Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

UZUN BİR TREN YOLCULUĞU (Anı)

(Çok Eski Zamanlardan…)

***

1973 yılının son günlerinde, eski CHP Genel Başkanı ve İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü hayatını kaybetmişti. İsmet İnönü’nün cenaze törenini parasız yatılı öğrenci olduğum Bolu Öğretmen Okulu’nun Spor Salonu’nda tüm okul birlikte izlemiştik. Ertesi gün, yılbaşı ile Kurban Bayramı tatili birleştiği için okullar dokuz günlük bir tatile girmişti. Öğretmen okulunda (lise) birinci sınıf öğrencisi olarak on dört yaşını yeni bitirdiğim günlerdi. İlk kez ailemden uzakta yaşıyordum. Tatili fırsat bilip Ceyhan’a, memleketime gittim.

Bir buçuk aydır ayrı olduğum evimizde, nasıl karşılanmıştım, o günler nasıl geçti? Doğrusu hiç anımsamıyorum ama haftalardır müzik öğretmeninin alıp almadığımı sorduğu bir flütüm vardı, artık…
***
Sayılı günler çabuk geçti. Bolu’ya geri dönmek için tüm çabamıza karşın otobüs bileti bulamamıştık. Trenle Ankara’ya, oradan da otobüsle Bolu’ya gitmekten başka çare bulamıyoruz.

Ceyhan’dan akşam 9’da Toros Ekspresi’ne binmiştim. Yolcu etmeye kim gelmişti acaba?

Anımsamıyorum…Kompartımanlarda yer bulamadığımız için Ankara’ya kadar ayakta yolculuk yapmak zorunda kalan pek çok yolcudan biriyim.

churchill ile inönünün buluşması

Tren bir saat on dakika sonra Adana Garı’na varıyor. Orada gece 24’e kadar bekliyor. Neyi bekliyor, niye bu kadar uzun bekliyor, kimse bilmiyor.Tren gece yarısından sonra hareket ediyor. Şakirpaşa istasyonu, sonra Yenice istasyonu…Tren orada da yarım saat kadar duruyor. O yıllarda henüz Yenice İstasyonu’nun önemini bilmiyorum. (30-31 Ocak 1943 tarihlerinde, Türkiye Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile Birleşik Krallık Başbakanı Winston Churchill’in Yenice İstasyonu’nda gerçekleştirdiği buluşmadan bihaberim) http://kentvedemiryolu.com/yenice-musellesinde-tarihi-bulusma/

Yarım saat kadar sonra Varda Köprüsü’nden geçiyoruz. Büyüleyici güzellikteki bu köprüyü ilk kez görüyorum,
Tren, Torosları aşarken Pozantı-Ulukışla arasında o kadar çok tünelden geçiyor ki; on beş yaşına yeni girmiş bir çocuk olarak heyecanlı bir sevinç yaşıyorum. ***

O gün, Kurban Bayramının son günü…Tren küçük büyük bütün istasyonlarda duruyor, trenin koridorları, benim olduğum kapı ağzındaki boşluk her istasyonda biraz daha kalabalıklaşıyor. İki vagon arasındaki kapalı boşluğa koyduğum bavulumun üstünde oturup uyuklamaya çalışıyorum. Pozantı’dan itibaren karlar içinde bir manzarada gidiyoruz. Dışarda çok soğuk bir hava var. Tren her durduğunda kapı açılıyor, içeriye soğuk bir hava doluyor. Üstümde ceketin altına üst üste giyilmiş iki kazak var. Ceketin üstüne giyebileceğim bir paltom yok. Devlet parasız yatılı öğrencilere, yılda bir kez, ücretsiz, birer adet pantolon, ceket, ayakkabı veriyor ama verilenler arasında ne yazık ki, palto yok. ***
Uyuklamaya çalışırken sabaha doğru trenin Kayseri’ye vardığını ama Kayseri’ye girmeden Çetinkaya’daki istasyondan Ankara’ya doğru yola devam ettiğini duyuyorum. Artık sabah olmuş. Güneşsiz bir gün…

Karlar içinde ağır ağır giden Toros Ekspresi her istasyonda durmaya devam ediyor. İstasyonlara girip çıkarken geldiğini, hareket ettiğini düdüğünü çalarak duyuran tren ve hareket memurları.

