Ocak 1979 Ankara Tren Kazaları
Bundan tam otuz bir yıl önce 09.01.1979 tarihinde Behiçbey yakınlarında arızalanarak bekleyen 2212 trene 2218 trenin arkadan çarpması sonucu 33 yolcu yanarak hayatını kaybetmiş 81 yolcuda yaralanmıştır. Olayın nedeni kayıtlara "sinyale uymayarak kırmızı geçme" olarak düşülmüştür.
Yapılan tahkikat sonucunda; 2218 tren makinistleri sorumlu görülmüşler ve kuruluşla ilişikleri kesilmiştir.
Tarihi |
9.1.1979 |
Yeri ve Kilometresi |
Yıldırım Durağı – Behiçbey arası; km. 566 + 575 |
Olayın türü |
Çarpışma |
Yaralı ve ölü sayısı |
33 ölü 81 yaralı |
Hasarın türü |
1 makina, 2 vagon ve yolda hasar vardır. (40007 Nolu Lokomotif) |
Hasarın tutarı |
8.598.677,28 TL. |
Olayın açıklaması |
22122 Banliyö treninin makinesi 24196 km 566+600 de arızalanarak imdat istemiştir. 2212 treni Blok mesafesiyle takip eden 2218 tren kırmızı sinyale riayet etmeyerek 2212 trene arkadan çarpmıştır. |
Yolun kapanma süresi |
6 saat 5 dakika |
Lağvedilen Trenler ve Tehir |
Banliyö trenleri ile 8, 1, 1/ A, 9, 14, 12, 10 ve 20 trenler gecikmeli işledi. |
Olayın meydana gelmesine etki eden nedenler |
Sinyale uymama (Kırmızı geçme). |
Sorumlular ve aldıkları cezalar |
2218 tren makinistleri sorumlu görülmüşler, teşekkülle ilişiği kesilmesi cezasıyla tecziye edilmişlerdir. |
Kaynak: TCDD Kaza ve Olaylara Ait Yıllık 1979–1983
Bu kazadan beş gün önce 04.01.1979 tarihinde Esenkent istasyonunda 1007 nolu Anadolu Ekspresinin duramayarak istasyonda bekleyen 2002 nolu Boğaziçi ekspresine çarpması sonucu 2 personel(makinist) 14 yolcu hayatını kaybetmiş 119 yolcuda yaralanmıştı. Resmi kayıtlara bu kazanın meydana gelmesine etki eden nedenler sorusunun karşısına "tespit edilemedi" notu düşülmüştür.
04.01.1979 tarihli kaza sonrası Kaza sonrası kurtarma çalışmalarında zafiyet yaşandığını Muhalefet lideri Süleyman Demirel’in yaptığı "…kaza mutlaka kusur ve hata sonucudur. Kimde kusur ve hata varsa bulup gereği yapılmalıdır. Bu konunun üzerinde önemle duruyoruz. Kaza yerine dört saat sonra erişilebilmişse bundan fevkalade üzüntü duymak lazım. Ankara’ya 30-40 km mesafeye çok daha önce erişilmeliydi. Bunda da bir kusur ve ihmal bulunduğunu belirtmek istiyorum. Bunu söylerken vatandaşın hukukunu koruyorum" şeklindeki açıklamadan anlıyoruz.
Süleyman Demirel’in bu beyanatına Mümtaz Soysal 09.01.1979 tarihli Milliyet gazetesinde AÇI adlı köşesinde "demiryollarında avcılık" başlığı ile yayınlanan makalesinde yanıt veriyor.
"…elbette her kaza gibi son tren kazasında da mutlaka bir kusur ve hata payı vardır Kaza yerine geç gidilmesi de affedilecek bir ihmal değil. Bütün bunlar doğruda acaba bu konuda ‘vatandaş hukuku’ korumak Demirel’in bu kadar rahatlıkla üstlenebileceği bir görevimidir? Acaba Türkiye Demiryollarının köhne traversleri üzerinde seke seke Tarasconlu Tartarin edasıyla suçlu avına gitse bir tünel çıkışı, karşısında birdenbire kendisini görmez mi? Ya da kendileri gibilerini.
Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Yahudilerin personel politikası bile asıl suçun kimlerde hangi kafadaki insanlarda olduğunu göstermeye yeterde artar. Devlet işletmelerini partizanlığın arpalığı haline getiren kendilerinden yana insanlara iş bulmak için gerçekten gereklimi değil mi? diye sormaksızın her yere adam dolduran yetenekli yeteneksiz herkesi her yere getiren çalışanların eğitim ve yetişme gereksinmelerini kulak ardı eden, sonrada personel giderlerine boğulmuş kuruluşları ‘devletçiliğin iflas belirtileri’ olarak kendi ‘serbest teşebbüs’ispat tahtası yapmaya kalkışanlar kimlerdir? Kimler sorumsuz personel politikalarıyla kazaların, ihmallerin, kusurların,hataların tohumunu atmışlar.Bu konudaki yanlış tutumlar son iki ‘milliyetçi cephe’ koalisyonları zamanında ayyuka çıkmamışmı dır?
Kabahat hatalarını hayatlarıyla zaten ödeyen makinistlerde yada geciken yardımın hesabını verecek olan sorumlularda değil, onların oralarda o işlerin o görevlerin başında bulunmalarına yol açan personel politikalarıdır. Unutmayalım ki devlet işletmelerini partizanlara yada onların yakınlarına iş bulma yeri durumuna getiren yaklaşım yalnız demiryollarında değil başka bir çok işletmede ve kuruluşta da sayısız yanlışın, savurganlığın, can ve mal kaybının sorumluluğunu taşıyor, taşıyacaktır.
Devletçiliği ekonominin dinamosu olmaktan çıkarıp partizanlığın arpalığı durumuna getiren kimlerdir?
İsterseniz ‘vatandaşın hukukunu koruma’ adına suçlu ve sorumlu yakalama avını sürdürerek biraz daha eskilere gidelim.
Deniz taşımacılığıyla birlikte demiryolu taşımacılığını da ihmallerin en korkucuna terk eden ve bunların yerine petrolüyle, lastiğiyle, metoduyla, yedek parçasıyla, dışa bağlı kara yolu taşımacılığına ağırlık veren hangi kafadır? Kimler, demiryollarını çoğaltmak şöyle dursun, en basit yenilemeleri bile yıllardır ihmal etmiştir? Teknolojinin bu çağında, Türk demiryollarını kim tek hatlı ilkelliğe mahkûm bırakmıştır? Bu büyük hata, hangi kalkınma modelinden hangi gelişme felsefesinden hangi dış hayranlıktan esinlenmiştir? Türkiye’nin ulaştırma ve taşıma politikasını Amerikalı uzmanların reçetelerine bağlayanlar ve ülkeyi sonunda bütün dışsatım gelirlerini yutan bir petrol harcamasıyla, tarihin en büyük ekonomik bunalımı içine itenler kimlerdir, kimlerin ağababaları ve evliyalaşmış kahramanlarıdır? Kimler hala aynı modellerin felsefelerin ve hayranlıkların peşinden koşmakta. Türkiye’yi ‘küçük Amerika’ yapma sevdasıyla ‘Büyük Amerikanı’ nın ve yandaşlarının izinden sürüklemek istemektedir.
Yok, bu iş Demirelvari ucuz demagojileri aşan ve üzerine çabuk, tam bir ciddilikle eğinilmesi gereken bir iştir. Ulaştırma ve taşıma politikamız böyle gittikçe değil kalkınmak yalnız petrol tüketimi bakımından bile belimizi doğrultamayız.
Uzmanların yaptıkları hesaplara göre demiryollarında bir ton eşyanın bir km öteye götürülmesi için gerekli yakıt birim olarak 1 ise, denizyollarında 1,4dür, karayollarında ise 9,8 dir. Bir yolcunun bir km uzaklığa götürülmesi için gerekli yakıt demiryollarında 1 ise, karayollarında 11,6 dır.
Demek ki demiryolu yerine karayolu taşımacılığını seçmek Türkiye’ye yalnız akaryakıt bakımından yaklaşık on misli fazla tüketim bindirmiştir.
İşin acıklı yanı şu: bu ekonomik cinayeti eğilimi de şimdi ucuz yoldan ‘halkın hukukunu koruma’ kahramanlığına çıkanlardan değil ulaştırma kesiminde çalışanlardan demiryolculardan ve denizcilerden geldi. Bugün çalışmalarına başlayacak olan Demiryolu kongresi böyle bir çalışmanın sonucu ‘halkın hukukunu koruma’ nın gerçek yolunu yine çalışanlar, geçimlerini emekleriyle sağlayanlar gösteriyor.
