Tren Penceresinden
Eline sağlık. Derim ya hep, fotoğraflarının da videolarının da tarihsel bir iş yaptığına gönülden inanırım…
Hele günü gelince, nasıl acıklı birer yaşam belgesine, belgeseline; içindeki trenleri yitirmeyen yarının insanına esin kaynağına dönüşeceklerini… Bilir, duyarım gönülden.
Bu, son “Haydarpaşa’dan ayrılma-uzaklaşma” filmi de çok yalın ve bir o kadar etkileyici, güzel. Önce adıyla, ister Haydarpaşa’dan adım adım ayrılış, uzaklaşma anlamına değerlendirilsin; ister bir uyarı anlamına: “Haydarpaşa’dan ayrılma!..” İkisi de hoş, ikisi de çarpıcı. Bir o kadar da esinleyici. Hele o köprüler, altında ışıyan raylarla o her biri bir şiir tadındaki taş kemerler…
Onun içindir ki, bilmiyorum; daha önce ilettim mi?
“Tren Penceresinden” geride kalanlara baktıkça, Haydarpaşa’dan kalkan bir eski Ankara treniyle yavaş yavaş istasyondan uzaklaşan; oradan uzaklaştıkça da yine yavaş yavaş tarihin ve yaşamın sularına dalan iki edebiyat adamımız üzerinden yazdığım o şiir aklıma düştü!
Eminim, onlar şimdi aramızda olsalardı, seveceklerdi bu şiiri. Nerden biliyorsun diyeceksin? Onu, şiiri kendisine adadığım bendeki Muzaffer (Buyrukçu)Abi’yle, kendisi kendi başına bir istasyon olan “Göçebe”ye(C. Süreya’ya) sormak gerek!
Ve bakarsınız, ardı sıra; 1969’dan 2009’a, kırk yıl sonra, yolumuz yeniden Gar Lokantası’na düşerdi. Belli mi olur?..
“Ölüme terk etmeli kimi şeyleri”
Ümit Sarıaslan
Muzaffer Buyrukçu’ya
Trenin kalkmasına çok az vardı
Kadıköy iskelesindeydik Cemal’le
Işıl ışıldı Haydarpaşa Gar Lokantası
Vapurlar suyun aynasında
Karlayacak galiba dedim göğe bakarak
Sen hiç karlı pekmez yedin mi dedi Cemal
Ben dedi kar beyazlığını Kars’ta gördüm ilk
Kar orda hayatı biçimlendiren bir güç
İki kişi olunca çekiliyor tren yolculuğu
Tren kalktı gidiyoruz Pendik’te denizi
Şuraya buraya serpilmiş adacıkları gördük
Bizim de bir adamız olsa dedim
Küçük bir devlet gibi dedi Cemal
İzmit’ten pişmaniye almadık Çene suyu içmedik
İçimiz dışımız ıslanıyordu yine de
Deniz kıyısından gidiyordu trenimiz
Tepelerin ardını işaret etti sonra
Bilecik’e geliyorduk
Altı yaşında sürgün oldum
Ortaokulu burada bitirdim dedi Cemal
Zelzele vurdu Erzincan’ı biz kurtulduk
İçimizde kopan fırtınayı kıyamete yorardık
Karınca yiyen çocukların sesi kalın olurmuş derler
Bin parçaya bölünmüş gibi kırık kırıktı sesimiz
Âşık olduğum kız Bilecik’in en güzel kızıydı
Tepeden tırnağa lacivert ve parasız yatılı idim
Sürgün diye bağırıldı mı ardımdan üzülüyor
Doymuyor yeniden sıraya giriyordum
Bilecik’te sinema yoktu yalınayak
Baş kabak bir yalnızlıktı park
Kentten büyüktü kentin parkı bilemezsin
Dalımıza binen keder parktan da büyüktü
Prevert’i anımsıyor musun Muzaffer çiçekçiyi
Çiçek alan adamı elinde çiçekler çiçekçinin kapısında
Ayağı dibine yığılan adamı yere düşen çiçekleri
Perişan çiçeklerini adamın yuvarlanıp duran parasını
…
Ölüme terk etmeli kimi şeyleri
Kimi şeyleri ölüme terk etmeli
Ölümü çiçekleyen adamın şiirini
Şiiri çiçekleyen ölümünü adamın
(*) Ümit Sarıaslan’ın Nisan 2009’da yayımlanan Dilin Gecesinden adlı şiir kitabından….
Bu şiir, Muzaffer Buyrukçu‘nun 40 yıl önce, 19 Mart 1969’da Cemal Süreya ile birlikte İstanbul’dan Ankara’ya yaptıkları tren yolculuğunu anlattığı günceden el aldı, demlendi…
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: Ümit Sarıaslan