reddeden, meslek odalarının önerilerine kapılarını kapatan bir anlayış tercih edilmiştir.

Bu nedenle depremle ilgili en önemli yasal düzenlemelerden biri olan 4708 sayılı Yapı Denetim Yasası’nda ciddi eksik ve yanlışlar bulunmaktadır. 17 Ağustos 1999 depremi ardından gündeme gelen 595 sayılı KHK’nin Anayasa Mahkemesi’nce iptali üzerine yine aynı anlayışla hazırlanan 4708 sayılı Yasanın sonuçları 2003 Mayıs’ında Bingöl depreminde bir kez daha ortaya çıkmıştır. Odamız ve TMMOB’nin tüm uyarılarına rağmen, birinci derece deprem bölgesindeki birçok ilimiz yıllarca bu yasanın kapsamına alınmamıştır.

2001 yılında, oluşturulacak yeni sisteme ilişkin ilgili meslek Odalarının görüş ve önerilerine rağmen yasalaşan ve yalnızca 19 pilot ili kapsadığı için yoğun eleştirilere neden olan 4708 sayılı Yapı Denetim Yasasında yapı denetimi tam anlamıyla bir piyasa faaliyeti olarak görülmüş ve kamusal denetim dışlanmıştır. "Türkiye Deprem Haritası"na göre 50 il "Birinci Dereceden Deprem Bölgesi" içinde yer almakta* iken yasa, milli gelirden % 67 gibi en yüksek pay alan 19 ili kapsamış, yapı denetimini ticarileştirme/özelleştirmeye en uygun iller seçilmiştir.** 35’i "Birinci Dereceden Deprem Bölgesi" içinde yer alan diğer 62 ilimiz ise yıllarca yapı denetimi dışında tutulmuştur.

Bu konu nihayet 9 yıl sonra nispeten düzeltilmiştir. 13.07.2010 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan (14.06.2010 tarihli) Bakanlar Kurulu Kararı ile Yapı Denetimi Yasası, 1 Ocak 2011’den itibaren 81 ilin tamamında uygulanır olacaktır. Ancak yasanın eksik, yanlış, aksayan ve uygulanamayan yanlarının ilgili tarafların görüşlerine başvurularak yeniden düzenlenmesi gerekliliği sürmektedir. Zira mevcut yasa, mesleki yeterlilik, eğitim, belgelendirme, izlenebilirlik, denetim mekanizmasının zayıflığı ve kamu yapılarının denetim dışı kalması gibi çok önemli sorunları çözmemekte ve yürürlükteki diğer bazı yasa hükümleriyle çelişkiler de barındırmaktadır.

Yasa, 3194 sayılı İmar Yasasının 26. maddesinde belirtilen kamu yapı ve tesisleri ile 27. maddede belirtilen ruhsata tabi olmayan yapılar ve bodrum kat hariç tek parselde bulunan ve 200 m²’i geçmeyen iki katlı müstakil yapıları kapsam dışında bırakmıştır. Ülkemizde son dönemlerde özellikle 17 Ağustos Marmara Depreminde ve 1 Mayıs 2003 Bingöl Depreminde görüldüğü gibi, yaşanan büyük depremlerde kamu yapılarının en az özel yapılar kadar zarar görmüş olduğu gerçeği yasada gözetilmemiştir.

Bu noktada, özellikle yasa yapıcılarınca, yapı denetiminin kent planlamasından yapıya ilişkin tasarım projeleri ile inşaatın imalat sürecini kapsayan bir bütün olduğu gerçeği kabul edilmelidir. İnşaat süreci ise, yapının oturacağı zeminin etüdü ile başlayıp, hazırlanan plan ve projelerin İmar Yasası ve Yönetmeliklerine, teknik şartname ve kurallara ilişkin mevzuat ile TMMOB’ye bağlı ilgili Odaların Yönetmelik, Yönerge ve Çizelgelerine uygun olarak üretilip üretilmediğinin denetimi ile devam eden yine bütünlüklü bir süreç olarak anlaşılmalıdır.

Kısaca, Yasanın temel eksiği, TMMOB’ye bağlı ilgili Odaların yasa ve yönetmeliklerce tanınmış görevleri içinde bulunan mühendislik, mimarlık hizmetlerinin mesleki yeterlilik, eğitim, belgelendirme ve denetleme boyutlarını içermemesi ve birçok kez eleştirdiğimiz "imzacılık" yaklaşımına ortam yaratılmasıdır. Diğer yandan yasa, yapıları yalnızca bina taşıyıcı sistemlerden ibaret görmektedir. Oysa Marmara Depremi sonrası yapılan incelemeler, oluşan kayıpların % 80’e varan kısmının, taşıyıcı sistemlerin gördüğü zarara bağlı olarak tesisatlarda oluşan hasarlar nedeniyle meydana geldiğini göstermiştir.

En son 07.08.2010 tarihli ve 27665 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikte yapılan değişiklikler de TMMOB’ye bağlı ilgili odaların değerlendirme kriterleri dikkate alınmadan hazırlanmıştır.

Süresi 5 yıl olan Yapı Denetçiliği ve Proje Denetçiliği Belgesinin geçerli olduğu süre içinde meslek içi eğitimlerin sürekli hale getirilmesi ve eğitim programlarının Bakanlık ile TMMOB’ye bağlı ilgili Odaların ortak çalışması ile belirlenmesi için 2006–2007 yıllarında Bakanlık ile biz meslek Odalarının koordineli bir şekilde uyguladığı eğitim çalışmasının devamının getirilmemiş olması ve bu konunun yasada hüküm altına alınmaması önemli bir diğer eksikliği oluşturmaktadır.

Yapı denetim sisteminin önemli temellerini oluşturan yapı sigortası ve mesleki sorumluluk sigortası da bir türlü uygulamaya geçirilememiştir.

Yine yapı denetim sürecinde tanımlanan şantiye şefliği uygulanabilir olmaktan uzak, mühendis ve mimarların imzalarıyla geçiştirilen bir uygulamaya dönüşmüştür.

Yasaya göre yapı denetim kuruluşlarının yapı sahipleri tarafından belirlenmesi gerekirken uygulamada müteahhitler öne çıkarak haksız rekabet koşullarına neden olmakta, bağımsız bir yapı denetim sisteminin oluşmasının koşulları en başta yok olmaktadır.

