Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

EDEBİYATIMIZDA TREN

tahir-silkan-1.jpg” denizde balık kokusu,

döşemelerde tahtakurularıyla gelir

Haydarpaşa Garında bahar…”

Nazım Hikmet – Memleketimden İnsan Manzaraları

Tren önemlidir, lokomotifi, marşandizi, yataklısı , üçüncü mevkisi, yolcu ve yük trenleri, Toros, Doğu, Güney, Ankara ekspresleri, v.d..

Edebiyatımızda çok önemli bir yeri vardır trenin, pek çok öykü ve romanda tren yolculukları ayrıntılı olarak anlatılmıştır. “demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” diye anlatır “Onuncu yıl marşı”, Cumhuriyetin ilk yıllarını ama 1980’lerde liberal Turgut Özal eleştirecek ve karşı çıkacaktır demiryoluna ve trene, şöyle diyerek: “…demiryolu taşımacılığı komünistliktir…” 

Yıllar yılı demiryolu taşımacılığı, trenler yoksul insanların ulaşım aracı olmuştur. Bazı bölgelerde başka ulaşım aracı olmaması, trenin diğer taşıma araçlarına göre daha ucuz olması trenleri cazip kılmıştır. Yataklı, restaurantlı trenler bazı insanların tercihinde etkili olmuş ve tren yolculukları edebiyatımızda önemli bir olgu olarak yer almıştır. 

1950’li yıllardan itibaren yaşanan ülke içi göç, 1960’larda ise işçilerin Avrupa’ya(özellikle Almanya) gidişi yurt dışı göçmen işçi kavramını edebiyatın gündemine sokacak, işçilerin bu yolculuğu çoğunlukla trenle yapması, insanlarımızın göç macerasının anlatımında trenlerin, tren yolculuklarının roman ve öykü kurgularında fazlasıyla yer bulmasına vesile olacaktır. 

Haydarpaşa Garı; yorganını, dengini, sepetini, çuvalını, tahta bavulunu sırtına vurup Anadolu’nun her köşesinden İstanbul’a akın edenlerin son durağı, Sirkeci Garı ise Avrupa’nın çeşitli ülkelerine çalışmaya giden “Alamancıların” ilk durağı olmuştur. 

Yıllar yılı trenler her gün dengi sırtında binlerce gurbetçiyi İstanbul’a, oradan da Avrupa’ya taşımıştır. “İstanbul’un taşı toprağı altındır.” İstanbul; iş,aş, ekmek, umut kapısıdır. İstanbul, daha güzel bir hayata kavuşma umudunun, amacının simgesidir. Topkapı, Harem otobüslerle İstanbul’a gelenlerin, Haydarpaşa Garı, Sonrasında Haydarpaşa -Karaköy, Eminönü de vapurdan inip İstanbul’a karışma yerlerinin herkesçe bilinen adresleridir. 

“…gülden güzel kokan Arnavutköy çileği

ve asma yaprağına sarılı barbunya ızgarasıyla gelir

Haydarpaşa Garı’nın büfesinde bahar…”

( N.Hikmet- Memleketimden İnsan Manzaraları) 

Bir demiryolu emekçisinin çocuğu olan, 30 Haziran 2009’da yitirdiğimiz emek dünyasının yazarı şair Kemal Özer, çocuklar için yazdığı ” Ne Güzeldir Trenler” kitabında tren sevgisini şu sözlerle anlatıyor. 

“Bir trenin düdük çala çala geçtiğini duyunca ne yaparsınız?

Tekerlerin demiryoluna çarpa çarpa çıkardığı sesi dinlemek için, elinizdeki işi bırakıp kulak kesilmez misiniz?

Doğrusu ben dinlemeden edemem. Hatta başımı kaldırır, sesin geldiği yanda bir aralık ya da pencere varsa, treni görmeye de çalışırım.

Ne güzeldir trenler!