O kadar çok yolcu binmiş ki; artık trenin içinde hareket etmenin mümkünü yok.Trende ayakta duracak yer bile kalmamış durumda. Annemin yanıma verdiği yiyecekleri daha Adana’da yemiş bitirmişim. On iki saattir bir şey yememişim. Öğle saatlerinde, trenimiz Yerköy’de duruyor. İnenler, binenler oluyor, bazı kişilerin istasyon yakınındaki bir büfe-bakkal gibi bir yerden yiyecek bir şeyler aldığını görünce ben de trenden inip yiyecek bir şeyler almaya gidiyorum. Ekmek arası bir şey alıp geri dönerken düdüklerin çaldığını duyuyor, trenin hareket ettiğini görüyorum. Koşarak, harekete geçen trenin merdivenine son anda binmeyi başarıyorum. Trenin kapısı kapalı ve tren yavaş yavaş hızlanıyor. Kapı önündekiler, içerde duracak yer yok diye bana kapıyı açmıyorlar. Çok korkuyorum, tren hızlanınca kapıyı açıp beni trene alıyorlar. Kadının biri koridorda yere öyle bir geniş oturmuş ki; bir süre ayağımın tekini koyacak yer bulamıyorum. ***
Akşam dokuzda bindiğim Toros Ekspresi ertesi gün saat 17 sıralarında Ankara Garı’na ulaşıyor. Bu yorucu ve rahatsız yolculuk bittiği için çok mutluyum. Bavulumu kalabalık arasında güç bela bulup trenden indiğimde; Bolu Öğretmen Okulundaki Ceyhanlı sınıf arkadaşım Ahmet’i görüyorum. O da Ceyhan’dan aynı trene binmiş. Ellerimizde bavul konuşarak Gardan otobüs terminaline yürüyoruz. Gazanfer Bilge’nin akşam yedi İstanbul otobüsüne Bolu için birer bilet alıp yemek yiyecek bir yer arıyoruz. İkimiz de çok acıkmış durumdayız.

Ankara Eski Terminalini bilenler çok iyi anımsayacaktır. Öncelikle duvarları çok güzel mozaiklerle süslü bir otobüs terminaliydi. Otobüsün hareket saatini beklerken, Terminalin üst katında bekleyebileceğiniz, televizyon izlenebilecek bir kafeterya var. Ama kafeteryada on on beş dakikada bir elinize berbat bir çay bardağı tutuşturuyorlar. “Hayır” derseniz orayı terk etmenizi istiyorlar. Çaresiz boyun eğip çay bardağını alıyorsunuz. Bekleyenler aynı kişiler olunca, kafeteryayı temizleme, süpürme bahanesiyle herkesi dışarıya çıkarıp müşterileri yeniliyorlar. Ahmet’le terminal restoranına yemek yemeye gidiyoruz.
***
Restaurant sözcüğünü ilk kez görüyorum Restoranın girişinde yemek-kebap fiyatlarını gösteren büyük bir tabelada Adana kebabının on iki buçuk lira olduğunu okuyor kendimize birer porsiyon kebap söylüyoruz. Adana’dan Ceyhan’dan kebabın yanında ayrı tabaklarda getirilen salata, sumaklı soğan salatası, maydanoz-turp, pişmiş domates biber için ayrıca bir para alınmadığını biliyoruz. İkimizin de geçmişte kebapçıda çalışmışlığımız var. Ahmet eniştesinin, ben Amcamın Siptilli’deki kebapçı dükkanında çalışmıştım.

Adana’da yediğimiz kebaba benzemeyen bir kebap. Tabakta kebabın yanında bulgur pilavı, azıcık soğan salatası birer adet pişmiş domates ve yeşil biber var. Çabucak yiyoruz, su da içiyoruz. Hesabı istiyoruz. Otuz beş lira hesap geliyor…Şaşırıyoruz…Hesap pusulasında; kebap dışında, kuver yazıyor, salata, garsoniye yazıyor…Kuverin ne olduğunu bilmiyoruz. Sormaya utanıyoruz. On iki buçuk lira kebap parası ödeyeceğimizi düşünürken on yedişer buçuk lira ödüyoruz.

İçimizden küfürler ederek restorandan çıkıp otobüse bineceğimiz perona gidiyoruz. Otobüs tam saatinde hareket ediyor. Otobüse bindikten bir süre sonra, otobüs İstanbul yoluna bile çıkmadan uyuyorum.
Saat 22.30’da Bolu’da okulun önünde zor uyanıyorum. Otobüsten inip yatakhaneye gidip yatıyoruz. Sabah dersimiz var…

Tahir Şilkan