Önemle belirtmek isteriz; "yapı denetimi"nin anahtarı "mesleki denetim", onun olmazsa olmaz koşulu da TMMOB’ye bağlı Odaların görev ve yetki alanında bulunan "Uzmanlık ve Belgelendirme"dir. Yapı Denetiminin kamusal bir denetim alanı olduğu asla unutulmamalıdır. Yapı Denetim Yasasının bu yönleriyle ciddi eksikleri vardır, yasanın yeniden ele alınması gerekliliği kamuoyunun gündeminde bütün sıcaklığıyla yer almalıdır.

 

Depremini Bekleyen İstanbul’da "Yapı Denetimi"nin Durumu İçler Acısı

Yapıların % 70’inin kaçak ve ruhsatsız olduğu olası bir İstanbul depremi için uzmanlar, 10 bin civarında binanın tamamen çökeceğini, 50–60 bin binanın (yani yüz binlerce konutun) ağır hasar göreceğini, 40–50 bin kişinin öleceğini; kent altyapısının tahrip olacağını ve ekonomik kaybın 20 milyar dolar civarında olacağını belirtmektedirler. Ancak bu risk ve kayıpların niteliksiz yapılaşmanın hızla sürmesi ile arttığı da gözetilmelidir.

Prof. Dr. Naci Görür, Prof. Dr. Celal Şengör, Prof. Dr. Okan Tüysüz ve Prof. Dr. Haluk Eyidoğan’dan oluşan İstanbul Teknik Üniversitesi Deprem Bilgilendirme Grubu’nun (İTÜ-DEPBİL) araştırmasına göre Marmara Denizi’nde kırılmamış 160 kilometrelik fay olduğu ve bunun tek bir seferde kırılması halinde 7,6 büyüklüğünde deprem üreteceği ifade edilmiştir.

Bu gerçek göz önüne alınarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi işbirliği ile İstanbul Deprem Master Planı adlı bir çalışma yürütülmüştür. Master Plan kendisini; "İstanbul’daki mevcut yapıların güvenliklerinin incelenmesi, yeterli güvenliğe sahip olmayan yapılar için teknik hukuki, -sosyal ve mali açılardan uygunluk arz eden gerekli güçlendirme ilkelerinin belirlenmesi, ek olarak diğer teknik, sosyal, idari, hukuki ve mali önlemlerin de belirlenmesini amaçlamayan bir yol haritası" olarak tanımlamıştır.

Master Plan’ın gelişim evresi depremle ilgili ülkemizdeki diğer tüm hazırlıklar gibi baştan sona sıkıntılı gitmiştir. Projenin başlangıcında, ön etüdün maliyeti 400 milyon dolar, genel çalışma ise 5 milyar dolara mal olacağı ifade edilmiştir. Çalışma için amaca yönelik yetiştirilmiş en az 400 mühendis ve sayısı duruma göre değişecek teknik eleman çalışması tasarlanmış, projenin minimum bitiş süresi de 5 yıl olarak saptanmıştır.

Ancak öğretim görevlilerinin itirazlarına rağmen plandan tavizler verilmeye başlanmıştır. Zamanın ve kaynağın kısıtlı olmasından kaynaklı, planın üstünde çok fazla oynama yapılmıştır. Uzmanlar İstanbul’daki yapıların tümünün incelenmesi gerektiğini ısrarla vurgularken, her yapının tek tek incelenmesini mümkün görmeyen idari yönetimler çağ dışı bir şekilde yalnızca Zeytinburnu’nun pilot bölge seçildiği, bu bölgedeki yapıların değerlendirmesinin yapılıp o piksel içindeki tüm yapılar için risk değerlendirmesinde esas veri kabul edilmesi gibi bir yaklaşım tercih edilmiştir. Var olan durumda plan Marmara Depremi’nden etkilenmesi olası yapıların % 90’ını kapsamayan bir duruma gelmiştir ve akıbeti meçhuldür.

Olası Marmara depremi riskinin giderek arttığı kamuoyunca bilinmektedir. Buna karşın deprem bölgelerindeki okullar, hastaneler ve diğer kamu yapıları bilimsel olarak incelenmemiş, kentsel yaşamda rant olgusu, can ve mal güvenliği kaygısının önüne geçmiştir. Milyonlarca insanın kaderiyle baş başa bırakılmış olması düşündürücüdür. Öncelikli olarak yapılması gereken, ciddi risk azaltma önlem ve uygulamalarıdır.

 

 

 

 

Deprem Bölgesindeki Sanayi Tesisleri, Enerji ve Yakıt Hatları Kentleri Patlamaya Açık Birer Bomba Durumuna Getiriyor

Deprem bölgesinde yerleşim alanlarında, I. ve II. Sınıf Gayri Sıhhi Müesseseler kapsamında yer alan Sanayi Tesisleri ve bunlarla iç içe geçmiş bulunan NATO Boru Hatları, Doğal Gaz Boru Hatları, LPG Boru Hatları, yerleşim alanları içerisinde hiçbir standarda bağlı olmaksızın kurulan ve işletilen Akaryakıt İstasyonları, Tüp Gaz Satış Bayileri, v.b. bir arada bulunmaktadır. Tüm bunların taşımakta olduğu yangın ve endüstri kazaları olasılıkları ile bu alt yapı tesislerinin yer aldığı bölgelerin taşıdığı deprem riskleri, kentleri patlamaya hazır birer bomba haline getirmekte ve yaşam güvenliğini ortadan kaldırmaktadır.

Marmara Boğazları başta olmak üzere Karadeniz, Marmara ve Ege Denizleri ile Körfezlerindeki uluslararası deniz trafiğinin taşıdığı kaza, yangın v.b. riskler yanında bu denizlere kontrolsüzce boşaltılan atıklar, kıyılarda yer alan sanayi kuruluşları ve petrol türevleri ile kimyevi madde depoları ve bunlara ait işleme–üretme tesisleri, limanlar, deniz altında inşa edilmiş olan yakıt platformları ve boru hatları da önemli birer risk faktörü oluşturmaktadır.

