POSTA TRENİ
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar Nazilli kokardı Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen Edip Cansever
Hayatımız tren yolculuklarında geçti. Gerçi son zamanlarda durdu trenler. Artık eskisi gibi tren seyahatleri yapamıyoruz. İçimizi burkan bu eksiklik umarım tez zamanda biter. Yine kavuşuruz trenlerimize.
En çok Mersin – İskenderun ve Ankara – İstanbul trenlerinde seyahat ettim. Mersin’den İskenderun’a, Ankara’dan da İstanbul’a varışlar muhteşem güzelliktedir. Tabi ki bu varışlar insanların özlemlerine göre değişebilir. Ama ben trenin en çok İskenderun’a ve İstanbul’a varışlarını sevdim.
İstasyona yaklaştıkça heyecan artar. Biri doğup büyüdüğümüz şehir. Diğeri dünyanın en güzel şehri. Özellikle Ankara – İstanbul arası çalışan trenler de seyahat ettiğinizde fark hemen belli oluyor. Trenin temizliği, koltuklar, yolcular, personel hepsi farklı. Bir posta treni ile kıyaslanmayacak ölçüde temiz trenler. Mevsim yazsa soğuk, kışsa sıcak hava üfleyen klimalar çalışıyor. İnsanların kişiliklerini bilemem ama giyim kuşamları, konuşmaları daha düzgün. Tren görevlileri daha nazik ve anlayışlı. Trenin geçtiği yerler bile çok farklı. Büyük şehirler, dev lüks yapılar, deniz kıyıları, yemyeşil bağlar bahçeler. Renk ahenk bir dünyanın içinde geçip gidiyor yolculuğunuz.
Ama beni en çok posta trenleriyle yaptığım yolculuklar etkilemiştir. En çok posta trenlerinde geçen anlardan anı biriktirdim. Çoğu istasyonun kabul etmeyip duruş vermediği, bazı yolcuların yüzlerini buruşturarak zoraki bindiği, genelde eskimiş vagonlardan oluşan trenler. Varacağı yere vaktinde varamayan, bazen bir güne yakın tehir eden demiryollarının en hüzünlü trenleridir posta trenleri.
Adımınızı atar atmaz bir farklılık çarpar gözünüze. Koltuklar diğer trenlerin koltuğundan farklıdır. Yolcuların kıyafetlerinden fakirlik akar. Tarlalarda çalışan ırgatlar, köylüler, kimsesizler, parasızlar bu trenin değişmez yolcularıdır. Durduğu istasyonlarda yolcuları gibi yalnızdır. Bazen bir dağ başında, bazen Anadolu’nun ücra bir kasabasında. Birçok trenin durmaya tenezzül etmediği istasyonların, tek duranıdır posta treni.
Diğer trenlerde ki 1. Mevki, yataklı, kuşetli, vb. gibi ayrımlar yoktur posta trenlerinde. Herkes, her koltuk eşittir. Nereye oturursan otur aynı ücreti ödersin. Tabi oturacak yer bulabilirseniz. Genelde tıklım tıklım dolu olur posta trenleri. Yerinizden kısa sürede olsa kalksanız, bir daha oturma şansınız olmaz. Çünkü biri oturmuştur hemen yerinize. Biletler ve koltuklar numaralı olmadığı için bir şey de iddia edemezsiniz. Bu nedenle kimse yolculuk boyunca kıpırdamaz yerinden.
Gürültü, bağırış çağırış eksik olmaz posta trenlerinden. Bir posta treni yolculuğunda bir kadın çığlığı ile irkilmiştik. Nereden nereye gidiyorduk şimdi tam hatırlamıyorum. Afyon – İzmir Treni’ydi tahminim. Bu kez çok kalabalık değildi nedense tren. Bir kadın çığlığı kapladı treni birden bire. Merakla ve birazda endişe ile bütün başlar o tarafa döndü. Kadın koltuğun üzerine çıkmış fare, fare diye bağırıyordu. Oysa posta trenlerinde fare çok normal bir şeydi. Öyle çok şaşılacak bir şey değildi. Kadın ilk kez görüyordu tahminim. Siz yemeğinizi yersiniz, sizden dökülen kırıntıları da onlar yer. Ayaklarınızın dibine kadar gelirler zaman zaman. En ufak bir hareketinizde ise inanılmaz bir çabuklukla kaçar bir deliğe girerler.
Bağıran kadının hemen ön tarafında ki koltukta oturan bir yolcu dikkatimi çekti. Bir elinde sigarası, bir elinde tesbihi, koltuğun üstüne bağdaş kurmuş, oturuyordu. Tahminim o zamanlar sigara yasağı yoktu daha. Trenin en rahat yolcusuydu. Sonradan Diyarbakırlı olduğunu öğrendiğim bu amca, sigarasından çektiği dumanı savururken, umursamaz bir tavırla, “fare seni yiyecek mi?” diye biraz da kızgın bir ses tonuyla kadına söyleniyordu. Ne istifini bozmuştu nede dönüp bakmıştı. Anlaşılan alışıktı bu tür durumlara. Ama adamın bu sakinliği şaşırtmıştı beni. Çöktüm yanına. Konuştuk biraz. Şehirdeki çocuklarını görmeye gidiyormuş. Muhabbeti tatlı, kendini dinletmeyi biliyordu. Biz amca ile muhabbete dalmışken, gürültüye gelen tren görevlisi arkadaşlar kadın yolcuyu başka bir vagona aldılar. Gerçi orada da fare olmayacağı garanti değildi. Bütün vagonlarda olurdu genelde.
Bütün bu olup bitenler treni durduracak önemde şeyler değildi elbette. O kıvrıla kıvrıla devam ediyordu yoluna. Kimi zaman bozkırın ortasında terkedilmiş görüntüsü veren bir köyde, kimi zaman birkaç yolcudan başka kimsesi olmayan kapatılmış istasyonlarda, kimi zaman da diğer yerlere göre biraz daha canlı sayılabilecek; küçük, büyük kasabalarda yolcu indirip bindirerek varmaya çalışıyordu son istasyona.
Posta trenindeyken en çok da diğer trenlerin öne alınışına kızmışımdır. Sizi bir istasyonda tutarlar. Çoğu zaman bir açıklama da yapılmaz. Beklersiniz öylece. Niye? Çünkü arkadan gelen daha önemli! bir tren vardır. O öne geçecektir. Çünkü onun yolcuları beklememeli. Siz bekleseniz de olur. Çünkü siz posta trenisiniz. Önemsiz, sıradan bir tren… Elbette o trenin ücreti daha fazladır ama bu öne geçme nedeni olamaz, olmamalı.
Tabi ki bunların hepsi bir yönetmelik çerçevesinde olan şeyler. Kimse keyfine göre tren öne alıp sevk edemez. Trenlerin öncelik sıraları var ve bu sıraya göre öne geçişler yapılır.
Farklar ortadan kalksa. Bütün trenler aynı seviyeye gelse. Ve kimse kimseyi beklemese diye düşünürüm hep. Varacağımız yere vaktinde varsak. Bekletmesek bekleyenleri derim ben.
Servet Tunç