İstasyonlarım
Babam o kadar severdi ki doğduğu büyüdüğü şehri,
Tayin olduğu Yozgat Yerköy’de,
Bazı zamanlarda Tren istasyonuna gider, İstanbul’a kalkacak olan trenin gidişini seyredermiş.
– Bilirdim ki o elimi sürdüğüm vagonlar, ertesi gün İstanbul’a varacaklar, denizi göreceklerdi…diye anlatırdı.
Ondan geçmiştir bana trenleri çok severim, istasyonlarını da.
Marmaray gelince birbirinden elegant binalarıyla eski istasyonlar açığa çıktı.
Ne yapılacakları henüz belli değil.
belediye değerlendirelim istiyor ama onlara zırnık vermedikleri için bunları da esirgiyorlar.
Bağnaz rantiyeciler yıkmadıkları için şükredelim halimize.
Haydarpaşa – Pendik arasında 1870’lerde yapılan yolu süsleyen birbirinden güzel ve 110 seneyi aşkın binalara bayılırım.
Girişlerdeki kemerli, taştan taklı ve yaşlanmış ağaçlardan kapıları,
Oymalı pergoleleri, vitraylı rustik camlarıyla bir zamanların ince zevkini,
İnsanların şimdikilerin aksine detaylara olan aşklarını göstermeleri açısından şahane neoklasik eserler olarak resmederim gözlerimde.
Yer döşemelerindeki yıldızlı sararmış taşlarla, duvarlarındaki çini süslemeli kaplamalar ayrı bir iç cızlatıp, burun direğinizi sızlatan dokunuşlardır.
İçlerinde en sevdiğim Göztepedir…Farklıdır o,
tren hepsinin önünden onun altından geçer.
O naif tünel her gün onlarcasını kucaklar hala.
Kara tren geçtiğinde altına sıkışan dumanların kaçışmasını uzun süre seyrettiğimi hatırlıyorum.
Sonra ufak tefek Kızıltoprak, Erenköy, şimdilerde Marmaray’ın sürtünürcesine geçtiği Suadiye istasyonları çocuk gözlerimin retinasına yerleşmiştir.
Kartal istasyonu çok cezbederdi beni…Hala da duruyor,
Bazen bisikletimle gidip şımarık kediler gibi sürtünüyorum duvarlarına.
Trenin gerideki dönemeçten, okul çıkışındaki sevinçli bir çocuk gibi ansızın fırlamasını ağzım yayılarak seyrediyorum geçmişteki gibi.
Adana garını da seyretmeye doyamazdım orada yaşadığım zamanlar,
Yukarılardaki Pozantı istasyonu, yalnız bir ruhun her isteğini yapacak sessizlikte beklerdi nazarımda.
Onu geçince gelen Belemedik istasyonu,
Doğal güzelliğin ”yok artık” dedirten,
Kendinden geçmiş, lunatik bir tabiatın her rengindeki ormanlarının ve çivit mavisi göllerinin yanından uzayan raylarıyla hasbıhal etmektedir.
İçimi en acıtan şey,
Komando kursu alırken Eğirdir’deki tarihi istasyonun görüntüsüydü.
Bakımsız ama soylu, yalnız ama bir o kadar hatıra yüklü gelirdi bana.
Savaşın önemli duraklarından biri olduğu yazılırdı tarihçesine.
İki günde bir önündeki hatta koşarak Barla’ya gider gelirdik.
Üstleri artık parlamayan rayların ve traverslerin üzerinde sekerek geçerken kısa süreli arkadaşlık ederdim onunla.
Bazen geceleri bir çığlık duyardık en tizinden.
Tren gelirdi o ıssızlığa.
Ne getirirdi bilmiyorduk ama kursta refüze olan arkadaşlarımızı alıp gitmişti bir keresinde.
Dumanı havada yok olana kadar bakmıştık peşlerinden.
Tren istasyonları, yolcuları inip binince, gişe memuru prinç kapağı kapatıp, hareket memuru
perona çıktığında, kalkış düdüğünü çaldığında ve
bir süreliğine bağrına yaslanan yiğidin tekerlekleri ağır ağır hareketlendiğinde, eski yalnızlık ve ıssızlıklarına geri dönerler.
Ki benim gözümde onları değerli yapan özellikleri de budur.
Boyun eğmeyen, tek kalmaktan korkmayan,
Her şeye yeniden başlamayı göze alan tevekkülleridir.
Hakan Kınay