Aynı şekilde sanayi kuruluşları tarafından eşgüdümsüz ve bütüncül bir yönetim modeline bağlı olmaksızın gerçekleştirilen deniz dolguları ve tehlikeli madde transferine yönelik özel iskeleler; bunların yakın çevresinde yer alan yerleşim alanları ve doğal alanlar açısından çevre kirliliği, can güvenliği, insan ve diğer canlı türleri için pek çok risk oluşturmaktadır.

Bu tür sanayi–depolama–liman v.b. tesisler, alt yapı tesisleri ile ulaşım hatlarının yer aldığı bölgelerin deprem açısından da risk taşıyor olması ve pek çoğunun fay hatları üzerinde bulunması tehlikenin boyutlarını artırmaktadır. Ancak 17 Ağustos Marmara Depreminin ardından depremin etkisi ile İzmit Körfezinde yaşanmış olan TÜPRAŞ yangını ve 28 Temmuz 2002 AKÇAGAZ patlaması dahi, bu konuda gerekli önlemlerin alınması için yeterli olmamıştır.

Körfezde petrol türevleri ve kimyevi maddelerin depolanması, transferi, üretimi ve işlenmesine yönelik faaliyet gösteren ve ne kendi aralarında ne de hemen yanlarında yer aldıkları yerleşim alanları ile aralarında hiç bir ayırıcı bant, güvenlik bölgesi oluşturulmamış olan 30 sanayi tesisinin fay hattı üzerinde yer aldığı bilinmektedir. Bunun yanında AKÇAGAZ yangınında görüldüğü gibi, bir tesiste çıkacak olası bir yangın veya patlama diğer tesislere de sıçrama tehlikesine açıktır.

Bu önemli bilgiye karşın yer seçim ve yerleşme kararlarını bu şekilde koruma kararında ısrar edilecek ve İTÜ, TÜBİTAK MAM, GYTE gibi pek çok kurumun raporlarına rağmen tasfiye kararı verilmeyecekse, bunun sorumluluğunun ilgili kurum ve kuruluşlar ve hükümetlerde olduğu bilinmelidir.

 

IV. MAKİNA MÜHENDİSLİĞİ UZMANLIK ALANLARI ÖNLEMLERİ

Doğalgaz Projelendirme ve Tesisat Montaj Faaliyetlerinin MMO’dan Yetki Belgeli Mühendislerce Yapılması Gerekmektedir

Yalnızca bir İstanbul depreminde elektrik, likitgaz, doğalgaz ile ısınma, pişirme araçlarından kaynaklanacak çok sayıda yangın ve patlamanın oluşacağı uzmanlar tarafından belirtilmekte ve 500’den çok yangın ve patlamanın olacağı öngörülmektedir. Bu noktada Odamızın uzmanlık alanı olan tesisat konusu devreye girmektedir. Doğalgaz tesisatları konusu özellikle İstanbul’da yıllardır kanayan bir yara halini almıştır. Uzun yıllardır süren doğalgaz projelendirme ve tesisat montaj faaliyetleri TMMOB Makina Mühendisleri Odası’nın denetimi dışında, yer yer mühendis bile olmayan kişilerce yürütülmektedir. Bu konuda özellikle İGDAŞ ve diğer illerdeki kentsel gaz dağıtım kuruluşları ile EPDK, Odamızın ısrarla sürdürdüğü denetim ve gözetim için işbirliği tekliflerine duyarlı ve açık olmalıdırlar.

Bu faaliyetin yasal çerçevesi Enerji Piyasası Denetleme Kurumu tarafından yayımlanan yönetmeliklerle belirlenmiştir. Bu yönetmelikler gereği doğalgaz alanında çalışmak isteyen firmalar, gerekli izinleri bölgenin yetkili gaz dağıtım firmasından alırlar. Doğalgaz alanında faaliyet gösteren firmaların, Odamız tarafından yetkilendirilen makina mühendisleri ile çalışma zorunluluğu bulunmaktadır. Odadan yetkili makina mühendisleri yaptıkları mühendislik hizmetlerini Resmi Gazete’de yayımlanmış MMO Yönetmelikleri gereği, Odamız birimlerinin denetimine getirmek zorundadır.

Bu gereklilik ve zorunluluklar, depremini bekleyen İstanbul’da ve diğer kentlerde doğalgaz faciası yaşanmaması için uyulması gereken asgari güvenlik kurallarını içermektedir.

Toplum ve kamusal yaşamın güvenliği açısından, makina mühendislerinin doğalgaz alanında yaptıkları tüm projelerin MMO tarafından denetlenmesi gerekir. Ancak yaşananlar tam tersi doğrultudadır. Odamız bu alandaki denetimden dışlanmıştır.

Doğalgaz konusu sadece İstanbul’un değil, ülkemizin önemli bir konusudur. Kentlerde giderek yayılan doğal gaz kullanımı, güvenli ve sağlıklı bir duruma ancak etkin denetimle gelir. Ülkemizde verilen tüm makina mühendisliği hizmetlerinin denetim yetkisi, Yasa gereği Makina Mühendisleri Odası’nındır. Bu nedenle ilgili bütün gaz dağıtım firmalarının yapması gereken, Makina Mühendisleri Odası ile işbirliği yapmaktır. Olası depremlerde can alıcı sorunların yaşanmaması için bu konu birinci dereceden önem taşımaktadır.

 

Depremlere Karşı Alınması Gereken Tesisat Önlemleri

Doğalgaz Tesisatı Önlemleri

Doğalgaz renksiz kokusuz ve havadan hafif bir gazdır. Buharlaşma dereceleri çok düşük ve sıvılaştırılmaları çok zordur. Sıvı halde sudan hafiftir. LPG’nin aksine doğal gaz zeminde değil üst boşluklarda birikir ve doğal gazı da tavan seviyesinden havalandırmak gerekir. Renksiz ve kokusuz olduğundan kolay fark edilmez, havaya göre yoğunluğu 0,55–0,64’tür. Bu amaçla kullanıma verilirken karakteristik bir koku (THT) ile kokulandırılır.

Bu bilgiden sonra alınması gereken tesisat önlemleri şöyle sıralanabilir:

Gaz Yakma Sisteminde Olması Gerekenler

Sisteme gaz girişi ana kapama vanası ile başlar.

