Barakada Soba Keyfi
Trenlerin Merkezden İdaresi (TMİ) hattındaki kısa devre arızasının yer tespiti ve onarılması için çıkmıştım yola. Arıza Oturak – Dumlupınar arasında kalıyordu. Trenden Oturak İstasyonu’nda indim. Makinist Cemil Usta ile muhabbet ede ede gelmiştik. Yardımcı makinist kimdi şimdi hatırlamıyorum. Onlar Afyon’a doğru devam ettiler. Oturak’tan hattı kestiğimde Uşak tarafı normale geliyordu. Anlayacağınız arıza Afyon tarafındaydı. Zaten ölçümlerde Dumlupınar’a yakın gösteriyordu arızayı. Yani yaklaşık 15 kilometrelik bir yolu yürümem gerekecekti. Yürümek sorun değildi benim için. Alışkındım yürümeye. Ayakçık ve takım çantası ile biraz zor olacaktı ama mecbur yürümem gerekiyordu. Kar olmasa hiç sorun değil. Ama bir metreye yakın kar olacağını tahmin edebiliyordum Dumlupınar’a doğru çıktıkça. İstasyon Şefi Mehmet Ali Abi ve Makasçı Lütfü usta ile kısa bir muhabbetten sonra yola çıktım. Onlar da şikâyetçiydi arızadan. Dispeçerle görüşemiyorlardı. Bu da tren sevkinde sorun yaratıyordu.
Foto: Emekli Tren Şefi Birtan Kulakoğu
Başlarda ayak boyu olan kar, yukarı doğru çıktıkça yükseliyordu. Dumlupınar yakınları 1 metreyi bulur diye tahmin ediyordum. Eski demiryolcu abilerin anlatımına göre; Kar eskiden 24000 lik makinaları gömermiş. Öyle yağarmış ki tünelleri kapatırmış neredeyse. Biz o günleri görmedik tabi. Bizim zamanımızda 1 metre bilemedin 1.5 metreye anca geliyordu kar yoğunluğu. Aslında trenle gidebilirdim ama kısa devre arızaları trenden zor tespit ediliyordu. Ayrıca belirli mesafelerde hattı dinlemek gerekiyordu, arızanın yerini tespit edebilmek için. Bu nedenle en garantilisi yürümekti. Ağır ağır gidiyordum. Sırtımdaki çantanın ağırlığı gittikçe ağırlaşıyordu. Ayakçık, Palanga, çekirge ve aletler baya ağırlaşmaya başlamıştı. Aslında onların ağırlığında bir artma yoktu. Gittikçe yükselen kar yürümeyi zorlaştırıyor ve bu da vücudu yoruyordu. Yorgunluk vücudu sarınca da sanki çantanın ağırlığı artmış havası veriyordu insana. Ara sıra telleri kısa devre gibi görüyordum. Arızayı buldum diye sevinirken, hattın altına girince kısa devre olmadığı anlaşılıyordu. Bu da yola devam demekti. Bir süre sonra karşıdan iki kişinin bana doğru geldiğini gördüm. Uzaktan kimseyi tanıma şansınız yoktu. Soğuk nedeniyle giyilen palto, bere, atkı insanları tanımanızı engelliyordu. Yanıma geldiklerinde birinin takım işçisi Cevdet olduğunu fark ettim. Diğer arkadaşta takım işçisiydi ama Onu tanımıyordum. Arkadaşlar takım işçisiydi ama bazı günler yol kontrolü için yol bekçiliği yapıyorlardı. Onlarda bu nedenle yolu kontrol ederek Dumlupınar tarafından geliyorlardı. Ayaküstü muhabbetten sonra herkes yoluna devam etti.
Epeyi yol gitmiştim. Ayaklarım karda baya bir üşümüştü. Kar boyu dizlerimi geçmişti. Gittikçe yürümem zorlaşıyordu. Biraz mola vermem gerekiyordu. Ama buralarda durmak ölüm demekti. Donar insan. Mecbur yürüyecektim. Çünkü biraz yukarıda takım barakası vardı. Cevdet’gil de orada mola vermişler ve sobanın yandığını söylemişti. Bu barakalar demiryolcular için hayati bir öneme sahip. Anahtarı kapının yakınlarında bir yerde olur ve ihtiyacı olan herkes kullanır bu barakaları. Tuvalet ihtiyacınızı, yemek ihtiyacınızı karşılar. Dinlenmenizi ve ısınmanızı sağlar. Hatta bazı geceler otel görevi gördüğü de olurdu. Hemen hemen hepsinin odunu sobası vardır.
