Kayıp İstasyon
İzmir’deki tren istasyonlarından biridir. Alsancak Gar’ı ile bu istasyon arasında, yakın yıllara kadar banliyö trenleri ile yolcu taşımacılığı yapılırdı. Bir istasyon kaybolabilir mi ? Elbette.Peki nasıl ? O istasyona gitmek için, önce tren seferlerinin başlangıç noktası olan, gara gitmek gerek, yani Alsancak Garı’na
Alsancak ‘tan Şirinyer yönüne hareket ettiğimizde, eskiden, Şirinyer İstasyonu’na varırdık. Aydın yönüne devam ettiğimizde, ileride, sola dönen bir demiryolu vardı, o yol bizi, “Kayıp İstasyon ” olarak adlandırdığım Buca İstasyonu’na götürürdü.
Kentleşmenin; günümüzdeki kadar hızlı olmadığı yıllarda tek katlı, bahçeli ve çatılı evler, sözünü ettiğimiz demiryolu hattının her iki tarafında yer alırdı. Evlerin bahçelerinde, meyve ağaçları yada demiryolunun inşaa döneminde dikilen, eski ve ulu ağaçlar tektük de olsa, demiryolu boyunca görülürdü.
Buca İstasyonu’nun hattı, Seydiköy istasyonu gibi bir kör kattır. “Hat istasyonda son bulur” deyimi istasyonun bu özelliğinden söylenegelmektedir.
Buca İstasyonu ile eski İzmir Eğitim Enstitüsü( şimdi Buca Eğitim Fakültesi) “yolculuk” ve “eğitim” kavramlarının iç içeliğinin hayat içindeki somut bir örneği idi, hem Buca, hem İzmir için. Başka semtlerden, tren ile Buca’ya gelenler için, bir eğitim yolculuğu idi. Karşıyaka’dan; yolcu vapuru ile Alsancak iskelesine gelen öğrenciler, biraz yürüyerek gara ulaşırlardı. Buca banliyösünün yolcu profilini, sabahları çalışan insanlarımızdan daha fazla öğrenciler oluştururdu. Buharlı bir lokomotifin çektiği yolcu vagonlarında öğrenciler iyi bir güne başlangıç yapabilmek için kendi aralarında neşeli sohbetler oluştururlardı.
Sabahları önemli sayıda öğrenci, duvarları istasyon ile bitişik olan Enstitüye doğru akardı adeta.
1972 ‘lerde, İzmir Eğitim Enstitüsü’nde Resim-İş Bölümü’nün açılması, kentin sanat hayatının gelişmesine katkı sağladı.
Resim bölümü öğrencileri, binbir zahmetle hazırladıkları yazı bloklarını, tren yolculuklarında özenle korurlardı. Talens guaş boya ve resim fırçası, Canson fon kağıdı yada grafos yazı uçlarını, Atatürk Meydanı’nda, Buca Eczanesi yanındaki kırtasiyeciden satın alırlardı. Öğrenciler öğle yemeklerini Rumeli mutfağının yemeklerini müşterisine sunan “Vardar Lokantası”nda yerlerdi.
Atatürk Meydanı’ndan aşağı doğru inişte sağ kolda bir istasyon olduğunu Buca’yı bilmeyenler ilk bakışta fark edemezler. Adeta ağaçların yeşil yaprakları arasına doğal olarak saklanmış bir hali vardır. Yüksek olmayan çatısı, raylara doğru olan eğimi, çok sayıdaki taşıyıcı ahşap direkleri ile istasyonun mütevazı ve sade bir yapısı vardır. Kesme taşlar, özenle işlenerek, duvar yüzeyinde etkili bir doku bırakılmıştır. İstasyonun raylarının son bulduğu kadansın hemen arkasındaki demiryolu lojmanı, Buca’nın sivil mimari yapısına uyumu gözetildiği için resmi bir konuttan çok mahallenin “bizden” eski bir taş evi gibidir. Kaldırımın sınırına kadar gelen bu yapı, istasyonu ustalıkla gizleyen mekanlardan biridir. Burada sıradan bir saklamadan ziyade estetik kaygıları gözardı etmeden yapının ahenk içinde kentle bütünleşmesi sağlanmasıdır söz konusu olan.