Sistemin emniyeti için olan cihazların yapısı, sistemdeki herhangi bir cihazın arızası halinde de emniyetin bozulmasına meydan vermemelidir.

Gaz ve hava karışım oranı her bir yakıcı için en düşük ve en yüksek kapasite arasında sabit kalacak şekilde ayarlanabilmelidir ki stabil ve emniyetli bir yanma sağlanabilsin.

Ana alev ve varsa pilot alev ayrı bir alev sensörü ile kontrol edilmelidir.

Bina içinde gaz kokusu hissedildiğinde ne yapılmalı?

Binanın içinde oluşabilecek doğalgaz kaçaklarının anında hissedilmesi için doğalgazın içine özel bir kokulandırıcı madde Tetrahidrotiofen (THT) katılmaktadır.

Bu kimyasal madde doğalgaza sarımsak kokusuna benzer bir koku vermektedir. Gaz kokusunun iyice bilinmesi/tanınması güvenliğin sağlanması için çok önemlidir.

Gaz Kokusu Hissedildiğinde Alınması Gereken Önlemler

Konut içerisinde gaz kokusu varsa:

Sayaç vanası ile bütün doğalgaz cihazlarının vanaları kapatılmalıdır.

Kapı ve pencereleri açarak konut içi havalandırılmalıdır.

Koku olduğu müddetçe; sigara içilmemeli, kibrit ve çakmak yakılmamalı, elektrikli ev aletleri, düğme, zil, telefon, lamba, mobil telefon v.s. kullanılmamalıdır.

187 DOĞALGAZ ACİL, ev dışındaki bir telefon kullanılarak aranmalıdır.

Apartman içinde gaz kokusu varsa:

Koku hissetmeyenler uyarılmalı,

Herhangi bir butona basılmamalı,

Cep telefonunu kullanılmamalı,

Sigara, çakmak, kibrit kullanılmamalı,

Asansör kullanılmamalı,

Bina girişindeki "Ana Gaz Kesme Vanası" kapatılmalıdır.

Sokakta gaz kokusu varsa:

Kokuyu duymayanlar uyarılmalı,

Sigara içilmemeli, içenler engellenmeli,

Çakmak, kibrit kullanılmamalı,

Çalışan otomobil varsa stop ettirilmeli,

Kazı ve kaynak yapan varsa uyarılmalı,

Cep telefonu kullanılmamalı, kullananlar uyarılmalı,

Kaçak görüldüyse bölgeden uzaklaşılmalı,

Dairelere gaz girişini engellemek için camlar, kapılar kapatılmalı,

Başka bir yerden 187 Doğalgaz Acil aranmalıdır.

Sokağın gaz emniyeti için:

Sokakta kazı yapanlar (kim olursa olsun) 187 Doğalgaz Acil’e bildirilmeli,

Doğalgaz servis kutularına zarar verilmesi engellenmeli,

Servis kutularına acil müdahaleyi engelleyecek biçimde araç park edilmemeli,

Gaz hattı ve servis kutularının hasarları hemen 187 Doğalgaz Acil’e bildirilmelidir.

Doğalgaz Tesisatında Deprem Önlemleri

Deprem öncesinde:

Doğalgaz tesisatının ana kapama vanasının yeri belirlenmeli,

Kombi ve su ısıtıcısının duvara veya yere sallanmayacak şekilde monte edilmesine dikkat edilmelidir.

Deprem sonrasında:

Kombiler mutlaka servise kontrol ettirilmeli,

Doğalgaz ana kesme vanası veya diğer vanalar hemen kapatılmalı,

Doğalgaz yakıcı cihazlar, su ısıtıcılar, duman bacaları, havalandırma menfezleri kontrol edilmeli,

Gaz sızıntısının tamamıyla giderildiğinden emin olmadan elektrik düğmeleri açıksa kapatılmamalı, kapalıysa açılmamalıdır.

Telefon kullanılmamalı, ateş ve kıvılcım üreten aletler yakılmamalı veya açılmamalıdır.

Doğalgaz tesisatı için önemli olan deprem sırasında veya hemen sonrasında bina gaz bağlantısının kesilmesidir. Bu konuda ancak ana gaz dağıtım hatlarında önlem alınması deprem senaryoları içinde yer almıştır. Ancak binaların gaz bağlantılarının kesilmesi insan eliyle gerçekleşmektedir. Doğalgaz tesisatı yönetmeliklerinde bu yönde bir zorunluluk yoktur. Ancak deprem anında otomatik olarak gazı kesen vanalar mevcuttur ve bunlar örneğin ABD deprem bölgelerinde kullanılmaktadır. Bu vanaların elektrik ve mekanik tipleri olmakla birlikte, bilyeli mekanik tipleri çok daha güvenilirdir ve tercih edilmelidir. Türkiye’de deprem riski yüksek olan bölgelerde kullanılması gündemdedir.

Doğalgaz tesisatında deprem açısından önemli olan bir başka nokta, mutfak fırını, ocak v.s. cihazların sabit boru tesisatına çok kaliteli tip esnek hortum v.b. elemanlar kullanılarak bağlanmasıdır. Esnek hortumlar yeteri kadar uzun olmalı ve cihazın depremdeki hareketlerine kopmadan izin vermelidir.

Deprem Emniyet Ventilleri (Sismik Hareketi Algılayan Otomatik Gaz Kesme Cihazları)

Deprem durumunda yerleştirildiği gaz hattında gaz beslemesini otomatik olarak kesmek üzere, sismik hareketi algılama araçları ve tahrik mekanizmasına sahip cihazlar grubudur (TS 12884). Deprem sarsıntısı olduğunda gaz akışını ve panelin elektriğini kesen bir tertibat olmalıdır. Bu "Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik"in 113. maddesi gereği zorunlu tutulmuştur.