Ancak, Demiryolu hattının belirli kilometrelerinde bulunan bu barakaların asıl önemi; acil durumlarda yol tamiri için gerekebilecek malzemeleri bulunduran depo görevi görmeleriydi. Bahçesinde ve barakanın içinde demiryolu tamiri için gerekli çeşitli malzemeler vardı. Acil durumlarda bu malzemeler kullanılıyordu. Bu nedenle demiryolları için, acil müdahalelerde çok önem taşımaktaydılar.
Zorda olsa bir süre sonra barakaya vardım. Anahtar her zamanki yerindeydi. Kapıyı açıp girdim. Cevdet’in dediği gibi soba yanıyordu. Bir iki odun atıp ateşi kuvvetlendirdim. Islanan botlarımı ve parkamı çıkarıp sobanın yakınına koydum. Bir sandalye çekip sobanın başına oturdum. Dünyanın en keyifli anıydı. Sıcacık bir sobanın başına oturup ayaklarımızı ısıtmak çocukluğumuzdan gelen bir keyifti.
Sobanın sıcaklığının etkisiyle botlardan çıkan buhara bakarak dalıp gitmişim. Uyuyup uyumadığımı şimdi hatırlamıyorum. Ama baya bir dalmışım.
Zamanın nasıl geçtiğinin farkında bile değilim. Müthiş keyifliydim ve keyfimin bozulmasını istemiyordum. Arızamı? Arızayı unutmuştum bile. Hayatınızda böyle bir ortamı kaç defa yaşayabilirsiniz ki. Dağ başında, ayaklarınızı donma noktasına getirmiş bir iki metreyi bulan kardan, sıcacık bir sobanın başına düşmüşsünüz daha ne istersiniz ki. Üstelik bölge Ege’nin en soğuk bölgesi Afyon – Dumlupınar. Bu bölgede eskiden karayolu günlerce kapalı kalırmış kar nedeniyle. Demiryolları tren seferlerinden önce zikzak treni ( tek bir makine aslında ama tren sayılıyor) çıkarıp yolları açarmış. Bu zikzak trenlerine bir keresinde bende bindim. Müthiş bir heyecan. Banaz-Dumlupınar arası yoğun bir kar yağışı olmuştu. Ve İdare zikzak treni ile yolu açacaktı. Yani rayları kardan temizleyecekti. Sabahın erken bir saatiydi. Bana da trende olmam gerektiği bildirildi. İlk kez bir zikzak trenine biniyordum. Yolculuk başladı. Bir süre sonra ortalık alabildiğince beyaz bir örtüye bürünmüştü. Ray falan yoktu ortalıktı. Tren sanki boşlukta gidiyor gibiydi. Uçuyorduk açıkçası. Ancak arkaya baktığımızda rayları görüyorduk. Yani karın kapattığı rayları bizim tren açıyordu. Önümüze baktığımızda trenin ortada ray olmadan karda boşlukta gidiyor gibi olmasından ürkmedim dersem yalan olur. Makinist arkadaşlar bu duruma alışkın olduklarından onlar gayet rahatlardı.
Dalgınlığım ne kadar sürdü bilmiyorum. Birden arıza aklıma geldi. Baya eğlenmiştim soba başında. Barakanın önünde bulunan dispeçer telefonundan hattı kontrol ettim arıza devam ediyordu. Tekrar yola koyuldum. Dumlupınar İstasyonu’na vardığımda da arıza devam ediyordu. Hattı kestim arıza Afyon tarafında kaldı. Yani arıza bizde değildi. Afyon tarafındaydı. Afyon Haberleşme Şefi Güner İskenderun’dan arkadaşımdı. Durumu bildirdim. Onlarda arızayı ölçtüklerini ve Dumlupınar İstasyonu’na çok yakın gördüklerini, benden biraz daha bu tarafa doğru (Afyon Yönü ) bakmamı rica ettiler. Tabi ki bakardım. Çünkü aynı şeyi bazen bizde onlardan istiyorduk. Dedikleri doğruydu. Hakikaten İstasyonun biraz ilerisinde ki ağaçlık bölgede arızayı buldum. Hemen direğe çıkıp telleri çözdüm. Telefonla dinledim arıza kalkmıştı. Sistemde gürültü kalmamıştı. Durumu iş yerine bildirdim. Ve gelen ilk trenle merkeze döndüm.
Arızalar, işler güçler, Uşak, Banaz hepsi geldi geçti. Ama o soba başı keyfi hep hayalimdedir hala… Bazen o anı gerçekten yaşadım mı diye düşünmüyor değilim.
Servet TUNÇ