Buca Eğitim’in hemen önündeki palmiye ağaçları ve altındaki oturma yerleri enstitünün eski mezunlarının kendilerinin “anılara yolculuk ziyaretlerinde” dinlenmeleri içindir. Orada soluklanırlar iken öğrenciliklerinde defalarca geçtikleri ana kapıyı hüzünle izlerler.
Resim Bölümü’de Haşim Özonur, Atilla Atar, Nejat Akkan, Bekir Sami Çimen, Yaşar Sami Gökgöz, Ülkü Ünal, İlhami Ercivan, Yüksel Uslay, Ali Rıza Kırkan, Nigar Urgay, Kürşat Öngay, Bilal Erdoğan, Mehmet İleri, Mustafa Gökalp, Nezihe Uslay, Ergün Peker hocalarımızdı.
Beden Eğitimi Bölümü’nde Faruk Sanatçı, Müzik Bölümü’nde Süleyman Kıvrak, Türkçe Bölümü’nde ise Hakkı Karadeniz, Hidayet Karakuş, Eftal Sevinçli, Salih Adanır öne çıkan hocalardı. Ali Rıza Kardaş Enstitü Müdürü idi. Genç yaşta vefat eden Türkçe Bölümünün hocası aslen Aydın’lı olan Ali Rıza Ertan idi. İzmir’de yayınlanan “Dönemeç” dergisinin kurucularından olan Ertan anısına ödüllü şiir yarışması da düzenlenmişti.
Enstitü’de gündüz bölümünde eğitim tamamlandığında, öğrenciler dönüş için istasyonun yolunu tutarlardı. Bu kez gece eğitimine gelen öğrenciler ile istasyonda karşılaşırlardı.
Alsancak Garı’na doğru, hareket için düdük çalınca tren sanki bir botanik bahçesinde ilerlerdi.
Turgut Pura, Sezer Tansuğ, Nafi Çil, Fikri Göksay, Güven Zeyrek, Cengiz Çekil, Fevzi Saydam, Namık Arkun, Ünsal Toker, Fatma Eye gibi sanatçılarda kentteki sanat hayatını katkıları ile biçimlendiren sanatçı kişilikler ve kimliklerdi.
İzmir’in, yoğun göç almadığı dönemlerinde ressam Turan Erol’un Ankara gecekondularını konu alan tablolarının benzer görünümlerini resim öğrencileri İzmir kent manzarasında ararlardı. Her mekanın bir yaşam, her yaşamın bir değer olduğunu, farklı konumdaki, farklı renklerdeki konutlarda bulmaya çalışırlardı, bu kısa yolculukta.
2006 yılında saat 18.00 sularında son banliyö treni bir daha dönmemek üzere “kayıp istasyon” dan ayrılarak veda etmişti Buca’ya.
Otlarla kaplanmış eski demiryolu hattı, asfalt yolların ortasında, bugün bile görünüyor. Eski hattın tren seferlerin açılması romantik bir düş gibi görünsede, günde bir sefer olması da akla uzak değil. Trenin adı, “Eski Mezunlar” olabilir. Sosyal Bilgiler Bölümü önündeki tarihi ıhlamur ağacı altında geçmiş günleri yad eden mezunlar, yine aynı trenle enstitüye veda ederler, öğrenciliklerinde olduğu gibi.
Yıllar önce tren penceresinden gözlemledikleri, farklı renklerdeki evlerin, kent yaşamı içindeki önemleri ve mimari tarzları, olgunluk çağında, çok daha az hata ve doğru kavramlarla ifade edilirdi eminim.
Hasan Çakaloğlu