Doğalgaz, LPG ve propan hatları depreme karşı deprem emniyet ventilleri ile korumaya alınmalıdır. Doğalgaz, LPG ve propan hatları deprem anında, bina içinde binaya etkiyen deprem kuvvetleri neticesinde kırılabilir ve kontrolsüz gaz kaçakları meydana çıkabilir. Bu gaz kaçakları neticesinde çıkabilecek yangınlar, depremin de getirdiği olumsuz şartlar ile birlikte deprem felaketinin etkisini arttırabilir. Deprem ventilleri doğalgaz, LPG ve propan hatlarına monte edilirler. Görevleri, belirli bir büyüklüğün üzerindeki depremlerde binaya gaz akışını kesip, bina içindeki gaz hatlarında olası bir kırılma da kontrolsüz gaz kaçaklarını engellemektir.

Doğalgaz, LPG ve propan hatlarında kullanılabilecek deprem emniyet ventilleri çalışma prensibi olarak mekanik ve elektromekanik olarak ikiye ayrılabilir. Elektromekanik deprem emniyet ventilleri, voltajdaki dalgalanmalardan ve elektrik kesilmelerinden (ki Türkiye’de voltajlarda sürekli dalgalanma ve sık sık elektrik kesilmesi olmaktadır) etkilenmekte ve emniyetli olarak çalışamamaktadırlar.

Mekanik deprem emniyet ventilleri ise elektrik enerjisine bağlı olmadıklarından güvenli ve emniyetli olarak sadece belirli bir büyüklüğün üzerindeki depremlerde aktive olup gaz akışını keserler. Deprem emniyet ventilleri şiddeti 5,4 ve üzeri olan depremlerde devreye girerek %100 emniyetli olarak gazı keser ve tam sızdırmazlık sağlar. Ventil içinde bulunan çelik kapatma küresi, şiddeti 5,4 ve daha üzerindeki depremlerde sarsıntının etkisiyle gaz hattını kapatmakta ve tam sızdırmazlık sağlamaktadır. Ventil tekrar kurulmadan gaz akışına izin vermemektedir. Dolayısıyla ventil mekanik yapısı sayesinde sadece deprem anında devreye girer, servis ve bakım ihtiyacı yoktur. Deprem sırasında gazı kesen deprem emniyet ventili, deprem sonrası boru hatlarının sızdırmazlık ve gaz kaçağı kontrolleri yapıldıktan sonra bir tornavida yardımı ile tekrar kurulur. Ventil yatay monte edilmelidir, yatay montajı kontrol için su terazisi ventilin üzerindedir. Tekrar kurulan ventil, üzerindeki gözetleme camından kontrol edilebilir.

Sismik hareketi algılayan gaz kesme cihazı ve gazı kesen selenoid vanaların har 6 ayda bir periyodik bakım ve kontrolü yapılmalıdır.

 

Mekanik Tesisat Deprem Önlemleri

Türkiye’nin sıkça depremlerin yaşandığı, önemli bir bölümünün 1. Dereceden deprem kuşağında olduğu göz önünde bulundurularak, yapının statiğinde olduğu gibi, mekanik tesisatın kurulmasında da bir takım önlemler alınması gerekir. Bugüne kadar mekanik tesisat tasarımında ve uygulamasında sismik koruma Türkiye’de dikkate alınmayan bir konuydu. Ancak dış kaynaklı bazı projelerde belirli ölçülerde önlem alınması öngörülüyordu. Son depremlerden sonra bu konunun daha önem kazanarak, uygulamanın yaygınlaşacağını ümit etmek mümkündür.

Deprem doğrudan insanları öldürmez. Esas öldürücü olan insan eliyle yapılan yapıların çökmesidir. Bu nedenle burada esas olarak insan eliyle yapılan yapılar ve özellikle mekanik ekipman ve tesisat üzerinde depremin yarattığı etkiler üzerinde durulmalıdır.

Bu çerçevede önemli bir nokta, mekanik tesisatın sürekli çalışmakta olmasıdır. Deprem ise bina ömrü içinde birkaç kere gerçekleşebilecek bir olaydır. Dolayısıyla çok uzun aralıklarla olması muhtemel bir olay için alınacak önlemler ekipmanların normal çalışmasını etkilememeli, ancak deprem olduğunda devreye girmelidir.

Yapıların normal ömrü içerisinde küçük ve orta şiddetli depremlerle birkaç kez karşılaşılacağı muhtemeldir. Mekanik tesisatın sismik olarak korunmasında amaç; binaları tahrip edecek düzeyde oluşmayacak depremlerde, tadilatı mümkün olabilecek mekanik sistemin yıkılmasını ve depremde tahrip olmasını önlemektir.

Özellikle Richter ölçeğiyle 7 ve/veya üzeri şiddetteki depremlerin sonucunda sistemlerin sökülüp yenilenmesi gereklidir.

Mekanik tesisatların depremden korunması için sismik korumanın önemi büyüktür.

Mekanik tesisatlardaki cihaz, boru ve kanallarda aşağıda sıralanan sismik korumalı bağlantı elemanları kullanılabilir.

Sismik sınırlayıcılar

Bu tür sismik korumalı bağlantı elemanları hareketli ve sabit sismik sınırlayıcılar olarak adlandırılabilir.

Hareketli tip elemanlarda, bir veya birkaç sensör yardımıyla deprem algılandırılarak, korunmak istenen cihaz ve/veya cihazları deprem anında otomatik olarak cihaz bağlantı yüzeyine katı bir biçimde sabitleyen bir kilit mekanizmasıdır. Deprem dışında kilit mekanizması açıktır. Duyar eleman elektronik veya mekanik olabilir. Kilitleme mekanizması ise, pnomatik, elektrik veya mekanik tahrikli olabilir.

Sabit tip sismik sınırlayıcılar

Bu tip elemanlar, elastik yastıklar ve bunları çevreleyen çelik muhafazalardan oluşur.

Bir mil ve yatağından oluşan sistem, cihaz ve cihaz montaj yüzeyine çalışma prensibine uygun bir şekilde montaj edilir. Deprem (sismik hareket) oluştuğunda mil hareketlenir ve korunmak istenen cihaz hareket etmeden mil hareketi ile cihazda depremin oluşturabileceği mekanik salınım sınırlanır.

Sabit tip sınırlayıcılar birçok yöntemle tespit edilerek uygulanabilir. Bu tip sınırlayıcılar; hareket sabitleyiciler, çelik halatlar, titreşim yalıtımlı askılar, çelik platformlar, esnek bağlantı parçaları olarak adlandırılabilir.

