“Cumhuriyet Treninden Tanzimat Trenine”. Booz. Allen-Hamilton’dan McKinsey’e ABD ve Türkiye: “Ebediyyen dost ve müttefik”.
- “… Efendiler, yaşam demek ekonomi demektir. Bu ulus şimdiye kadar imparatorluklar kurmuştur, cihangirler yetiştirmiştir. Fakat bir devlet-i iktisadiye (ekonomi devleti-ekonomik devlet) olamamıştır. Hatta kimi dönemler olmuştur ki, ekonomiyle uğraşmaya tenezzül bile etmemiştir! Onu çok basit ve sıradan bir şey saymıştır. Ve öyle saydığı içindir ki, sanatla, ticaretle uğraşmayı daima, diğer uluslara ve yabancılara terk etmiştir. Bunun sonucu olarak, birgün, o diğer uluslar o yabancılar, bu temel ögenin efendisi olmuştur. Bütün memleketimizi sömürge saymış, sömürü alanı olarak görmüştür. Hem nasıl sömürge? Kendi evlâdıyla ve kendi parasıyla yönetilir bir sömürge!”
(…)
“Efendiler, yollarımızı, trenlerimizi yapmak için, limanlar kurabilmek ve gemiler yapabilmek için, ne kadar para ve ne kadar uzmanlık gereklidir… Bir an düşünür ve bütün bunların bizde olmadığını hatırlarsak, ne kadar hüzün duyarız değil mi?… Gerçekten acı ve kaygılandırıcıdır… Buna karşın, kesinlikle umutsuz olunmamak gerekir… Biz bu kadar geniş, çok çeşitli ve zengin kaynakları olan bu ülkenin sahibi oldukça ve ulusumuz son derece kıskanç bir biçimde ulusal egemenliğini elinde tutarak, geleceğini doğrudan yönetmeye devam ettikçe para da tesis de uzman da bulur.”
Mustafa Kemal Atatürk (İzmit’te halkla söyleşi, 19 Ocak 1923).
McKinsey fırtınasının gündemi teslim aldığı bir güncellikte Kent ve Demiryolu’nda yayımlanan o eski yazı/m düştü aklıma: II. Wilhelm’den II. Elizabeth’e, Booz. Allen’dan CIA’ye… Kendilerine ta 1995’te demiryollarımızı “iyileştirme programı” hazırlatılan Booz. Allen-Hamilton’dan, McKinsey’in özelleştirmeye övgü düzülen Şubat 2003 Türkiye Raporu’na yaşayagittiğimiz süreç hiç de şaşırtıcı gelmiyor insana. Geçmişe bakarken şimdiyi, ikisine birlikte bakar yaklaşırken geleceği masamıza taşıyan bir tarihsel gelgitin sularındayız yine… Değerli gazeteci yazar Işık Kansu’nun çok yerinde saptamasıyla 2018’in Muharrem ayında (!) yeniden gündeme oturan McKinsey’in zarfı ve mazrufu da dahil bu gelgite…
…
Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes Osmanlı’nın 1854 borçlanmasının yüzüncü yılında Amerika’ya bir ziyarette bulunacaklardı. Bilindiği gibi aynı yıl Türkiye, Düyun-u Umumiye borçlarından payına düşen son taksiti de ödeyecekti (Mayıs 1954). Cumhurbaşkanı Bayar, 25 Ocak günü Washington’da düzenlenen bir basın toplantısında Marshall Planı’na gönderme ile şöyle konuşacaktı:
“Türkiye’ye yapılan iktisadi yardım, zaten yükselmekte olan bir ekonomik bünyeye, kuvvetli bir müzahir (yardım eden, koruyan) olarak gelmiştir. Türk milletinin satın alma kudretinin artması ve hayat standardının yükselmesiyle memleket mamul maddeler (sanayi ürünleri) ve istihlak (tüketim) maddeleri için büyük bir pazar haline gelecektir. Yeni kabul edilen bir kanun, yabancı sermayenin Türkiye’ye en müsait şartlar altında akmasını mümkün kılacaktır. Hülasa, denilebilir ki, Türkiye’de sarfedilen her dolar, verimli bir toprağa ekilmiş, refah ve bereket filizleri verecek bir tohum gibidir.”
Aynı günlerde Başbakan Adnan Menderes de ABD Başkan Yardımcısı Richard Nixon’a yanıt vermek üzere yaptığı konuşmada şunları söyleyecektir:
“Biz Amerika’nın hür dünya rehberliğini hakkıyla yapmakta olan bir memleket olarak, her adımını hayranlıkla takip etmekteyiz. Türkiye hadiseleri aynı şekilde görmekle kalmamakta, aynı şekilde tedbirler almakta da asla çekinmemektedir. İki memleket arasındaki münasebetler öyle bir dereceye gelmiştir ki, başka türlü düşünmeye imkân yoktur. Bu derece birbirlerine bağlı iki memleketin kaderi, ancak ebediyyen dost ve müttefik olmaktır…” (D. Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, Cem Y. 1974).
Özelleştirme hukukuna ve yönetimine evrensel standart…
“Özelleştirmeye gerekli önem verilecek,
özelleştirme hukukuna ve yönetimine
evrensel standart getirilecektir.”
(Başbakan R. T. Erdoğan’ın 18 Mart 2003’te TBMM’de okuduğu Hükümet Programından).