Geçimlerini lafla palavrayla sağlayanlar ise, bugünkü ekonomik batağın hangi tutumlarından kaynaklandığını bile düşünmeksizin, hala konuşuyorlar. Hem de, yine aynı kafayla ve aynı niyetlerle.
Üstelik biraz daha eskimiş olarak"
…
İlk kazanın üzerinden 7 gün ikinci kazanın üzerinden yalnızca iki gün geçmiştir. Gazeteci yazar Örsan Öymen 11.01.1979 tarihinde Milliyet Gazetesindeki "Politika Kazanı" adlı köşesinde "beyaz baston haftası" adı ile yayınladığı köşe yazısında ulaştırma politikamıza yön verenlerin görme özürlü olduklarından kazalara neden olduklarını dile getiriyor.
Öymen yazısında;
"…Anadolu ekspresi istasyonda duran Boğaziçi ekspresine bindiriyor, 15 ölü…
Kaza nedeni:
Arkadan gelen tren makinisti kırmızı ışığı görmemiş.
Sonra aynı hatta 6,30 banliyösü bir saat önce kalkıp, bir saat önce kalkıp arıza nedeniyle Behiçbey’de duran 5,30 banliyösüne bindiriyor… 30 ölü…
Kaza nedeni:
Arkadan gelen tren makinisti kırmızı ışığı görmemiş…
Ne diyeceksiniz?
‘Beyaz baston haftası’ başladı…
Beyaz baston biliyorsunuz ‘kör’ lüğün simgesi…
Ama bir ülke ki ‘bakar kör’ ünün sayısı öteki körlerden fazladır ve bu ‘bakar kör’ler hep yönetimin kilit noktalarındadır… Ne kadar kırmızı ışık yerleştirirseniz yerleştirin para etmez…
Tüm beyaz bastonları bu ‘bakar kör’lerin başına indirseniz, gene para etmez…
Arkadan gelenler öndekilere bindirir…
Hele ‘can’ denen nesnenin değeri bu denli ucuzsa…
***
Yahu daha iki gün geçmedi, şu tren yolundaki birinci enkaz kaldırılalı…
Bir banliyö treni istasyona ikiyüz metre kala arızalanıyor…
Durup arızanın onarımına geçiliyor… Ardından gelecek tren –hem de bir saat sonra gelecek olan- treni düşünmek yok mu?
Efendim kırmızı ışık var, arkadan gelecek tren dikkat etsin kör mü?
Görüyorsun ki kör…
Sabahın köründe, ortalığı sis perdesi kaplamış yada makinistin gözüne açlıktan sis perdesi inmiş, hadi bunu da geç, elektrik kısıntısından sinyal yanmazmış…
Hiç bunları düşünmek yok…
Ülen ne olur bir telefon etsen önceki istasyona…
Etmez…
Neden?
Dedik ya oradaki görevli de ‘bakar körler’ sınıfındandır.
‘bakar körler’ sınıfından olduğu içindir ki iki tren birbirine bindirir, daha doğrusu arkadaki öndekine bindirir, 30 kişi cayır cayır yanarak ölür.
Behiçbey istasyonundaki yanık cesetlerden dumanlar tüterken Ankara’da Ulusal Demiryolu Kongresi toplanmaktadır.
Ve bu kongrede demiryolları baş yöneticilerinin mikrofonik sesleri çınlamaktadır.
‘Birinci Ulusal Demiryolu Kongresi demiryolu sistemimizin yeni bir dönemeç noktasında bir köşe taşı olarak görülmektedir’
Demiryolu sistemimizin ‘dönemeç noktası’
Bu nokta bir ‘köşe taşı’
İmparatorluktan kalma tek bir hattır demiryolculuğumuzun simgesi.
Ve bu tek hattın başkent sınırları içindeki bir noktasında üç gün ara ile birbirleri üzerine yığılan vagonlardır lokomotiflerdir.Demir yığınları altında ezilerek, donarak, cayır cayır yanarak ölen insanlardır.
Efendim kader
Ne kaderi yavu, insanlar kendi kaderlerini kendileri hazırlar.
