Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

İstanbul Halkının bu işe kızmaya hakkı yok mu? Korhan Gümüş

(yorumlar kapalı)

 kdGazetelerde yer alan haberlere göre İstanbul Metropoliten Planlama Merkezi (IMP) tarafından hazırlanan Süleymaniye projesi UNESCO’yu kızdırmış. UNESCO’nun Türkiye’nin imzaladığı anlaşmaya uymaması ve esşiz dünya kültür mirasının yok edilmesi nedeniyle kızmaya hakkı olmalı. Peki ya eşi benzeri bulunmayan tarihsel zenginlikleri -üstelik kendi parasıyla- yok edilen, ödemiş olduğu vergiler son kuruşuna kadar çarçur edilen İstanbul halkının bu işe kızmaya hakkı yok mu?
İstanbul’un surlarinn, Sütlüce Kültür Merkezi’nin, Yenikapı-Taksim metro hattının her biri ayrı birer skandal olan projelerine neredeyse yeni bir metro hattı kadar para harcayan ve ondan yüzlerce, binlerce, milyonlarca misli daha değerli olan kültür mirasını yok eden yönetimin bu defa da yandaşlarına para aktarmak için giriştiği Tarihi Yarımada’daki Osmanlı Mahalleri’ne, insanları yaşadığı mahallelerden çıkarıp atmasına, hukuku ve imzalanan konvansiyonları çiğnemesine karşı sesimizi çıkarmayacak mıyız?

Kavram kargaşası devam ediyor
Kültür mirasinın korunması problematiği güncel mimarliğın alanıdır ve her açıdan, bölgedeki sosyal yaşamın geliştirilmesinden yapı fiziği ve mühendisliği araştırmalarına kadar her konuda yaratıcılığa açık olması gerekir.

 kd25 Eylül’de Milliyet gazetesinde yer alan "Süleymaniye projesi UNESCO’yu kızdırdı" başlıklı haberde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Süleymaniye’de 2 bin 800 binayı yıkıp yerine ‘Osmanlı’ tarzında bina yapma projesine UNESCO İstanbul Dünya Mirasi Yürütme Komitesi üyelerinden tepki geldiği belirtiliyordu. Tarihi yapilari yıkıp yerine taklit binaların apılmasının kültür mirasinın yok edilmesi ile eş anlamlı olduğu, bu uygulama nedeniyle Osmanlı ahşap mimarisinin en güzel örneklerinin de yer aldığı çok sayıdaki yapının tamamen ortadan kaybolacağına işaret edilen açıklamada yönetimler bu yanlıştan dönmeye ve işbirliğine davet ediliyordu. Aksi durumda İstanbul’un UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinden çıkarılacağı kaydediliyordu. Bu haberin üzerine yöneticilerden arka arkaya ilginç açıklamalar geldi.

UNESCO Komitesi’nin Süleymaniye projesine yönelik eleştirilerini İstanbul Büyükşehir Belediye Baskanı Kadir Topbaş, gene Milliyet’te 26 Eylül’de yayınlanan haberde "biz de biraz mimar oluyoruz, bu işi biz de biliyoruz, ne gerekiyorsa yapıyoruz" diye yanıtladi. Topbaş, "işin ne olduğunu, nasıl yapılması gerektiğini biz biliriz. Koruma ve bilim kurullarının onayı doğrultusunda bu çalışmalar yapiımaktadır. Söylenenler yanıştır. Bizim burada tescilli yapiıarla ilgili çalışmalarımız, özgünlüğünün dışına çıkmayacak. Birtakım boş alanlar ve geçmişi olmayan yapıların yorumları biraz daha farklı olacak" diyordu. Konuya ilgi gösterdiği belli olan Kültür ve Turizm Bakanı Ertugrul Günay "Süleymaniye’yi yıkmak cinayet olur" başlıklı 28 Eylül tarihli haberde "biz tescilli evleri aslına uygun restore etmeyi düşünüyoruz. Binalar tarihsel mekana uygun hale getirilecektir. Süleymaniye’yi kendi dönemine ait dokusuyla ayağa kaldırarak yenilemeyi düşünüyoruz" diyordu.
Bu açıklamalarda dikkati çeken birinci konu meselenin az bilmek, çok bilmek ekseninde tartışılması. Belediye başkanı kendisinin de mimarlik diploması olduğunu söyleyerek yapığı işi meşrulastırmaya çalışıyordu. Kültürden sorumlu bakan ise kentsel canlandırma, koruma, restorasyon kavramları ile ifade bulabilecek bir çalısmaya basitçe bir inşa meselesi gibi yaklaşıyor ve "tarihsel çevreye uyumlu binalar" yapılacağını söyleyerek güya yüreğimize su serpiyordu. Görüldüğü gibi UNESCO ve uzmanlar restorasyondan başka bir şey anlıyor, Bakan ve Belediye Başkanı başka bir şey anlıyor. Kamu tarafının kendisini bir proje müellifi gibi görmesinin, bağımsız uzmanlar ve UNESCO ile inatlaşmasının altında başka nedenler olmalı.
Yöneticilerin farkli düsünceleri ve kentin enerjisini harekete geçiren bir rol oynamasi gerekir
IMP’de bu tür projeler içinde çalisanlar ise söyle savunmada: "Bizi elestirenler aslinda kendilerine is verilmedigi için böyle yapiyorlar. Onlar her dönem proje islerinin kaymagini yedikleri için, bugün islerin ellerinden gitmesi çikarlarina dokundugu için bizi elestiriyorlar. Bu UNESCO sorununu da basimiza musallat edenler onlar. Biz de ecdad eseri kültür mirasinin korunmasi konusunda duyarliyiz. Kültür mirasini yabancilar dayattigi için degil, kendi bildigimiz ve istedigimiz sekilde koruyoruz." Belediye bizim cebimizden çikan devasa bütçeler ile bugünlerde o kadar çok kisi ve kurulusu himayesine almis durumda ki, kendilerine bir elestiri yöneltildiginde olsa olsa "is vermeyi unuttugumuz bazi kisiler kalmis olmali" diye düsünüyorlar. Nitekim belediye baskaninin danismani bir toplantida planlara ve projelere bazi kuruluslarin itirazlarini engellemek için "yöneticilerine is verme stratejisi" uyguladiklarini açiklamisti.