Mekanik tesisatları depremden sismik sınırlayıcılar yardımıyla korumak için ekipmanları etkileyen kuvvetlerin dinamik veya statik özellikleri, büyüklükleri tespit ederek sismik sınırlayıcıları seçmek gereklidir. Ekipmanların deprem sırasında ve sonrasında çalışmaya devam edip etmeyeceği, depremden belli bir süre sonra tamir edilerek çalışmaya devam edeceği ya da sadece yerine sabit kalması gibi durumlara göre analiz yöntemi tespit edilmeli ve tespit edilen analiz yöntemi sonucu sismik sınırlayıcılar belirlenmelidir.

Boru ve Kanallar

Boru ve kanalların cihazlara katı bağlanması işlemi esnek bağlantı elamanları (körük, kompansatör, fleks hortumlar v.b.) ile sağlanmalıdır. Bu durumda cihazlar, borular, kanallar yapıya ayrı ayrı sabitlenmiş olacaktır. Özellikle şaft içerisinden geçen boru ve kanallar sabit veya kayar mesnetlerle yapıya sabitlenmelidir. Boruların veya kanalların halatla bağlanması durumunda halatı yapıya sabitleyen elemanlar uygun ve sağlıklı olmalıdır.

Ülkemizde kullanımı gittikçe yaygınlaşan doğalgazın (LPG, CNG ve LNG için de geçerlidir.) cihazlara arzında kullanılan boru sistemleri için aynı yöntemler dikkate alınmalıdır. Ayrıca bu sistemlerde gaz dağıtım şirketlerinin ilgili şartname ve yönetmeliklerine uyulmalıdır.

Bacalar

Katı, sıvı ve gaz yakıtlı kalorifer tesisatlarındaki ve havalandırma sistemlerindeki bacalar önem arz etmektedir. Depremde baca sistemlerinde oluşan (oluşabilecek) hasarlar sistemin sağlıksız çalışmasına ve ölümcül kazalara yol açmaktadır. Deprem gerçekleşmese dahi, konutlarda gaz kullanımı esnasında yanlış uygulamalardan kaynaklı veya bacaların temizletilmemesinden dolayı poyraz ve lodoslu havalarda baca gazı zehirlenmesi ile ilgili vakalar yaşanabilir. Bu tür sorunları yaşamaması ve daha büyük zararlar görmemesi için aşağıda belirtilenlerin yerine getirmeleri gerekmektedir.

Her yıl düzenli olarak bacalar temizletilmelidir.

Her yıl düzenli olarak yakıcı cihazların yıllık bakımları yaptırılmalıdır.

Yakıcı cihazların baca sensörleri servislere kontrol ettirerek çalışır hale getirilmelidir.

Kombi, ocak, doğalgaz sobası gibi bacalı cihazların baca giriş çapı 13 cm’den küçük olanları bacanın girişine uygun ölçülere getirilmeli ve cihaz ile baca bağlantısı çelik flex ile değiştirilmelidir.

Bacalı doğalgaz cihazları, 8 m³’den daha küçük alanlara yerleştirilmemelidir.

Doğalgaz cihazının bağlı olduğu bacaya, teknik olarak başka hiçbir cihaz bağlanmamalıdır.

Bacalı kombi ve soba bulunan odalarda yatılmamalıdır.

Bacalı cihazlar, banyo ve tuvaletlere yerleştirilmemelidir.

Yüksekliği 4 metreden az bacalara, bacalı kombi veya şofben bağlanmamalıdır.

Şönt (ortak) bacalara, bacalı kombi, şofben veya soba bağlantısı yapılmamalıdır.

Cihazlar mutlaka müstakil bir bacaya bağlanmalıdır.

Mutfaktaki doğalgazlı şofben veya kombi bacası, aspiratör bacasına bağlanmamalıdır.
Ülkemizde fazla önem verilmeyen, bina mekanik ekipman ve tesisat üzerinde depremin etkileri ve alınabilecek önemleri deprem öncesi ve deprem sonrası alınabilecek önemler olarak sıralayabiliriz:

Bina ve Toplu Konut Mekanik Armatür ve Tesisatlarında Deprem Öncesi Alınacak Önlemler

Her türlü yapıların yapımında olduğu gibi mekanik tesisatların yapımında da en önemli aşamanın proje olduğuna dikkat edilmelidir.

Bütün mekanik sistemler proje aşamasında çözülmelidir. Projelerin TMMOB MMO tarafından denetlenmiş olması projelerin güvenirliği açısından önemlidir.

Proje aşamasında özellikle rezervasyonlar, delikler, geçişler ve sistemlerin birbirleriyle ilişkileri çözülmüş olmalıdır. Montajlar projeye uygun olmalıdır.

Mekanik tesisatların uygulamaları esnasında, yapının statiğine uygun olmayan değişikliklere yol açacak yöntemlerden kesinlikle kaçınılmalıdır.

Cihazların ankrajları amacına uygun olarak deprem yüklerine göre sabit veya sismik sınırlandırıcılı olmalıdır.

Doğalgaz, LPG tesisatlarının bulunduğu özellikle çok katlı binaların girişlerinde deprem ventili kullanılması tercih edilmelidir.

Fırın, kombi, ocak v.b. doğalgaz, LPG kullanılan cihazlar kaliteli esnek bağlantı elemanları ile tesisatlara bağlanmalıdır.

Yangın pompaları, sıcak-soğuk su pompaları v.b. cihazların çıkışları boru tesisatlara özel titreşim absorberleri ile bağlanmalıdır.

Tesisatlarda kullanılacak boru genleşme parçaları, kompansatörler ve omegalar deprem yüklerini karşılayacak yetenekte seçilerek uygulanmalıdır.

Boru tesisatlarındaki sabit ve kayar mesnetlerin deprem yüklerine uygunluğu göz önünde bulundurularak uygulanmalıdır.

Mekanik tesisat uygulamalarının proje uygunluğu kontrol edilmeli, uygun olmayan tesisatlar tadil edilmeli ve/veya yenilenmelidir.

Deprem Sonrası Alınacak Önemler

Yakıt kaçak kontrolleri yapılmalıdır. Sıvı yakıt, LPG (Sıkıştırılmış Petrol Gazı), LNG (Sıkıştırılmış Doğalgaz) ve doğalgaz yakıt depolarının kontrolleri yapılmalıdır.