Bizde ise kader çizdiğimiz hep ‘bakar-kör’ler tarafından çizilir.
Demiryolculuğumuzun kaderine de gelince…
İlk olarak 1856’da Tanzimat programı çerçevesinde girmiş, yolun demirden olanı, İngiliz’in imtiyazlı sermayesiyle Aydın hattı, sonra İzmir hattı.
Derken Alman emperyalizminin orta şark petrollerine uzanan gözleriyle ünlü Bağdat demiryolu hattı. Hat boyunca her türlü maden, petrol ve yeraltı kaynağını arama- işletme hakkının verilişi.
Bu nedenle kıvrım kıvrım giden ve bitmek bilmeyen bir tren yolu. Hattın öteki ucunda Alman ve İngiliz emperyalizminin Birinci Dünya Savaşı’na kadar uzanan petrol çıkarları kavgası.
Derken savaş, derken ülkenin parçalanması, derken kurtuluş savaı, derken Cumhuriyet.
Cumhuriyet ve İmparatorluktan devralınan 4138 km demiryolu şebekesi üzerine 3360 kilometre demiryolu.
Hani Onuncu Yıl Marşımızın ana konusu;
‘çıktık açık alınla, on yılda her savaştan, demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan’
Bu tempo Cumhuriyet Türkiye’sinden ikinci Dünya Savaşı’na kadar –yılda 200 kilometrelik demiryoluyla- sürmüş gitmiş.
Ne zamana kadar?
İkinci dünya savaşında Marshall yardımlarına kadar.
Ondan sonra?
Boş ver demiryolunu kolla karayolunu.
***
1948 biliyorsunuz karayolculuğumuzun kilometre taşıdır.
Yapmasa mıydık?
Yapmasaydık diyen var mı?
Ama şu demiryolculuğumuzu da bırakmasaydık.
Bıraktık mı?
O günden bu yana geçen otuz yılda ortalama 30 km demiryolu döşeyebildiğimize göre bırakmış sayılırız…
Başka bir gösterge daha:
Benzin savurganlığı, mazot savurganlığı demektir, tüm ihracatını dışarıdan gelen petrole ödeyen bir ülke için.
Daha özlücesi ‘ayranı yok içmeye tahtırevanla gider bilmem neye’ demektir…
***
Taşımacılığımızın yüzde doksan dokuzu trafik anarşisinden her gün mezbahaya dönen karayollarımızdan yapılıyor.
Bu rakam dünya ortalamasının çok üstündeymiş, Ulusal Demiryolu Kongresi’nden edindiğimiz bilgilere göre…
Ama yadırganacak bir yanı yok…
Birçok konularda dünya ortalamalarını altüst ettiğimiz bir gerçektir.
Örneğin sıfatımız ‘az gelişmiş’tir. Ve üretimde dünya sonuncusuyuzdur, ama örneğin, (TÜSİAD’ın son raporuna göre). ABD’de tüketim harcamaları ulusal gelirin %47 sini bulurken bizim ülkede %70 e ulaşır.
Neden?
Dedik ya tahtırevan ikiyüz seksen… Hem de SL…
Bastır anasını satayım Mersedes’e, İmpala’ya, Nova’ya Buick’e…
Tren mi?
Boşver?
Pulman koltuklu televizyonlu hostesli kaptan pilotlu şehirlerarası liüks otobüs servisi…Güreşçi Cafer’in boksör Tayyar’ın liks koltuklu hakiki Jet motorları… Hem karadan hem de canı sıkılınca azıcık havadan giden radyal gövdeli lastikleri…
Bu arada öksüz kalan trenciliğimiz ve demiryolculuğumuz ne yapar?
Tek hat üzerinde dingil dövmekten, köreldikçe körelir.
Körelen demiryolculuğumuzdur ama bunu körelten de kırmızı ışığı göremeyen tüm ‘bakar körlerimiz’ dir.
Behiçbey’deki banliyö makinistinden tutunda ‘ulaştırmacılığımız‘la ilgili gerçekçi politikayı ta yıllar öncesinden göremeyen, önümüzdeki kırmızı ışıkları fark etmeyen yöneticilerimize kadar, tüm bakar körlerimiz…
Bu hafta hepsine birer ‘beyaz baston’ vermeli…
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: kentvedemiryolu