Ne güzeldir trenlerin süzülüp gidişi” 

30 yıl önce yitirdiğimiz yazar Dr. Muzaffer Hacıhasanoğlu’nun, özyaşamına ilişkin benzerlikler taşıyan yayımlanmış tek romanı ‘Trenler Yine Gidiyor’ un kurgusunda tren, tren yolculuğunun çok önemli bir yeri vardır. 

Şair-yazar Attila İlhan’ın “Aynanın İçindekiler” dizisinin beşinci romanı O Karanlıkta Biz’de, II. Dünya Savaşı yıllarında, Alman, İngiliz istihbarat servislerinin, casusların Ankara-İstanbul arasında gidip gelmesini anlattığı yolculukların mekanı yine trenlerdir. 

Günümüzden bir yazarın Ayfer Tunç’un ‘Kapak Kızı’ romanının tamamı trende geçer.

“Karlı bir kış günü, Ankara’dan İstanbul’a giden bir trenin yemek vagonunda, birbirini tanımayan üç kişinin bankacı Ersin, radyo programcısı Selda ve yemekli vagonun garsonu Bünyamin’in yaşamına giren Kapak Kızı, bu üç kişinin ama aynı zamanda orada olmayan bir başkasının; bir dergide çıplak fotoğrafları yayınlanan Ayın Kızı Şebnem’in romanıdır. Trenin saatlerce yolda kaldığı, bir yolcunun öldüğü bu uzun yolculukta, roman kahramanları, birbirleriyle, Şebnem’in fotoğrafları aracılığıyla yüzleşirler…” Ayfer Tunç, uzun yıllar sonra yazdığı ” Yeşil Peri Gecesi” romanında bu kez trende olmadığı halde hikayesi anlatılan Kapak Kızı Şebnem’in hikayesini anlatmıştır. 

Orhan Kemal, ‘kaynaşan insan coğrafyası’ olarak nitelenen Çukurova’yı en görkemli haliyle, “Bereketli Topraklar Üzerinde” romanında; Bir lokma ekmek için, en insani olmayan koşullar altında, cehennem gibi bir hayatı yaşayanların macerasını anlatır.1954 yılında yayınlanan bu romanının devamını, sağ kalıp memleketine dönen ‘İflahsızın Yusuf’un oğlu ‘İflahsızın Mehmet’ ekseninde bu kez İstanbul’u anlatır: “Gurbet Kuşları” 

Gurbet Kuşları romanının ilk ismi Yorganlılar’dır. Yorganını ve tahta bavulunu sırtlayıp, “taşı toprağı altın” İstanbul’a akın etmeleri anlatılır. Gerçekte bu roman, Orhan Kemal’in Lütfi Ö. Akad ile sürdürülen ” GÖÇ” olgusu üzerine bir çalışma sonucunda yazılmıştır. ( Lütfi Ö. Akad, bu çalışmanın ürünü olarak, yıllar sonra Gelin, Düğün, Diyet isimli Türk Sinemasının göç olgusu üzerine en görkemli filmlerini yapacaktır) Gelin Filminin ilk sahnelerinden biri anımsanacağı üzerine Haydarpaşa Garı ile belleklere kazınacaktır. Gurbet Kuşları, sinemaya aktarıldığında film Haydarpaşa Garı’nda umutlu gelişle başlayacak, son sahnesinde ise yine Haydarpaşa Garı olacaktır… 

Nazım Hikmet’in en görkemli eseri olan Memleketimden İnsan Manzaraları, Haydarpaşa Garı’nda diye başlar ve yüzlerce sayfasında İstanbul’dan hareket eden iki trendeki tren yolcularının maceraları anlatılır. Herkesin okuması gereken bu destansı anlatıdan Ankara Garı’na ilişkin dizelerle bitirelim. 

“…Ankara Garı’na bahar:

İstasyon polisinde artan gizli bir telaşla,

üçüncü mevki bekleme salonunda köylü yapı işçileriyle

ve büfesinde göbekli bir marula benzeyen İstanbul hasretiyle gelir…”

 

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: Tahir Şilkan