Boru, kanal ve cihazların esnek bağlantı noktalarının kontrolü yapılmalıdır.

Boru tesisatı kaçak ve sızdırmazlık kontrolü yapılmalıdır.

Bacaların kontrolü (mekanik ve duman tabletleri ile) yapılmalıdır.

Yangın tesisatları bütün sistemleri ile birlikte kontrol edilmelidir.

Yakıcı cihazların fonksiyonlarının durum tespit ve kontrolleri yapılmalıdır.

 

 

 

V. DEPREM SORUNUNA KALICI ÖNLEMLER İÇİN ÖNERİLER

Raporumuzdaki tespitler doğrultusunda, TMMOB’ye bağlı ilgili Odalarla birlikte işaret ettiğimiz üzere, yasama ve mevzuat sürecinden başlayarak yasal, yönetsel, uygulamaya yönelik köklü değişiklikler yapılması gerekmektedir. Bu kapsamda yapılması gerekenler aşağıda kamuoyunun dikkatine sunulmaktadır.

 Mühendislik, mimarlık ve şehir plancılığı hizmetleri yoluyla bilim ve tekniğin toplum yararına sunumu olmazsa olmaz bir koşul olarak görülmeli, sosyal devletin planlı, dengeli kalkınma, bölgesel planlama gibi unutulmuş araçları deprem, kent ve güvenli yapılaşmada ivedi olarak devreye sokulmalıdır.

 Depremlere ilişkin üniversiteler, TMMOB ve bağlı meslek odaları ile uygulamacı kamu kurumlarının bilgi ve deneyim birikimine dayanarak, piyasacı/özelleştirmeci anlayışlardan bağımsız bir önlemler bütünü oluşturulmalıdır.

 Deprem öncesi, deprem sırası ve sonrasında yapılacak çalışmalara ilişkin kamu yararı ve ülke çıkarını gözeten ulusal bir deprem politikası belirlenmeli, bu çerçevede bir Ulusal Deprem Stratejisi ve Türkiye Deprem Master Planı hazırlanmalıdır.

 Afet olgusu karşısında planlama, araştırma, gözlem, zarar azaltma, hazırlık, acil müdahale ve iyileştirme yöntemleri kamu düzeyinde geliştirilmelidir. Deprem zararlarını azaltma önlemleri, İmar Yasası ve ilgili mevzuatlara yansıtılmalı, kent planlaması ve yapı üretimi bütünlüklü bir şekilde ele alınmalı ve hızla Afet Yönetimi Stratejik Planı oluşturulmalıdır.

 Yapı denetim uygulamasını yönlendiren her türlü karar sistemi, konu ile ilgili tüm kurum ve kuruluşların yer alacağı süreçlerde oluşturulmalıdır. İmar, Yapı, Dönüşüm Alanları, Yapı Denetim ve Afet Yasaları TMMOB ve bağlı Odalar, üniversiteler ve ilgili kesimlerin katılımıyla yeniden düzenlenmelidir. TMMOB ve bağlı Odaları bu alanlara ilişkin yasa ve mevzuat hazırlık süreçlerinin asli unsuru olarak tanınmalıdır.

 Deprem hasarı ve can kayıplarının azaltılmasının bilinen tek yolu mühendis, mimar ve şehir plancılarının ortak çabalarıyla depreme dayanıklı yerleşim alanları ve yapılar tasarlamak ve üretmektir. Bu nedenle ticari yanı ağır basan zoraki çok elemanlı, hantal yapılı, mali açıdan çok külfetli yapı denetim şirketi modeli yerine; uzmanlık ve ahlaki niteliklere sahip yapı denetçilerinin etkinliğine dayalı bir Yapı Denetim Uygulaması modeli geliştirilmelidir. Yapı denetiminde meslek odalarının sürece daha etkin katılımını sağlayacak yeni bir planlama, tasarım, üretim ve denetim süreci modeline ivedi bir ihtiyaç duyulmaktadır. Bu kapsamda, ticarileştirmeyi esas alan 4708 Sayılı Yapı Denetim Yasası özel olarak iptal edilerek yeni bir yasa çıkarılmalı; 3194 Sayılı İmar Yasası ve bağlı ikincil mevzuat, söz konusu model esas alınarak yeniden düzenlenmelidir.

 Bütün kamu yapıları yasa kapsamına alınmalıdır. TOKİ, KİPTAŞ ve benzeri kuruluşların inşaatlarının denetimi, yapı denetim sistemine dahil edilmelidir.

 Yapı üretimi düzeninin asli öğelerinden olan müteahhitliğin tanımı netleştirilmeli yapı ile ilgili uzmanlığı olmayan meslek sahiplerinin yapım işini üstlenmesi engellenmelidir.

 Yapı denetim uygulamasını sağlam bir zemine oturtacak Yapı Sigortası ve Mesleki Sorumluluk Sigortası sistemine bir an önce geçilmelidir.

 Denetimsiz yapılaşmayı teşvik ve yapı denetimini ticarileştirme/özelleştirme politikalarından vazgeçilmeli, kamusal denetim güçlendirilmeli, Yapı Denetim sürecine dahil kurum ve kuruluşların görev, yetki ve sorumlulukları yeniden tanımlanmalıdır. Yapı Denetimi ile ilgili kamusal yapılanmalarda TMMOB ve bağlı Odalar, görev, yetki ve sorumlulukları tanımlanarak temsil edilmelidir.

 Denetçi belgeleri ve takibi TMMOB’ye bağlı Odalar tarafından verilmeli; yapı denetimi mekanizmasında yer alan meslektaşların sicilleri TMMOB ve ilgili Odalar tarafından tutulmalı; meslek içi eğitimler TMMOB’ye bağlı Odalarca yapılmalıdır.

 Bina ve doğal eki mekanik tesisatının tasarım, üretim ve bakımında gerek üretenler, gerekse bunları denetleyenler TMMOB MMO tarafından belgelendirilmiş konunun uzmanı mühendisler olmalı ve bu husus bütün yasal düzenlemeler ile Yapı Denetimi Yasasında özel olarak yer almalıdır.