…
Küresel sermayenin küresel egemenliğinin araçları olan Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve Uluslararası Para Fonu’nun elinin doğrudan içinde olduğu görece eski bir programı, 1995’te DB hibesiyle demiryollarımızı “iyileştirme” işinin kendisine verildiği Amerikan Booz. Allen-Hamilton (B.A.H) firmasının hazırladığı o “rapor”u anımsıyor musunuz?
Demiryollarımızı “iyileştirmek” amaçlı bu raporu tanıtmak üzere, “Sendika ve Derneklere” sunuş üst başlığı ile TCDD tarafından bir tanıtım broşürü hazırlanmıştı. Broşürün girişinde “iyileştirme ekibi”nde yer alan kurumlar sıralanıyordu: “Pekçok ülkede demiryollarının yeniden yapılanmasını yürüttüğü” söylenen B.A.H, yine ABD’nin “En büyük demiryol işletmelerinden biri” diye nitelenen Birleşik Demiryol Korporasyonu (Conrail), sonra “Türk danışmanlar, TCDD’yi temsil eden ekip”… Ama adları sanları yok! Özelleştirme işine yine ve yeni olmayan bir “standart” getiriliyordu, ancak “hizaya getirilen” hep biz olmak koşuluyla…
YTÜ. İnşaat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zerrin Bayrakdar, Aralık 1997’de yapılan 2. Ulaştırma Kongresi’ne sunduğu “Demiryollarında Yeniden Yapılanma Nasıl Olmalıdır?” adlı bildiride açık açık anlatmıştı. Bayrakdar adı geçen kuruluşun (B.A.H) ülkemizin ulaşım sorunundan ve “yeniden yapılandırılması için öneriler geliştirdiği demiryollarımızın fiziki durumundan da habersiz olduğunu” söyleyerek, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının sonradan ısınacağı bu Ankara-İstanbul arası “hızlandırılmış tren”in nerelerden köklendiğini ta o günden haber vermişti…
İşte: B.A.H. Raporu, IV. Bölüm 2. Sayfadan bir saptama ve peşisıra gelen uyarı!
“TCDD şu anda bütün demiryolu alt yapısının mülkiyetine sahiptir. Gelecekte buna ihtiyacı olmayacaktır. Alt yapının yerel yönetime, hatta özel sektöre geçmesine olanak tanınmalıdır.”
Otobüs ulaşımına övgü düzülen, ülkedeki ulaşım altyapısının ve kurumsal yapılanmasının aksaklık ve yanlışlığına hiç değinilmeyen, ama demiryolu altyapısının “ticari açıdan uygun olmadığı” sürekli vurgulanan raporda, sonunda sadede gelinmektedir:
“Ankara – İstanbul arasında bir grup prestij servisi işletilebilir. Bu trenlere çizelgelerde öncelik verilerek 160 km/saat azami hızla işletilebilir. Daha yüksek hızla seyretmek için altyapı standartlarının yükseltilmesi ticari açıdan uygun değildir, teknolojisi yeni araçların kullanımı ve ara istasyon sayısı azaltılarak daha yüksek seyir hızına ulaşılabilir.” (Bölüm VII. Sh.: 6).
Bu sözlerin anlamı yoruma yer bırakmayacak kadar açıktır…
Dünyanın yüksek hız trenleri çağına girdiği bir zamanda, “Demiryollarınızı kapatmanız doğru olmaz. Ama mevcut hatlarınızdaki birkaç treni daha yüksek hızla çalıştırın.” Bunun dışında, elinizde avucunuzda ne varsa çıkarın, denilmekteydi Türkçesi… Birleşik Taşımacılık Sendikası’nın bu “plan”ı daha gündeme gelir gelmez, “Dünya Bankası ile demiryollarımızın tasfiyesi” diye nitelemesi, aynı yıl (1996) TCDD’nin “zarar eden” 24 KİT içinde “birincilik” aldığı haberinin gürültüyle manşetlere taşınmasıyla birlikte değerlendirildiğinde hele!… İnşaat Mühendisleri Odası da bu noktaya gönderme yaparak, “hızlandırılmış tren”de acele edilmesini kurumun “özelleştirilmesi” planlarına bağlayacaktı.
…
“Yüksek Hızlı Tren”den TCDD’nin özelleştirilmesine, Pamukova’dan Çorlu’ya; Demiryollarımızı “iyi etmek” yolunda düzenlenen o ünlü Thornburg Raporu’ndan (1947-48) Booz. Allen-Hamilton Raporu’na (1995-96), şimdi de McKinsey’e… Üretici ve bağımsızlıkçı bir ekonomiden yana değil de küresel sermayenin ekonomik araç ve aygıtlarının at oynattığı bir açıkpazar olmaya uzanan yolda zaman, zamanında uyaranları haklı çıkarmıştır. Osmanlı orada dursun; İkinci Dünya Savaşı ardından ülkemize demokrasi ithal etmek için (!) gittiğimiz San Fransisko Konferansı’ndan (1945) Cumhurbaşkanı Celal Bayar’la Başbakan Adnan Menderes’in 1954’te Washington’da işaret ettikleri hedefe… aynı yolculuktur süregiden. Ana istasyonlarını da, ara istasyonlarını da küresel sermayenin belirlediği bir çıkmaz ya da… 6 Ekim 2018.
Ümit Sarıaslan
(*) Biz bu yazıyı noktalamadan daha, McKinsey’e ‘nokta’ konuldu! Bakalım… Thornburg Raporu, Booz. Allen vd. demiryolu üzerinden yürütülegelen küresel müdahale ve raporlar için bkz.: Cumhuriyet Treninden Tanzimat Trenine, adlı çalışmamız…