Oysa UNESCO meselesinde durum hiç de öyle sandiklari gibi veya görmek istedikleri gibi degil. Elestiri getiren kisiler dünyanin en saygin bagimsiz bilim ve düsünce insanlari. Onlari ve Istanbul’daki bagimsiz yerel komiteyi kimsenin kendisi gibi görmeye hakki yok. Bugün belediye adina karar veren kisiler tuhaf bir sekilde kamusal bir islev yerine getirme vasiflarini kaybetmis ve taraf olmus durumdalar. Hem karar verici, hem de proje müellifi pozisyonunu elde etmis olan bazi kisiler kamusal gücü arkalarina alarak kendilerini elestirenlere karsi bir çikar grubu olarak cephe aliyorlar ve kendi çikarlari ugruna Istanbul halkina zarar veriyorlar.

Kültür mirasinin korunmasi çoklu bir mimari düsünce ortami gerektirir
Bu noktada "Osmanli Tarzi" binalar yapmak gibi ne oldugu anlasilmayan karari tartismak yerine, mimarlik, kentsel tasarim ve uygulama islerinin nasil yapildigina bakmakta yarar var. Ortada ‘pratik nedenler’den yani karanlik iliskilerden kaynaklanan bir kavram kargasasi var: Mesele bir az bilme-çok bilme sorunu gibi ortaya konuyor. Oysa yöneticilerin görevlerini yerine getirmeleri için mimar veya sehirci olmalari degil, kamusal sorumluluklarini yerine getirmeleri gerekiyor. Istanbul’da Tarihi Yarimada’da ahsap binalarin restorasyonu adi altinda kamu kaynaklarinin ve kültür mirasinin heba edilmesi ile sonuçlanan bu olay bu açidan çok tipik bir sorunu ortaya koyuyor. Bu skandal yalnizca bugünkü yönetimin eseri degil, bir önceki yönetimde kurumsallasan kapali bir çikar grubuna uzaniyor. Unutmamak gerekir ki insa edilmeye çalisilan her türlü kesinlik, aslinda öznel bir tercihin halka kamu fikri olarak dayatilmasidir. Restorasyon kapali bir ortamda ayricaliklarini konumlarini mesrulastirmak isteyenlerin iddia ettigi gibi teknik bir konu olarak görülemez. Hem teknik olarak, hem mimari olarak, hem de sosyal olarak çoklu bir düsünce gelistirmeyi zorunlu kilar. Kültür mirasinin korunmasi meselesi kentin nasil gelisecegi, yaraticiligin nasil harekete geçirilecegi, halkin nasil katilacagi konusunda yönetimin kamusal bir rol oynamasi, profesyonel enerjiyi harekete geçirmesi anlamina gelir; tepeden inmeci her türlü yaklasim ise kültür mirasinin yok edilmesi, bölgedeki yasamin alt üst edilmesi ve hukuksal normlarin çökmesi ile sonuçlanir. Kültür mirasinin korunmasi problematigi güncel mimarligin alanidir ve her açidan, bölgedeki sosyal yasamin gelistirilmesinden yapi fizigi ve mühendisligi arastirmalarina kadar her konuda yaraticiliga açik olmasi gerekir. Bu nedenle yalnizca UNESCO’nun degil, ilgili bütün üniversitelerin, kültür kuruluslarinin, STK’larin öncelikle bu kavram kargasasinin arkasindaki sorunu görmeye; yöneticilerden profesyonellik kriterlerini ve hukuku çigneyerek yarattiklari bu skandalin hesabini sormaya çagiriyorum.29.09.2007

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: korhan gümüş