 Yapı denetim kuruluşlarının denetimi ve ceza sisteminde halen uygulanmakta olan yöntem sorunludur. Doğrudan kapatma yerine sistemin daha doğru işleyişini sağlayacak para cezalarını da kapsayan kademeli yaptırımlar uygulanmalıdır.

 Deprem ve yapı denetimiyle ilgili davalarda mahkemeler TMMOB’ye bağlı ilgili Odalarla kurumsal ilişki geliştirmeli, bilirkişilik sistemi gözden geçirilmelidir.

 TMMOB tarafından hazırlanan "Yetkili Mühendis, Mimar ve Şehir Plancılarının Belirlenmesi ve Belgelendirilmesine İlişkin Kanun Tasarısı" ivedilikle yasalaşmalıdır.

 Deprem tehlike analizlerinde kullanılan ve temel veri tabanı niteliğindeki "Diri Fay Veri Tabanı" oluşturularak işler hale getirilmelidir.

 Doğa olaylarının ve bazı sanayi tesislerindeki kusurların afetlere dönüşmesine karşı hazırlıklı olmak, olası riskleri önceden görmek ve bunlara karşı can güvenliğini sağlayacak önlemleri almak birincil öncelik olarak benimsenmelidir. İnsan yerleşimlerinin güvenli kılınması ve afet zararlarının en aza indirilebilmesi için önleyici önlemlerin geliştirilmesi gerekmektedir. Yalnızca deprem sonrasıyla sınırlı kalan değil, deprem öncesi önlemleri de planlayan bir yaklaşım ön plana geçmelidir.

 AKÇAGAZ yangınında görüldüğü gibi, bir tesiste çıkacak olası bir yangın veya patlama diğer tesislere de sıçrama tehlikesine açıktır. Bu tür I. ve II. sınıf gayri sıhhi müesseseler kapsamına giren tesislerin birbirlerine güvenlik–yaklaşma mesafelerinin ne olması gerektiği konusunda gerekli çalışmalar yapılarak, standartlar ve koşullar imar mevzuatına aktarılmalıdır.

 Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik, yap–boz tahtasına dönüştürülmeden ele alınmalı ve AB mevzuatına uygun, uygulanabilir olarak makina ve elektrik mühendisleri ile mimarların tasarım, üretim ve denetim aşamalarında aktif rol üstlenebilecekleri şekilde Odalar, üniversiteler ve sektör derneklerinin görüş ve önerileri yansıtılarak ivedilikle yeniden düzenlenmelidir.

 Okul ve hastaneler başta olmak üzere kamu yapılarının depreme karşı güvenli olup olmadıklarının tespiti için konunun uzmanı mühendisler tarafından kontrollerine yönelik bir çalışma başlatılmalı, bu çalışmada Üniversiteler, TMMOB’ye bağlı ilgili Meslek Odaları ve Belediyelerin yer alması sağlanmalıdır.

 Deprem bölgelerinde bulunan LPG Depolama ve Dolum Tesisleri gibi tüm endüstriyel tesislerin risk analizlerinin yapılması sağlanmalıdır. Bu tür tesislerin güvenlik mesafelerinin taşıdıkları risklere göre yeniden belirlenmesi bir zorunluluktur. Bu mesafeler içinde yer alan yerleşim alanlarının kamulaştırılma finansmanı tesis sahipleri tarafından sağlanmalı, bu alanlar Bakanlar Kurulu Kararı ile "afet bölgesi", "yapı yasaklı alan" ilan edilmelidir.

 Sağlık, su, yağmur suyu, atık su, sıcak su, kızgın su, buhar, kızgın yağ, ısıtma, soğutma, asansör, doğalgaz, LPG, sanayi gazı, yakıt, yangın, acil durum/ışıklandırma, yangın, elektrik, yalıtım, güvenlik, depolama, havuz, iletişim ve ulaştırmaya ilişkin tüm tesisat uygulamaları deprem, acil ve afet durumları açısından incelenmeli ve TMMOB’ye bağlı ilgili Odaların eğitim, belgelendirme, denetim süreçlerine tabi kılınmalıdır.

 Doğalgaz, elektrik, ısıtma kazanları, jeneratörler ve gaz tesisatları için erken uyarıcı ve gaz/akım kesici sistemler uygulanmalı, denetimleri meslek odalarınca yürütülmelidir.

 Doğalgaz firmalarının MMO’dan yetki belgeli mühendislerle çalışması sağlanmalıdır.

 Doğalgaz projeleri ve montaj denetimlerinin MMO’nun mesleki denetiminden geçirilmesi sağlanmalıdır.

 Bu önlemler yanı sıra binalar ve sanayi tesislerindeki mekanik tesisat ve doğal gaz tesisatlarına ilişkin kamuoyunun bilinçlenmesi sağlanmalıdır.

 Toplumun bilinçlendirilmesi meslek odaları, üniversiteler, ilgili kamu kurumları ve ilgili kuruluşların katılımıyla ve bir seferberlik atmosferi içinde yapılmalıdır.

 Depremlere karşı toplumsal önlemler bağlamında mahallelerden başlayarak katılımcılığı temel alan örgütlenmelere yönelinmelidir.

 Deprem mühendisliği ile ilgili lisans programı önerilerinin tartışmaya açılması sağlanmalıdır.

 Deprem bölgelerindeki orta hasarlı onarılmayan binalar ile ağır hasarlı ve halen yıkılmamış olan binalar bir an önce yıkılmalı, bu binalarda oturanlar hak sahibi sayılmalıdır. Enkazı kaldırılmayan binaların tasfiyesi sağlanmalıdır.

TMMOB Makina Mühendisleri Odası, deprem sonrasında yaşamları karanlığa sürüklenen insanların yaşadığı sosyal deprem ve umutsuzluğu, bir gecede kararan hayatları, yıkılan hayalleri unutmamıştır. Bu toplumsal acı ve sorunları yüreğimizde hissediyoruz.

Marmara Depremini unutmadık, unutturmayacağız!

Bütün yetkilileri bir kez daha uyarıyor, duyarlılığa davet ediyor ve önlemler bütünlüğü için işbirliğine çağırıyoruz.

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: kentvedemiryolu